Oris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oris etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Esquire Big Watch Book, Saatolog ve Milliyet

Geçen gün ömürdendir diye diye 2021'in sonuna geldik.

Pandemi hayatımızın kalitesini düşürdü ama her şerde bir hayır vardır sözü gereği bu durumda bile avunacak bir şeyler bulmak mümkün oldu.

Saatolog

Senenin en zorlu işi Saatolog oldu. Haftanın günleri geceleri yetmedi hafta sonlarını da yedi bitirdi. Bütün sıkıntılara rağmen sonunda ortaya iyi bir iş çıktı bence.

Meraklıların bildiği gibi Saatolog bir saat kataloğu. Bu yılki Saatolog üzerinde çalışırken geçen yılın bilgilerinin üzerinden geçip her markaya ek bilgiler kattık. Bu tür yayınlar ekip işi gerektirdiği için payımıza düşen kısımda iyi iş çıkardık diye düşünüyorum. Bin defa kontrol edildi ama yine de hata olduysa affola. 

Her şeyin ateş pahası olduğu bir dönemde böyle yüzlerce sayfalık iyi kâğıda basılmış kaliteli bir yayının çıkması, daha doğrusu çıkma iradesi bile takdir edilmesi gereken bir durum. Kataloğun yayıncısı Sami Saat bu anlamda kahramanca bir tavırla sektörde kimsenin yapamadığı bir işi üstleniyor. 

Merak edenler saat ile birlikte birçok konuya yer veren Saatolog'un web sitesine de bakabilir.



Esquire Big Watch Book

The Big Watch Book, yılda bir sayı olsa da 2015'ten bu yana yedi yıldır çıkan bir dergi olarak istikrarlı bir şekilde varlığını sürdürüyor. 

Bu sayıda tasarım ve ustalık üzerine çok iyi yazılar var. Özellikle, 1960 sonrası bilinen bütün ikonik saatlerde imzası olan tasarımcı Gerald Genta ve İngiliz saat ustası Roger W. Smith ile ilgili yazılar bence arşivlik.

Ayrıca yazar ve kültür tarihçisi Nick Foulkes'un sözlerinden derlenen "Hayattan Ne Öğrendim?" sayfası da derginin en iyi konularından biri. 

Ben de kol saatlerinin sol kola takılmasındaki önyargıyı, gelenekleri ve alışkanlıkları inceleyip otomatik saatimi neden sağ koluma taktığımı anlattım.

Milliyet

Bütün bunların dışında 5 Aralık 2021'den itibaren her pazar günü Milliyet gazetesinde saatler ve kalemlerle ilgili yazılarım yayımlanmaya başladı.

Şimdiden iyi seneler.


The Big Watch Book, 5



Nihayet Esquire The Big Watch Book dergisinin 5. sayısı da çıktı. 

Beş uzun yıl geçmiş ilk sayının üzerinden. Her sayı aynı ekip tarafından çıkarıldığı halde her biri kendine özgü bir yapıya sahip. Bu sayı çeviri ağırlıklı oldu mesela. Hayatımda ilk defa bu kadar çok çeviri yaptım, evvelden çekinir hiç bulaşmak istemezdim çok zor bir iş olduğunu biliyordum ama yine de hoş yanları olduğunu gördüm. Belli başlı konular kapakta yazıyor zaten, yazılmayanlar da keşfedilmeyi bekliyor.

The Big Watch Book, yılda bir sayı çıktığı için ve yıl sonunda yayımlandığından her sayı o yılın bir özeti gibi görülebilir. Bu sayı da 2019 saatlerinin bir özeti gibi. Unutmadan Vacheron Constantin ve Seiko üzerine çok iyi yazılar var. Bu markaların ruhunu anlamak isteyen saat meraklıları okumalı.


Kapak konusu Oris Big Crown ProPilot Calibre 115
İyi okumalar dilerim.

Sahte saatler üzerine



Geçen gün taklit veya sahte saatler (bugün yanlış bir sözcük olarak taklit veya sahte yerine replika denilmekte, oysa saatçilikte 'replika' eski bir modelin yeniden üretimi anlamına geliyor) üzerine gazetelerde 31 Ağustos 2010 tarihinde çıkan bir haber vesilesiyle konuyu yeniden arkadaşlarla konuştuk, tartıştık. Haberde sahte ürünlerin özgün markalara bir zarar vermediği, aksine tanıtımını yaptığı iddia ediliyordu.

Haberin devamında Avrupa Birliği’nin destek verdiği ve haberin de kaynak aldığı bir araştırmada sahte marka ürünler konusunda güya çarpıcı sonuçlara varılmış. Lüks markaların pazarlarını kaybettiği iddiasının doğru olmadığı söylenmiş. Oysa bunun için özel bir araştırmaya gerek yoktu bence. Lüks ürünleri satın alabilenler ile alamayanlar arasında bir gelir uçurumu olduğu bariz değil mi? Sonuçta lüks ürünleri satın alan bir azınlık var, çoğunluk da onları taklit ediyor. Haberin sonrasında moda endüstrisinden örnek veriliyor ve pazar kaybının hesaplanan maliyetin beşte biri olduğunu söylüyor. Bu aslında ciddi bir oran, ancak biz moda sektörünü bir yana bırakalım ve sahte saat sektörüne bakalım.

Sahte saatlerin alıcıları belli, bilgi sahibi olmayıp sadece görüntüsünü beğendiği lüks ürünlere parası yetişmeyenler ve lüks ürünleri tasarım açısından beğenip de para vermek istemeyenler. Ama meselenin bence odak noktası ve arkadaşlarımın da görmek istemedikleri nokta sahteciliğin artık lüks ürünleri aştığı ve orijinal saat almak isteyenleri de hedef olarak seçtiği gerçeğidir.

Sahtecilik bir hayat biçimi oldu adeta. Kimi çok memnun halinden, kolunda bir sanat eserinin rezil bir kopyasıyla gezenler kendilerini ne denli gülünç duruma düşürdüklerinin de farkında değil. Sahte olduğunu bilip de saatini gerçek diye tanıtmanın adı kurnazlıktan başka bir şey değil aslında.

Bu sahte saat sektörüne de yansıyor ve ne yazık ki sadece lüks ürünlerin değil 50-100 liralık saatlerin bile sahtesi yapılıyor! Eskiden Seiko'nun sahtesi olmaz derlerdi. Yapıyorlar. Citizen veya Casio'nun sahtesi çıkmaz derlerdi. Maalesef değeri 5 liranın üzerindeki her saatin sahtesi yapılıyor.

Vahşi ve habis ruhlu bu sektör artık zaten sahte saat almak isteyenlerin aklını ve kalbini onarılması çok zor bir şekilde yerinden sökmüştü, şimdi geriye masum insanlar kaldı. Orijinal ama uygun fiyatlı saat satın almak almak isteyenler artık ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Sahtecilik teknolojisi çok ilerlediğinden saatlerin özgün olup olmadığını anlamak da çok zor çünkü uydurma garanti belgeleri bile üretiliyor. Satıcıların kolay ve çok para kazanma hırsları da masum alıcının önündeki bir başka engel.

Karanlık ruhlu dolandırıcıların elindeki sahte saat sektöründe, ne yazık ki insani değerler yok, paranın tek kanun olduğu gerçeği var. Dünyamızda dolandırıcılığın en alt düzeyde dahi hüküm sürdüğünü bilmek en azından yem olmadan gerçek saatlere ulaşmak için bir başlangıç sayılır.

Kullanıcılar saat koleksiyonerleri gibi çok şey bilmek zorundalar artık.

Fotoğraf (c) bizans

KULAKTAN KALBE: ORIS

1904 yılında doğan, adını ise kurulduğu bölgedeki vadiden alan Oris, zamanın şarkısını söylemeye başlayalı 100 yılı geçti ve üstüne yeni yılları eklemeye başladı.

Oris kelimesinin kökeni Orusz, su yolu, ırmak yani akarsu anlamında, sadece mekanik saatler üreten bir şirket için bundan güzel tarif de olmaz zaten. Zaman su gibi akıp gidiyor.

Oris saatleri 4 aileden mürekkep: Motor sporları, havacılık, dalış ve kültür. Benim ilgimi kültür ailesi çekiyor elbette. Bu ailede çoğunluk caz müzisyenlerinde. Ama arada bir matematikçi, bir de çok sevdiğim Bob Dylan da var. Bütün bu isimlerin ortak noktası klasik ve özgün olmaları. Oris tarafından hatıraları onurlandırılan, insan kalbine dokunan eserlerin yaratıcısı olan müzisyenlerin ismini sayarsak ne demek istediğim daha iyi görülecektir: Miles Davis, Charlie Parker, Dizzy Gillespie ve çok sevdiğim Duke Ellington, hepsi baba müzisyenler. Ayrıca Oris, Londra'da düzenlediği festivallerde Sabahat Akkiraz'ı da tanıtmış ve müziğimizin başka kulaklara da akmasına olanak sağlamıştı.

Oris saatlerine olan sevgim Tevfik Aydın’ın vitrinine bakarken çoğaldı. Hep söylüyorum yolum ne vakit Sirkeci’ye düşse bu saatlere bakmadan geçmez olmuştum. İlk başta kendine özgü duruşunu sevdim, sonra yavaş yavaş gönlümü çelmeye başladı. Bu saatlerin ortak noktalarını fark etmemek mümkün değil: Kendine güvenen, sakin bir duruşu olan ve hiç şaşırtma telaşında olmayan bir hava.

Böylece Oris hakkında daha fazla bilgi edinmeye başladım, fakat dergilerde gazetelerde insanın kafasına kakılan, gözüne sokulan saat markalarından biri olmadığı için daha bir sevdiğimi söylemem lazım.

Oris yalnızlığı seven, dirençli ve hiç yılmayan insanlara benziyor. Bir gün hayran olduğum Şule Gürbüz’ün bileğinde de kadınlara çok yakıştığını düşündüğüm oval biçimli bir Oris görünce daha bir sevindim.



Oris saatlerini bunca çekici kılan nedir diye düşünüyorum. Birincisi bu saatler çok temiz. Her Oris, su gibi çıplak ve açık. Zerre abartı yok, her parçanın bir amacı var. Temiz bir işçilik hemen göze çarpıyor. Bütün Oris’ler incelikli ama güçlü bir yapıya sahip. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de her Oris saatinin arkasında duran bir fikir var, bir kişiden veya bir nesneden yola çıkarak tasarlanıyor. Burada şirketin yenilikçi tavrını takdir etmemek mümkün değil. Sınırlı sayıda üretilmiş modellere ağırlık verilmesi de güzel. Elbette saatin değerinin zamanla artıyor olması her koleksiyoncu için önemlidir, fakat koleksiyoncu olmayıp da sadece saatini sevenler için de bu keyifli bir unsur.

Bir de şirket politikası var ki bence asıl üzerinde durulması gereken belki de budur: Kaliteyi olabildiğince uygun fiyatla sunmak. Bazen gazetelerde dergilerde haberlere konu olan kimi saatlerin dudak uçuklatan fiyatlarını görünce şaşırmadan edemiyorum, elbette o parayı hak ediyorlardır fakat bu kadar ihtişamlı saatler amacından uzaklaşmış gibi geliyor bana. Oysa kaliteli bir sayısal fotoğraf makinesi (DSLR) fiyatına satılan Oris saatlerinin değil 1 fotoğraf makinesi, 10 fotoğraf makinesinden daha da uzun bir ömrü var.

Oris başka türlü bir şirket. Ürettikleri saatler ince bir zevkin ve kültür mühendisliğinin ürünü. Bu yüzden her çıkardıkları saat klasik oluyor. Çılgınca şeyler de yapmıyorlar, satışlarını artırmak için korkunç kampanyalar düzenlemiyorlar, hem müzisyenleri takdir ediyorlar hem müzikseverleri. Bu duruma en çok sevinen de müzik aşığı saatseverler oluyor.

Oris ülkemizde Pırlant tarafından temsil ediliyor. Pırlant 1976 doğumlu bir kuruluş. RobbReport dergisinde yayımlanan Hayrettin Akpınar söyleşisinden ve saat müzesi girişiminden söz etmiştim. Umarım bu müze gerçek olur, bir de temennim var Pırlant temsil ettiği gibi Oris gibi 100 yılı devirsin istiyorum. Türkiye'de köklü kurumların çoğalması toplumsal hafızayı da güçlendirir diye düşünüyorum. Hep sözünü ettiğim Tevfik Aydın kaç yılında kurulmuş diye baktım ve tarihi görünce paylaşayım istedim: 1889! Nice yıllara :)

MEISTER TEVFİK AYDIN



Çektiğim fotoğraf filmlerini banyo yaptırmak, cd'ye kaydettirmek veya karta bastırmak için Sirkeci'ye ne zaman uğrasam hayranı olduğum Meistersinger'leri, Oris'leri görmek için Tevfik Aydın'ın vitrinine uğramadan geçmiyorum.

Eskiden burada sadece Oris'lere bakardım (yine Oris var, fakat vitrinin başka bir köşesine konuk olmuş) daha doğrusu bakardım yerine bakmaya doyamazdım demem gerekli. Oris Artelier Skeleton özellikle kendine dönüp dönüp baktıran güzellikte bir saat.

Bu sefer ellerinde Meistersinger kataloğu var mı acaba diye sormak için içeriye girdim ve Tevfik Aydın ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi olan Ömer Fatih Aydın ile tanıştım. Çalışanları zaten biliyordum, çok kibar ve efendi adamlar, sabırla dinleyip satın almasanız bile saatlerin özelliklerini anlatıyorlar (Kapalıçarşı'da bir saate bakmak istediğimde beni içeriye almayıp daha kapıdan yolcu ettiklerini hatırladıkça iyi satıcı ile kötü satıcı arasındaki farkı daha bir anlar oldum artık.

Ömer Bey de çok bilgili ve hoşsohbet bir insan. İstediğim kataloğu verdiği gibi üstüne 2-3 katalog daha ekledi, böylece marka katalogları kütüphanem daha bir genişlemiş oldu. Akşam Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'ndeki sergi açılışına gidecekmiş, ben "Orada görüşürüz" dedim. Hakikaten akşam onu Recep Gürgen ile konuşurken gördüm uzaktan. Tam o sırada biz arkadaşlarla başka bir bölgedeydik. Sonra kaybettim kendisini. Neyse günün güzelliği aşağıda, vitrindeki bu notu çok beğendim. Ömer Bey'e notu kimin yazdığını soracaktım, gündüz konuşurken aklıma gelmedi, akşama sorarım diyordum, kısmet değilmiş. Soğuk vitrinlerden sonra böyle küçük notlar insana iyi geliyor:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...