Nicolas G. Hayek'in saatleri

Bugün Referans gazetesinin 17. sayfasına geldiğimde Nicolas G. Hayek'in bir fotoğrafıyla karşılaştım, haber isviçre saat endüstrisiyle ilgiliydi okudum ama pek fazla ilgimi çekmedi, benim ilgimi çeken Hayek'in saatleri oldu. Ne yazık ki Referans gazetesinin internet sitesindeki haberde farklı bir fotoğraf var.

Gazetedeki fotoğraf ise şöyle bir şey:



Elbette öyle değil ama kim olduğunu bilmesek elindeki ve kollarındaki saatler ile (her kolda en az 2 saat, bazı fotoğraflarda kollarındaki saat sayısı daha da artıyor) aklı fikri saat olan bir meczubu andırıyor gibi, Nicolas Beyin bu abartılı fotoğrafını görünce gülümsedim, ben en fazla 2 saat taşıyorum acaba bana da çatlak gözüyle bakıyorlar mıdır bilmem? Fakat 2 saat taşımak güzel oluyor aslında, neden 2 saat taşıdığımı soran oluyor mutlaka onlara bir tanesinin kurmalı diğerinin otomatik olduğunu söylüyorum :)

Böylece ya güzel bir sohbetin konusu aralanıyor veya yanınızdan hızla uzaklaşıyorlar...

ÇİZGİNİN SAATİ, SAATİN ÇİZGİSİ

Milliyet gazetesini okuyanlar Ercan Akyol'u ve onun çizgilerini tanır.

Ama Milliyet okuru olmayanlar için küçük bir özet yapmakta fayda var. 1953 doğumlu olan Akyol 1970'lerin başından beri çiziyor, 1988 senesinden bu yana da Milliyet gazetesinde Melih Aşık'ın "Açık Pencere" isimli köşesinde "Çiziyorum" başlıklı bir alanda ikamet ediyor. Bazen pul kadar küçülse de onun çizgilerine bakarak güncel siyasi düzen hakkında eleştiri yüklü özet bir bilgiye sahip olabilirsiniz. Ercan Akyol'un karikatürleri mizah dergilerinde örnekleri bolca görünenlerden değil, içi boş, bir anlık gülümseten çizgilerden değil, tam tersine acı acı gülümseten cinsten, soğukkanlı bir şekilde siyasi analizler de barındıran yapıtlar bunlar. Zaten mizahın varlık sebebinin isyan, sitem ve karşı çıkma olarak gördüğü için çizgileri hep insanca yaşamaktan yanadır, en başta bu yüzden çok severim kendisini.

Bilgisayarımın kasasında bir tane karikatürü de duruyor, her gün masaya oturduğumda önce bu karikatüre bakıyorum, yaşadığım dünyayı, ülkeyi, bu ülkede çoğunluğu oluşturanların zihniyetini bir kez daha anlamama yardımcı oluyor bu karikatür.



Kendisiyle söyleşi yapmak için gittiğimde kolundaki Zenith'in hikayesini sormak istedim ama önce herkese sorduğum bir soruyu, ilk saatini hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Ercan Akyol'un ilk saati ilkokula giderken teyzesi tarafından hediye edilmiş. Kare şeklindeki bu saatin markasını ise hatırlamıyor.



Aslında kendine doğru dürüst bir saat almamış hayatında, hep saatler ona gelmiş! Babası ve dayısı saat meraklısıymış zaten, onlardaki saat merakının da bir tezahürü kolundaki Zenith. Ürettiği saatlerde, doğruluk, doğruyu arama, sadelik, zarafet ve evrensellik gibi kavramları temsil eden bir marka Zenith, bunlar da aslında kalendermeşrep ve rind bir insan olan Ercan Akyol'a ve çizgilerinin ruhuna uyan özellikler. Tabii bu tarifler 2000 yılı öncesi üretilen Zenith'ler için geçerli, bu tarihten itibaren daha süslü püslü saatler üretmeye başlayan Zenith bence yolundan sapmıştır, benim gönlüm eski Zenith'lerde kaldı.



Zenith'in Movado ile aşk yaşadığı zamanlardan kalma hoş bir saat bu.



Yazı ve fotoğraflar: Copyright© bizans@gmail.com

SAATTEN FAZLASINI GÖSTEREN KULELER

Bugün yayımlanan Radikal gazetesinin Cumartesi ekinde "Saatten fazlasını gösteren kuleler" başlıklı Pınar Öğünç imzalı tam sayfa bir haber var. Haber (aslında söyleşiler desek daha iyi) NTV Yayınları’ndan çıkan ‘100 Saat Kulesi’ isimli kitaptan söz ediyor.

(NTV Yayınları'nın kitaplarını herkes çok beğeniyor, ancak ben yüzeysel ve basit olduklarını düşünüyorum orası ayrı. Yani ele aldıkları konular güzel fakat derinlikli olmayan ve çok emek harcanmayan, kısa sürede kotarıldığı fazlasıyla belli olan kitaplar 'üretiyorlar' maalesef. Bu cicili bicili yöntem televizyon yayıncılığına uygun fakat kitaplar için hiç uygun değil bence -en azından referans kaynağı olacak kitaplar için.)

Haberin en sevdiğim bölümünü aşağıya alıyorum:

‘Rikkat için kocaman kuleler bile yetersiz kalabilir’

Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın saat bölümünden sorumlu sanat tarihçisi Şule Gürbüz, pek kadınlara mahsus görülmeyen bir işe, saat tamirciliğine, lafın gelişi değil, sahiden gönül vermiş bir insan. ‘100 Saat Kulesi’ için kaleme aldığı giriş yazısı, her anlamda içeriden malumat aktarıyor.

- Anadolu saat kuleleri, türlü badirelerden dik kurtulanı yahut yeni tasarlananları, kendi başlarına Anadolu’ya dair bilgi vermeye muktedirler mi bize? Onlara bakarak neyi anlayabiliriz?

- Anadolu saat kuleleri her tarihi anıt ya da mekanik gibi zamanın, özensizliğin hırpalamasına maruz. Önemli olan bu hırpalanmalara nasıl mukabele edildiği ve bu hallerin önüne neyle geçilmeye çalışıldığı... Avrupa’da bizim kulelerimizden 300 sene daha yaşlı ancak bakımlı, çalışır halde, ilgi ve itibar görür onlarca kule var. Bizimkiler yapılış, inşa ediliş şekillerinde olduğu gibi şehirlerde çok benimsenmemiş. İhtiyaçları göz ardı edilmiş, bir saat kulesi olmanın dışında minare, dükkân vs. gibi yan işlerle çirkinleştirilmişler. Bu halleriyle ve bu hallere rağmen naiflikleri, ıssızlıkları, gösterişsiz ama şiirsel duruşları, bakanı ezmeyen mimarileri, kendi halinde yaşayıp kendi halinde yok olmalarıyla Anadolu’ya dair bilgiden öte özet vermeye muktedirler. Onlara bakarak çok keskin hatlarıyla sonluluğu, bir şeylerin sadece birilerinin hayali olduğunu, duyuş, düşünce, rikkat için upuzun, ipince, kocaman kulelerin bile yetersiz kaldığını görebiliriz.

- Mekanik aksamı korunmuş kaç kule var? Sizin en fazla içinizi titreteni hangisi mesela?

- Anadolu’da saat kulelerinin bazıları yerel yönetimlerin kontrolünde, bazıları özel idarelerin mülkünde. Restorasyonları, mekanik olarak hiçbir kontrolde değil. Bu nedenle bozulan, yıpranan, aksayan mekanizmalar hep modern, kolay kullanılan, en ucuz ve basit tadilatlarla yerel saatçilere yaptırılmış.Yerel saatçinin dükkânı ne o saati alacak büyüklükte, ne o saatçi saatin orijinal mekaniğini mekanik tamiratla tamir edecek bilgi, donanım ve güçte... Kontrolsüz yönetimlerin ucuza mal edeceğim diye kule kule dolaşıp orijinal 100 senelik mekanizmaları atıp yerine üç kuruşluk, altı ay sonra da çalışmaz olacak elektrikli makineleri takan kimselere sonsuz müsamahası yüzünden, çok kıymetli onlarca kule mekaniği kaybolmuş, zarif kulelerin içi bu perişanlıklarla dolmuş. Nereye ne vakit ne yapıldığını bilemiyoruz. Tesadüfen gittiğimizde gördüklerimiz maalesef hep bu kalem şeyler. Kule olarak benim en sevdiğim, Dolmabahçe ve Yıldız Saat Kulelerini müstesna tutarsak fevkalade bir makinesi olan ve hâlâ tam mekanik olarak çalışan Erzurum Saat Kulesi. Çanakkale ve Bursa Yenişehir Saat Kuleleri ile Mustafa Şem’i yapımı olması ve çok zarif mimarisiyle İzmit Saat Kulesi de en sevdiklerim arasında.

İzmit Saat Kulesi

- Sizin saatlere ilginiz nasıl başladı? Her şey çok mekanik ve teknikken, saatlerin neden mitoloji üreten bir yanı var sizce? Sadece zaman kavramıyla ilişkimiz mi buna neden?

- Benim ilgimin ve mesleğe girişimin başlangıcı çok benimle alakalı olduğundan pek aktarılabilir değil gibi. Saatlerin mitoloji üreten yanından değil de, mitolojiye ihtiyaç duyan insanlardan söz edebiliriz. Yüksek bir tepede, incecik, yalnız başına yükselmiş, zamanı ölçen ve bunu sesli olarak da duyuran bir saat kulesi elbette böyle bir mit için biçilmiş kaftan. Ancak bunlar genelde sathi ve cılız mitolojiler. Şiirde daha güzel yer ve duyuş bulabiliyor. Zaman kavramının bizzat objesi oluşuyla da çok söyletmek, heyacanlandırmak ve düşündürtmenin ipuçlarını veriyor. Ama bununla beraber, insanın bu hususlardaki tıknefesliği yüzünden, yine pek bir şey söylenemeden, hisler ağır-dil hafif, sezgi derin-düşünce sisli, öylece kalıyor.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...