İstanbul 2010: Avrupa Çalışmayan Kule Saatleri'nin Başkenti

Aşağıda okuyacağınız haber eski aslında. Milliyet gazetesinin çok sevdiğim çalışkan muhabirlerinden olan Yasemin Bay'ın İstanbul kule saatleriyle ilgili bu ibretlik haberi 18 Ekim 2009 tarihinde gazetenin 19. sayfasında yayımlanmıştı.

Geçen günlerde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kutlamalarını görünce yeniden aklıma geldi ve bu gereksiz 'kültür'(!) kutlamalarına harcanan onca paraya ve emeğe üzüldüm, televizyon başında acı acı güldüm.

Böyle gelip geçici, uçucu hevesler için öyle paralar harcanıyor ki "kültür ve sanat bu işin neresinde?" diyesim geliyor. "Kültür ve sanat" deyince "pop müzik, şarkıcı, tiyatro ve sinema" anlayan bir anlayış egemen olduğu için futboldan başka bir spor da bilinmiyor!

Meraklıları zaten okumuştur ancak ibret olsun diye bir kez daha okuyalım:



İstanbul'da bir mücevher

YASEMİN BAY

Geçtiğimiz günlerde Milli Saraylar Daire Başkanlığı ve İtalyan Dış Ticaret Enstitüsü'nün işbirliğiyle cephesi temizlenen, sağlamlaştırılan ve koruma altına alınan Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi'nin gizli bir kahramanı, bir nevi 'koruyucusu' var: Recep Gürgen... 1979 yılından beri Dolmabahçe Sarayı’nda çalışan Recep Gürgen, bugün Saat Kulesi’ndeki saatin bakımından sorumlu tek kişi. Yani onun dilini anlayan tek usta.

Aynı zamanda Dolmabahçe Sarayı’ndaki tüm saatlerin tamirini ve bakımını da gerçekleştiren Recep Gürgen ünlü saatçi Wolfgang Mayer’in öğrencisi. Mayer’in dedesi Abdülhamit döneminde saraya saatçi olarak gelmiş; yani Mayer ailesi saray saatçiliği geleneğini bilen son nesil.

Gürgen, Dolmabahçe Sarayı’nın saatçibaşı Johann Mayer tarafından takılan saati şöyle anlatıyor: “Saatin markası Paul Garnier; Fransız yapımı. Tek makineden üç cephedeki saat çalışıyor. Yani bir makineden diğer saatlere aktarım organları var. Denize bakan yöndeki saat ise ayrı bir makine ile çalışıyor. Saat başı ve yarımlarda vurur, saat kaçsa onu çalar. Tabii günümüzde ancak gece yarısından sonra saatin vurma sesini duyabiliyoruz. Gündüz trafik gürültüsünden pek duyulmuyor. Saatin her fonksiyonu aktif halde ve çalışıyor.”

Saat, Gürgen, bakımını yaptığından beri yani yaklaşık 20 yıldır bir gün bile çalışmamazlık etmemiş. Zaten Gürgen için ‘tamir edilemeyecek bir saat yok’. Kalfası Şule Gürbüz ile her hafta saatle ilgilendiklerini söylüyor: “Saatin terapi bakımları var; temizleniyor, yağlanıyor, kuruluyor. Hiçbir iş olmasa bile çıkıp bakıyorum. Önceleri saate, tek elde değil de başka şekillerde müdahale edilmiş. Burada çalışanlar, saatçi olmayanlar bile bakmışlar, saati çalıştırmaya gayret etmişler. Ama eski kayıtlara baktığınızda görürsünüz, Osmanlı zamanında sürekli saatin çalışmadığından şikayet edilirmiş. Ama ben 20 senedir bakıyorum ve 20 senedir mükemmel çalışıyor.”

Yaptığı işin çok incelikli olduğunu vurguluyor Gürgen, saatin içindeki en ufak bir yabancı sesi tanıdığını belirtiyor: “Saatteki yabancı bir ses beni rahatsız eder. Öyle bir sesin meydana gelmemesi için her şeyi yapıyoruz. O güne kadar duymadığınız bir tıkırtı, bir başka ses, saatte bir rahatsızlık olduğunu gösterir. O rahatsızlık size de yansıyor ve eğer bir aksaklık varsa sanki sebebi sizmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Hemen onu gidermek için gece yarısı da olsa, bütün bir gece de olsa saatle ilgileniyorsunuz.”

İstanbul’da çalışan tek saat kulesi var

Gürgen İstanbul’da yaklaşık 10 saat kulesi olduğunu ve bunlardan sadece birinin çalıştığını dile getiriyor. Bu konuyla ilgili olarak da 2010 Ajansı’na proje sunmuş ama herhangi bir cevap alamamış: “Çeşitli projelerle bu saat kulelerinin canlandırılması gerekiyor bence. Şehrin suskun saatleri var. Onları tamir edebiliriz. Bunun için bir proje hazırladım. 2010’dan randevu talep ettim. Ama maalesef geri dönen olmadı. Sanıyorum konuya çok sıcak bakmadılar. Ben de ısrarcı olmadım. Çünkü ısrarcı olunca antipatik oluyor."



İstanbul'da bir mücevher, Milliyet, 18 Ekim 2009, sayfa 19.

MUTLU SAAT YOKTUR



Belki vardır, bilmiyorum. Fakat şimdiye kadar mutlu görünen bir saate rastlamadım. Belki “o saat” mutludur, hani her saatseverin gönlündeki o sihirli saatten söz ediyorum. Tasarımındaki kusursuzluğu, yine kusursuz bir mekanizma ile tamamlayan o efsunlu saat, düşlerde görünen cinsten ebedi saadeti kişiye yaşatan saat. Yok öyle bir şey elbette. Öyle bir sanat eseri var mıdır? Belki vardır, bilinmez. Ancak o muazzam sanat eserinin varlığı bile, sanatın artık görüp göreceği son nokta olacağı için, bu da sonsuzluğa tekabül edeceği için, yok öyle bir şey.

Öyleyse ‘mutlu saat yoktur’ diyebilirim. Güzel ve insana dokunan saatler vardır, maddi uygarlığın bir ürünü olmasına karşın manevi bilincin cisimleşmesi olan kederli saatler vardır. Sözü edilen bu saatlerin sayısı ve ayırt edici özellikleri bilinmiyor, çünkü insanın gözpenceresindeki ışıkla yıkanır bu saatler. Ama sayısız mutsuz saatin içinden huzura erişmiş bir zaman makinesi, yine kendi gibi mutsuz bir insanı nasıl avutur? Nasıl olur da insanın kalbindeki gölgeli bölmelerde kendine yuva bulur?

Taşa kazınmış kengeryaprakları, yüzyıllar sonra sırrını kendine bakan bir başkasına anlatabiliyorsa, aynı toprakta bir vakitler yaşamış ancak farklı dillerde zamanın derin ilmekleriyle örülmüş bir ağda muazzep ruhlar da aynı şekilde anlaşabilir, haberleşebilir. Mutsuzluk sadece insana has bir duygu değildir, insanın dokunduğu her nesne ile bulaşıcı bir hastalık gibi yayılır ve durup ince şeyleri anlamaya çalışan kimseciklerin merakını artırır.

Merak saatin doğasında hüküm süren kanatlı düşsel yaratıklardan grifon gibidir, kendisi ortada yoktur, şurada burada izleri vardır, iki veya üç boyutlu olan resimlerini, heykellerini görebilir fakat ona ulaşamayız. Demek istediğim saatin içindeki merak ile karşılaşmaya çalışmak hepten yanlıştır, merak saatin içinde değildir, mutsuzluk buna izin vermez.

Mekanik bir zaman aracıyla yapılan her yolculuk yekpare bir kubbenin altında yalnızlığımızı büyütür, bir yandan yapısındaki matematik ile, işleyişindeki ahenk ile, duyan kişiye iç sesini duyuran ezgisi ile gönlümüzü okşamaya çalışması nafile bir çaba gibi görülebilir, oysa güzellik işte buradadır, merakla düşündüğümüz her an aklımızdan ne gelip gidiyorsa, ne kalbimizi sızlatıyorsa, nice pişmanlıkların izini belleğimizde buluyorsak, hepsi bileğimizde tıkır tıkır çalışmaktadır.

Mutlu bir saat olmadığı gibi mutlu bir insan da yoktur. Aptal insan vardır, huzursuz insan vardır, gözüne perdeler inmiş insan vardır, mutlu olduğunu zanneden insan da vardır, öyle zannetmektedir biçare, oysa zaman nice dersler barındırır. Mutlu bir saate tesadüf edilemeyeceği gibi mutlu bir insana da rastlamak mümkün değildir. Bunu ben değil yine insanın kendisi söylüyor, tarih boyunca gelip giden insanlar söylüyor, aşınan merdivenler söylüyor.

Düşünelim, güzel bir günü zehir etmek insana mahsus bir özellik değil midir? İnsan yapımı olsa da bir saat asla bunu yapmaz. Sağır bir duvar gibi kimi insanlar ışıksızdır, dünyaya sadece acı getirmişlerdir, sadece kendilerini düşünmüşlerdir, bölmüşlerdir, güzel şeyleri yakmışlar, güzel yapıları yıkmışlardır.

Bir zamanlar çok yaşlı bir saate dokunmuştum, yanımda saatin tercümanı da vardı. Saat yorgun ama meraklı sesiyle yaşadıklarını anlattı, tercüman da bana aktardı: Yaşlı saat insanların zaman içinde ne kadar kötü olabileceklerini gördüğünü, aynı zamanda insanın içinde iyiliklerin de yaşadığını bildiğini söylemiş, bütün mesele tavır ve düşünüşle ilgiliymiş.

Saatler acı çeken ruhlara benzer, insanın kendi kendine söylenmesine, zaman içinde kabuk bağlayan hatıralara sürekli geri dönmesine neden olurlar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...