Quartz mı mekanik saatler mi daha çok bozuluyor?


Vostok Amphibia

Evvela bir saat neden bozulur onu bilmek gerek. Saatler genellikle temelde kötü kullanımdan, özensizlik ve dikkatsizlikten dolayı yani insan hatası nedeniyle bozulurlar, diğer nedenlerin başında ise malzeme kalitesi, su, aşırı sıcak-soğuk hava, nem ve basınç gibi çevresel etkenler gelir.

Sonlara saklamadan sadede gelip ne demek istediğimi baştan söylemek isterim: Mekanik saatler, quartz saatlere nazaran daha çok bozulur, ama pilli saatler kadar çabuk bozulmazlar, çoğunlukla mekanik bir saatin 2 arıza çıkardığı süre aralığında çöpe atılan quartz saat sayısı daha çoktur. Çünkü mekanik saatler insanlar gibi çok parçadan meydana gelmiştir ve yine insanlar gibi hastalanırlar, ancak ömürleri bir insan ömründen daha uzundur. Quartz yani pil ile çalışan saatlere gelince (kaliteli kasaya sahip quartz saatler bir yana) hayat süresi ve kalitesi mekanik bir saatin yanına bile yaklaşamaz çünkü mekanik bir saat 10 yaşına basmış bir çocuk gibi olduğu vakitlerde pilli bir saat en iyi ihtimalle artık ömrünün sonlarına gelmiştir, çünkü pilli saatler arasında özellikle ucuz modellerde 10 yılı deviren saat sayısı çok azdır ve malzeme kalitesi açısından düşük olduğundan yıpranma oranı çok daha yüksektir.

Gönlüm mekanik saatlerde olsa da lise yıllarından beri bir Casio Databank denilen saatlere zaafım vardı, lise biteli 20 yıl kadar oldu, ben bu yıllar arasında 4 adet Casio eskittim, oysa şimdi kolumda neredeyse 40 yaşını devirecek (sapma konusunda takıntılı arkadaşlarıma bilgi: günlük sapması 10 saniye bile değil) ve doğduğum yıl üretilmiş olan mekanik bir saat var ve çok az tamir gördü (onlar da kozmetik tamirlerdi).

Mekanik bir saat ile kendi geleneğinizi ve kendi kişisel tarihinizi oluşturmak varken, ortalama 5 sene sonra çöpe atacağınız bir saate para vermek bence iyi bir tercih değil. Quartz saatlerin iyi olduğu noktalar var, mesela günlük sapmaları azdır yani ileri-geri gitme konusundaki hassasiyeti yüksektir. Fakat derinlikli bir ürün değildir, içini görmek bile istemezsiniz, çünkü görülecek bir şey yoktur, bu nedenle arka kapakları kasa kapısı gibi sımsıkı kapalıdır, ömürleri de yine tekrarlamak isterim son derece kısadır ve çevresel şartlara mekanik saatlerden daha az dayanıklıdır.

Başlıktaki soruya dönersek quartz bir saat bozulduğu vakit tamiri ile uğraşılmaya genellikle değmiyor ve çöpe atılıyor. Oysa mekanik saatler daha pahalı olmalarına karşın çok daha sağlam, uzun ömürlü ve kötü gün dostudur, sizinle birlikte yaşlanırlar, sizinle birlikte büyürler. Üzerlerindeki her çizik, sizin veya saatin önceki sahiplerinin kişisel anı defteri gibidir. Pilli saatlerin ise genellikle önceki sahipleri olmaz.

Kendine ait bir saat



Zaman çoğu şeyi eziyor, kırıyor, şekil değiştirmesine neden oluyor, bazı şeyler de zamanla yok olup gidiyor. Kendimiz de değişiyoruz ama galiba dünya bizden daha hızlı değişiyor! Bu durumda kişinin hep yanında olmasını istediği insanlar ve nesneler önem kazanıyor. Her şeyin bu kadar hızlı, bu kadar çabuk değişmesi ve hızlıca giden bir araçtan etrafa bakmaya çalışırken ayrıntıları, incelikleri göremiyor oluşumuz çok hüzünlü aslında.

İnsanın kendine zaman ayırması, bunu da hakkıyla yapması mümkün müdür? Kendimize ayırdığımızı zannettiğimiz zamanları da hep başkalarıyla paylaştığımızı, bazen kendi isteklerimizden uzaklaşıp başkalarının istekleri/beğenileri doğrultusunda yaşadığımızı düşünürsek, "ne kadar veya nasıl kendimiz olabiliriz?" diye bir soru çıkabilir pekala. Feminist düşüncenin temel kitaplarından biri olan Virginia Woolf'un 'Kendine Ait Bir Oda' kitabı gibi her saatseven, mekanik saatlere tutkuyla bağlı olan her insan da hep yanında duracak, hayatına ortak olacak 'kendine ait bir saat' arar durur.

'Kendine ait bir saat' bulmak da her insanın harcı değil galiba. Kişinin "işte bu benim saatim, ben de bu saat gibiyim veya bu saat benim gibi" diyebileceği bir saati bulması için belki de aşka düşmesi, başka bir hâl içine girmesi gereklidir. Belki de kişi 'kendi' saatine ancak kendini törpüleyerek, incelterek ulaşır. Belki de her yaşın ayrı bir saati vardır. Belki insanın içindeki saatiyle kolundaki yahut masanın üzerindeki saatin hemahenk olması gerekir, belki bu yüzden bazı saatsevenlerin gözü hep dışarıda, başkasının kolundaki veya vitrindeki saate bakıp duruyor ve soruyor: "Acaba içimdeki saat ile bu saat aynı tarzda mı, aynı düşünüşte mi?"

Sahte saatler üzerine



Geçen gün taklit veya sahte saatler (bugün yanlış bir sözcük olarak taklit veya sahte yerine replika denilmekte, oysa saatçilikte 'replika' eski bir modelin yeniden üretimi anlamına geliyor) üzerine gazetelerde 31 Ağustos 2010 tarihinde çıkan bir haber vesilesiyle konuyu yeniden arkadaşlarla konuştuk, tartıştık. Haberde sahte ürünlerin özgün markalara bir zarar vermediği, aksine tanıtımını yaptığı iddia ediliyordu.

Haberin devamında Avrupa Birliği’nin destek verdiği ve haberin de kaynak aldığı bir araştırmada sahte marka ürünler konusunda güya çarpıcı sonuçlara varılmış. Lüks markaların pazarlarını kaybettiği iddiasının doğru olmadığı söylenmiş. Oysa bunun için özel bir araştırmaya gerek yoktu bence. Lüks ürünleri satın alabilenler ile alamayanlar arasında bir gelir uçurumu olduğu bariz değil mi? Sonuçta lüks ürünleri satın alan bir azınlık var, çoğunluk da onları taklit ediyor. Haberin sonrasında moda endüstrisinden örnek veriliyor ve pazar kaybının hesaplanan maliyetin beşte biri olduğunu söylüyor. Bu aslında ciddi bir oran, ancak biz moda sektörünü bir yana bırakalım ve sahte saat sektörüne bakalım.

Sahte saatlerin alıcıları belli, bilgi sahibi olmayıp sadece görüntüsünü beğendiği lüks ürünlere parası yetişmeyenler ve lüks ürünleri tasarım açısından beğenip de para vermek istemeyenler. Ama meselenin bence odak noktası ve arkadaşlarımın da görmek istemedikleri nokta sahteciliğin artık lüks ürünleri aştığı ve orijinal saat almak isteyenleri de hedef olarak seçtiği gerçeğidir.

Sahtecilik bir hayat biçimi oldu adeta. Kimi çok memnun halinden, kolunda bir sanat eserinin rezil bir kopyasıyla gezenler kendilerini ne denli gülünç duruma düşürdüklerinin de farkında değil. Sahte olduğunu bilip de saatini gerçek diye tanıtmanın adı kurnazlıktan başka bir şey değil aslında.

Bu sahte saat sektörüne de yansıyor ve ne yazık ki sadece lüks ürünlerin değil 50-100 liralık saatlerin bile sahtesi yapılıyor! Eskiden Seiko'nun sahtesi olmaz derlerdi. Yapıyorlar. Citizen veya Casio'nun sahtesi çıkmaz derlerdi. Maalesef değeri 5 liranın üzerindeki her saatin sahtesi yapılıyor.

Vahşi ve habis ruhlu bu sektör artık zaten sahte saat almak isteyenlerin aklını ve kalbini onarılması çok zor bir şekilde yerinden sökmüştü, şimdi geriye masum insanlar kaldı. Orijinal ama uygun fiyatlı saat satın almak almak isteyenler artık ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Sahtecilik teknolojisi çok ilerlediğinden saatlerin özgün olup olmadığını anlamak da çok zor çünkü uydurma garanti belgeleri bile üretiliyor. Satıcıların kolay ve çok para kazanma hırsları da masum alıcının önündeki bir başka engel.

Karanlık ruhlu dolandırıcıların elindeki sahte saat sektöründe, ne yazık ki insani değerler yok, paranın tek kanun olduğu gerçeği var. Dünyamızda dolandırıcılığın en alt düzeyde dahi hüküm sürdüğünü bilmek en azından yem olmadan gerçek saatlere ulaşmak için bir başlangıç sayılır.

Kullanıcılar saat koleksiyonerleri gibi çok şey bilmek zorundalar artık.

Fotoğraf (c) bizans
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...