Ejderha ile Balıkçı Masalı

Uzak diyarlardan birinde az bulunur cinsten erdeme ve saflığa sahip genç ve yoksul bir balıkçı yaşıyormuş. Bir gün hasta annesi uyurken yine pek erken kalkıp balık tutmak için daha güneş doğmadan sahile inmiş. Babasını küçük yaşta kaybetmiş olan yoksul balıkçı annesiyle birlikte oturuyormuş ve kirayı aylarca geciktirdikleri için evden çıkarılma tehlikesiyle zihni türlü düşüncelerle dolu olarak ve talihinin dönmesini dileyerek bir umutla yine denize açılmış.

Balıkların gelmesini bekleyip, geçmiş güzel günlerini düşünerek dalgın dalgın suya bakarken saati kolundan çözülüp denize düşmüş birden.

Çok üzülen balıkçı karanlık sularda kaybolan saatinin hemen arkasından atladıysa da bir şey göremeyip tekrar kayığına çıkmak zorunda kalmış. Babasından kalan tek hatıranın da denize düşmesiyle sinirleri iyice bozulduğu için çocuk gibi ağlamış.

O sırada sudan beyaz bir ejderha çıkmış ve şaşkınlıktan donakalan gence dönerek yardımcı olacağını söylemiş. Derin sulara dalan ejderha daha kendine gelememiş olan balıkçıya değerli bir madenden yapılmış ve çok kıymetli taşlarla süslü, son derece göz alıcı bir saat göstermiş ve "Kaybettiğin şey bu mu?" diye sormuş.

Balıkçı bu göz kamaştıran saate bakmış içindeki bir ses bu saatin yoksulluğunu bitireceğini söylemiş, bu harika nesneyi mutlaka alması gerektiğini söyleyen bu sesi dinlemeyen balıkçı, ejderhanın olağanüstü güzellikteki gözlerine bakıp "Hayır, bu benim saatim değil" demiş.

Ejderha balıkçıya dikkatle baktıktan sonra yeniden koyu renkli sularda kaybolmuş. Bir süre sonra yeniden balıkçının karşısına çıkıp başka bir saat uzatmış, sade bir saatmiş bu, üzerinde değerli taşlar yokmuş. Fakat aynı ölçüde son derece değerli olduğu da belli oluyormuş. Eşi benzeri olmadığı da aşikarmış, üzerindeki belli belirsiz süslemelerin inceliği, günü, tarihi, ayı, yılı ve ayın konumlarını gösterdiği gibi yıldızların konumu, gelgit zamanı gibi balıkçının tam olarak anlamadığı pek çok özelliği varmış bu saatin ve balıkçı biraz önce gösterilen saatten daha değerli olduğunu anlamış.

Balıkçının içindeki kötü ruh ise belki son şansı olacak bu fırsatı değerlendirmesini, saati almasını ve böylece aptallık etmemesini, yoksulluktan ve açlıktan kurtuluşun bu değerli saati almakla biteceğini söylemiş. Ama balıkçı elbette kötü ruhu dinlemeyip vicdanına güvenmiş ve "Hayır efendim, bu benim saatim değil" diye cevap vermiş.

Ejderha yine aynı şekilde sessizce balıkçının yanından ayrılmış ve büyülü sulara karışmış. Tekrar su yüzüne çıktığında elinde balıkçının kaybettiği sıradan bir saat varmış ve "Sanırım buydu kaybettiğin saat" demiş. Balıkçı kibarca "Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, evet bu saat benim efendim, şükranlarımı sunarım" demiş.

O an balıkçı saatini koluna takarken bir ışık patlaması olmuş ve beyaz ejderha, balıkçının yaşlarında genç bir kadına dönüşmüş. Balıkçının gözlerindeki hayranlık ve şaşkınlık sürerken, suyun üzerinde sakin adımlarla yürüyüp balıkçının yanına varmış ve "Dürüstlüğün, hatıralara değer vermen ve açgözlü olmayışını takdir ediyorum" demiş, ardından balıkçıyı önceki olaylardan daha da şaşırtan sözler söylemiş, "diğer koluna takman için ben de sana bir armağan vermek istiyorum, lütfen bu saati kabul et" demiş ve üzerinde ejderha figürü olan bir saat vermiş balıkçıya.



"Son olarak ayrıca eğer kabul edersen seninle evlenmek isterim" demiş.

Balıkçının mutluluğuna diyecek yokmuş artık, o da genç kadını görür görmez aşık olduğu için bu teklifi kabul edince kalbi ve zihni hafiflemiş, içindeki zaten çok zayıf olan kötü ruh ejderha kadından yayılan iyilik ve memnuniyetle bu bedende daha fazla barınamayıp uçup gitmiş. Balıkçı, ejderha kadını annesiyle tanıştırmış, çok geçmeden annesinin iyileştiği görülmüş.

Ardından balıkçı ile ejderha kadın evlenmiş ve huzurlu bir hayat sürmüşler.


[Yukarıdaki öyküyü bir Vietnam masalından uyarladım. Konak dergisinin 23. sayısında Arzu Adıyaman ve Beyhan İslam'ın bir gezi yazısında okumuştum: Öykünün aslında oduncu Cahn baltasını nehre düşürür, bir ejderha ona önce altın sonra gümüş bir balta gösterir, kahramanımız bu değerli baltaları kabul etmez, nihayet kendi baltasını gördüğünde onaylar ancak ejderha dürüstlüğünden dolayı diğer baltaları da verir.

Fotoğraftaki görülen Kees Engelbarts marka saatin kadranındaki öykü de çok ilginç bence. 'Ejderha geçidi' olarak bilinen bu öyküde dağın zirvesine ulaşmak isteyen, türlü zorluklardan geçtikten sonra zirveye vardığında ejderhaya dönüşen bir balığı anlatır.]

Atın kolunuzdaki saati denize!



Başlıktaki cümle bir kitaptan. Önünde saygı ve sevgiyle eğilmek istediğim bir zekaya ve birikime sahip olan yazarın beni allak bullak eden kitabının adı ise şöyle: Tik Tak: Zamana Kaçamak Bir Bakış (eserin özgün adı: Pip Pip: A Sideways Look at Time). Yazara gelince aklı ve kalbi birlikte çalışan, vicdan sahibi Jay Griffiths namında çevreci bir İngilizdir kendileri.

Elbette ben kitabı heyecanla okudum/okuyorum ama kitabı okumak isteyenlerden/okumuş olanlardan canları sıkılanlar olmuştur/olacaktır, çünkü yazar küresel şimdiki zamanın (UTC) dünyamızı bozduğuna inanıyor ve egemen zaman/saat dayatmasının diğer zamanları, farklı insan topluluklarının, hatta cinslerinin (kadınların ve erkeklerin bile zamanı yaşayışı farklı) coğrafya ve kültürlerin zamanı başka türlü algılamasının önüne set çektiğini, aslında modern insanın zamanı hiç anlamadığını anlatıyor. Bu benim de katıldığım bir düşünce, yine de saatleri denize atmaya karşıyım. :)

Ama saatlere ve zamana bakışın ifratten tefrite varan ölçüde ele alındığı ve bu devasa konunun çok istismar edildiği ayan beyan ortada. Hemen her şeyi mucizevi olduğu iddia edilen araçlar ve nesnelerle çözmek mümkün değil, bunun için insan yahut doğanın katkısı gerekiyor. Demek istediğim benim için bir mekanizmanın içindeki ruh çok daha önemlidir kendisinden, çünkü saatler en azından nesne olarak zanaat, bilim ve sanat arasında simgesel/kültürel bir köprüdür. Herşeyi daha küçük parçalara bölen ve hızlı hayatın ilerleme olduğunu iddia eden anlayış ise külliyen yanlıştır, Jay Griffiths işte bu sığ anlayışı -arkasındaki tarihsel, insani ve ekonomik nedenleri de göstererek- eleştiriyor.

Yazar "vakit nakittir" düşüncesinin saçmalığını, insanın zamanı kullanarak kendini ve dünyayı yok etmesini milyon tane örnekle anlatıyor, bütün bunları da adeta hesaplaşma denebilecek acı/keskin bir dil ile yapıyor. Yazar tek bir zamanın olmadığını yeryüzünde pek çok zamanın bulunduğunu da incelikli -bazen bıçak gibi acıtan biçimde- bir şekilde anlatıyor.
Bunca takdir etmeme karşın kitabı sular seller gibi okumuyorum, aksine çok yavaş ilerliyorum, kitabı edineli epey zaman olduğu halde henüz bitiremedim, çünkü yeniden dönüp okudUğum kısımlar var, çünkü her satırda bilgiler mevcut, bunca bilgiden sarhoş olup (kitabın arkasında ise yayıncılığımızın kara noktalarından olan ve kitabın güzelliklerinden biri olan dizin ve çok sağlam bir bibliyografya var) başka başka kitaplara/makalelere savrulmamak mümkün değil.

Bir saat satın almanın "statü ve onur" elde etmenin bir yolu olduğuna inanılan zamanlar da yaşandı, yaşanıyor. "Tik Tak: Zamana Kaçamak Bir Bakış" saati, zaman bilgisini elde tutan yöneticilerin/zalimlerin, iktidar sahiplerinin bu bilgiyi kendi çıkarlarına yontmalarını (çalışma saatleri, kölelik) toplumların yapay ve zorla düzenlenmiş adaletsiz dilimlere ayrılması (sınıf farklılıkları) ile ortaya çıkan çelişkilerin ve insan/doğa tahribatının acıklı tarihi olarak da okunabilecek ağıt gibi bir kitap -en azından ben böyle okuyorum.



"Tik Tak: Zamana Kaçamak Bir Bakış" önemli bir yapıt ve zengin bir referans kaynağı aynı zamanda.

Ayrıntı yayınları iyi ki bu kitabı yayımlamış. (Yayımlamış ama bu güzelim kitap ne yazık ki gereken ilgiyi görmemiş, adeta görünmeyen bir kitap olmuş. Çok az satmış. 2003 yılında 2000 adet basılan kitap çoktan tükenmiş olmalıydı, oysa halen satılıyor! (Aslında bu çok kötü bir şey değil, yani bu kitabın kitlelere dönük basit içerikli kitaplardan bariz bir farkı var, yine de çok satılmasını ve bilinçli okunmasını isterdim. Kitabın az satmasının nedeni tam da yazarın eleştirdiği insan tipinde bulunuyor aslında, her türlü egemen iktidarın kendi zaman anlayışını, basit ve zeka seviyesi düşük yayınların bolluğunda iyi kitaplar arada böyle kaynıyor işte.)

Ben bu kitaptan çok şey öğrendim, ve öğrenmeye devam ediyorum. Jay Griffiths'e hayranım, onun yazı gücü, anlatım biçimi hiç utangaç değil ve dar kalıplara sığmayacak bir yapıda.

Yazılarının özgül ağırlığı yüksek, boş konuşmayı hiç sevmiyor. (Ancak bütün hayranlığıma karşın bu değerli yapıtın içinde bulunan fikirlerin bir kısmını onaylamıyorum, sanat, bilim ve zanaat üçgenine yeterince eğilmediğini düşünüyorum, keşke Ahmed Eflaki Dede gibi ustalarımızın yaptığı saatleri görseydi!

Yazar kitapta kaybolan değerler adına katılmadığım bazı fikirler de öne sürüyor, bazen onu anlıyorum ve hak veriyorum. Bazen kolumdaki mekanik saatin güzelliği nedeniyle onaylamıyorum. Bu da benim kusurum olsun!)

Kitabın çevirmeni Ertuğ Altınay'ın da bu zorlu çeviri serüveninden alnının akıyla çıkmış, iyi bir çeviriye imza atmış. Tebrik ederim.

Kitabı yayına hazırlayan Çiçek Öztek ise bu kitap hazırlanırken bunca yoğun bilgiyle mücadele ettiği için saygıyı ve sevgiyi özellikle hak ediyor.

Çevirmene ve editöre çok daha uzun zaman verilmesini dilerdim. Bu kitap çok değerli bir eser. Bir kitaba, daha iyi olması için harcanan her vakit okuru da ödüllendirir.

Tik tak, saatlerle ilgilenen, zamanı düşünen herkesin elinin altında bulunması gereken bir başyapıt.





"Akrep ve Yelkovan" sergisi üzerine değinmeler

Gezdim ama Breguet saatleri sergisi üzerine yazmak istemedim bir süre, çünkü bu sergi bir ölçüde beklediğim gibi az sayıda (15) saatin bulunduğu bir sergi olmasına rağmen bende yine de hayal kırıklığı yaratmış oldu, çünkü en azından bilgi yoğunluklu bir sergi olacağını hayal etmiştim, ayrıca sergi mekanı o kadar küçük ki ne kadar oyalansanız oyalanın çabucak bitiyor, Divit Odası'na girdikten dakikalar sonra yine avluya çıkıyorsunuz.

Ayrıca fotoğraf çekimine de izin verilmiyor. Flaş kullanılmadan yapılacak bir çekimin kime veya neye bir zararı var anlamadım, fotoğraf çekmek bir müze ziyaretçisinin en doğal haklarından biri, fotoğrafa yasak koymak ise faşizan bir uygulamadır.

Neticede "Akrep ve Yelkovan" küçük bir odada tıkış tıkış yerleştirilen ve cep saatlerinin ağırlıkta olduğu küçük bir sergi olmuş. Saatlerin ufacık bir odada sergilenmesinden dolayı minimalist bir sergi olarak da değerlendirilebilir kanısındayım. Oysa 2009 yılında Louvre müzesindeki gibi, aşağıda fotoğrafı görülen bir sergi mekânı ile karşılaşıp şaşırabilmeyi çok isterdim:



Bu sergi küçük bir odaya tıkıştırılmayacak kadar önemli bir sergi oysa, kapsamı ve içeriği de geliştirilebilseydi yıllarca konuşulabilecek bir sergi olacaktı. Yine de Breguet'nin yüzü suyu hürmetine konuşulacaktır bir süre, ancak unutulması mukadderat, orası ayrı.

A. L. Breguet saatseverlerin gayet iyi bildiği gibi modern saatçiliğin en önemli simgelerinden, dehalarından biri. Onun saatçilik dünyasına getirdiği yenilikler (Pendule Sympathique gibi) ve buluşlar (tourbillon) halen konuşuluyor, saat atölyelerinin duvarlarında Breguet'nin bir tablosu asılıysa ve pek çok edebiyat eserinde onun ürettiği saatlerden ve bu markadan söz ediliyorsa, kendisinin ne denli etkili bir şahsiyet olduğu hakkında zihinlerde bir resim oluşabilir.

Aklıma türlü türlü fikirler geldi, sergide Louvre'daki gibi defterlerine yaptığı ilginç çizimler de olabilirdi, cep saatlerinin mekanizmalarının fotoğrafları da yer alabilirdi, Breguet'nin saatçiliğe getirdiği yenilikler için bir pano da hazırlanabilirdi, Seyit Ali Efendi ile Breguet arasındaki yazışmaların çevirisi de olabilirdi diye düşündüm.

Sergideki cep saatleri nedense bana hiç heyecan verici gelmedi. Belki masa ve kol saatlerini daha çok sevdiğimden dolayı böyle düşünüyorum ama yine de şık bir şekilde yerleştirilmiş olmaları saatleri çekici göstermeye yetmiyor. Cep saatleri içinde sadece merkezi saniye sistemli olan bir tanesi ilgimi çekti o kadar:



Üstelik saatler hakkında verilen bilgiler de daha çok teknik ve yüzeysel bilgilerdi. Kısa kısa geçiştirilmiş notlar ve referans numaraları dışında doyurucu bilgi azdı. Sergide yer alan mektupların çevirileri de yoktu.

Pendule Sympathique

Pendule Sympathique” isimli muhteşem saate gelince, serginin ortasında tüm heybetiyle ama atı kaybolmuş bir süvari yalnızlığından olsa gerek tek başına duruyordu. Pendule Sympathique bir masa ve bir cep iki saatten oluşan bir sistem ama ne yazık ki bu ikili düzeneğin cep saati kaybolmuş.

Sergiden sonra

Sergiden sonra Divan-ı Hümayun'un avlusunda bir kenarda oturup P dergisini okudum ve fotoğraf çekmenin yasak olmasından dolayı bir dahaki gelişimi sakin bir güne denk getirip saatlerin resmini çizmeye karar verdim.

Breguet Avlusu

Kapalı kapılar ardında

Topkapı Sarayı Müzesi'nin saat koleksiyonu İlber Ortaylı'nın da belirttiği gibi sarayın uhdesinde bulunan 400'e yakın nadir saat henüz tamir ve bakım aşamasında bulunuyor. Asıl heyecan verici olan bu benzersiz koleksiyonun sergilenmesi olacak, çünkü bu saatlerin bir kısmı bizim ustalarımızın, Süleyman Leziz'in, Dede Efendi'nin, Mustafa Refik'in, Mehmet Şükrü'nün, Şeyh Dede'nin, Saatçi Zihni'nin, Ahmed Eflaki Dede'nin ve adını saatin bir parçasına yazmayacak kadar tevazu sahibi mevlevi dervişlerinin elinden çıkma bu muazzam güzellikteki saatleri görmek için sabırsızlanıyorum.

_________________________

Ek okumalar:

- François-Paul Journe, Pendule Sympathique for Asprey (ThePuristS Interview FP Journe)

- Breguet and the Ottoman Empire Exhibition

Resimli Saat Terimleri Sözlüğü



Dünya üzerinde saatlere ilişkin pek çok kitap yazılmıştır kuşkusuz. Bu konudaki Fransızca, Almanca ve İngilizce külliyatın çokluğu saat kültürüyle ilgilenenlerin bile şaşıracağı bollukta.

Fakat ülkemizde ne yazık ki saat konusunda yazılmış kitap çok az (buna karşın adında saat geçen kitaplar çoktur) ve zaten az olan bu kitapların çoğu ayrıntılı bilgi içermeyen yüzeysel anlatımlarla dolu. Daha önce de sözünü ettiğim gibi sorun büyük ve katmerli aslında.

Pek çok meslek grubunun kendi sektörüne yatırım yaptığını görüyoruz. Bilgiye yatırım yapmak hep kazandırır. Oysa saatçilik sektörü yukarıda örneği görülen oylumlu bir sözlük yapamadı bugüne kadar.

Bir de eleştirince kızmaları çok saçma. "Sen bu sektörün içinden gelmiyorsun" deyip susturmaya çalışıyorlar.

Maalesef ülkemizde saat sektöründen para kazananlar bu parayı kalıcı olmayan alanlarda tanıtım için kullanıyorlar.

Saat satıyorlar mı? Satıyorlar. E o zaman işimiz bitti diye düşünüyorlar. Ne yazık ki bu dar görüşlülük sadece onlara kaybettirmiyor, saat meraklılarının çoğalmasını da engelliyorlar.

Örneğin geniş kapsamlı resimli ansiklopedik bir sözlük hazırlansa (ayakkabıcılık terimleri sözlüğü bile var ülkemizde) güzel olmaz mıydı? Bu sözlüğü basan firma saygınlık kazanmaz mıydı?

______________
Ek okumalar:

- Timezone Saat Terimleri Sözlüğü üzerine tartışma

- Illustrated Professional Dictionary of Horology

- Horological books

- Books on horology

- Horological Libraries
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...