Son Başmuvakkit: Hezarfen Ahmed Ziya ve 'Güneş saatleri yapım kılavuzu'



Perşembe akşam üzeri Robinson Crusoe'nun önünden teğet geçerken, adetim üzere vitrine gözucuyla baktım, geçip gidecektim ki birden "Güneş saatleri yapım kılavuzu" adında bir kitabın sol tarafta dikkat çekici bir şekilde bana göz kırptığını gördüm, hemen yanında ise yine Ahmed Ziya'nın "Rubu tahtasının kullanım kılavuzu" isimli kitabı duruyordu. Bir süre vitrini seyrettikten sonra, bir an Pandora Kitabevi gibi tematik bir vitrin yaptıkları zannına kapılıp diğer kitaplara da alıcı gözüyle baktım ancak öyle olmadığını anlamak kısa sürdü tabii.

İçeri girip "Güneş saatleri yapım kılavuzu" isimli kitabını, kitap üstüne kitap alan turistleri bekledikten sonra kasadaki güzel görevliden bu mübarek kitabı satın aldım (güzel bir kitap veya saat görünce gözüme bütün dünya güzel görünüyor). :)

"Güneş saatleri yapım kılavuzu" a4 boyutuna yakın ve çok iyi cins bir kağıda basılmış (kağıdın cinsi ve hurufatın -font- ismi yazılmamış, ayrıntı sayılabilir fakat yine de merak ediyorum) ve toplam 188 sayfadan mürekkep. Kredi kartına fazla yüklenmek istemediğimden diğer kitabı sonraya bıraktım (yüce şair Edip Cansever'i analım hemen: "Sonrası kalır").

Ahmed Ziya Akbulut adını görünce hemen aklıma Yapı dergisinde Şinasi Acar'ın yazmış olduğu ve zihnime yer etmiş o güzel makale geldi, eve gelince Yapı dergisindeki makaleye bir daha baktım: "2009 Dünya Astronomi Yılı'nda / Son Başmuvakkit: Ahmed Ziya Akbulut" başlıklı bu makale ile "Güneş saatleri yapım kılavuzu" kitabındaki "Güneşi seven adam / Ahmed Ziya (Akbulut)" başlıklı makale hemen hemen aynı. Sadece dergideki "Astroloji ve Astronomi" başlıklı girizgah yok, bazı sözcükler de değişmiş, o kadar, yani aynı makale. Bir de dergideki küçük fotoğraflar kitapta daha büyükçe kullanılmış. Yine de Yapı dergisindeki makalenin hükmü geçmiş değil, dipnotlarıyla ve başka yönleriyle çok değerli benim için.

'Güneş saatleri yapım kılavuzu'nu 1929 yılında Ahmed Ziya Bey bizzat nefis bir el yazısı ile yazmış ve basılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na göndermiş, fakat şaşırmamak gerekir, tahmin edileceği üzere basiretsiz bakanlığımızın aklıevvel irade sahipleri bu güzelim kitabı reddetmiş ve kitap 2010 yılına kadar Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi'nde gözlerden ve gönüllerden uzakta hapis hayatı sürmüş. Nihayet bu kitabın içeriğine biz sıradan yurttaşlar olarak vakıf olabiliyoruz. Kendi kültürümüze, kendi içimizden çıkan bu hezarfen kişilere neler neler yapmamışız ki? Görmezden gelip, tarihin karanlığına itilen bu güzel insanlar elbette bir gün güneşe çıkıyor, ama onları gölgelere sürükleyen karanlık ellerin isimleri bile meçhul, çünkü bu gibi insanlar, hem takdir etmekten yoksun hem de kendi çürümüş akıllarıyla zaten yaşamadılar, kötülük yaptılar, öyle de silindiler. Ahmed Ziya gibiler mücevher gibidir, elbette üzerindeki toz uçup gidecekti, kıymeti bilinecekti. Yeri gelmişken onu görüp, ziyasını halka göstermeye gayret eden, Prof. Dr. Atilla Bir, Prof. Dr. Mustafa Kaçar ve yazdıklarının takipçisi olmaya çalıştığım Y.Müh. Şinasi Acar'a teşekkür ederim.



Kitap çok güzel, fakat bence Ahmed Ziya Bey'in güzel hattını taşıyan sayfalar da tıpkıbasım olarak verilebilirdi, maliyet artardı elbette, ancak eşsiz bir yapıt olurdu.


Ahmed Ziya Akbulut (27 Haziran 1869 - 17 Nisan 1938) pek kimse adını bilmese de, bazı kişiler de onu sadece bir yönüyle tanısa da, bilmesi gerekenlerin bildiği önemli bir kişi. Kendisi gökbilimci, matematikçi ve çok güzel güneş saatleri yapmakla birlikte, aynı zamanda muvakkit, müzeci, öğretmen , haritacı, marangoz, demirci, cilt ustası, hattat ve ressamdır. Osmanlı ile Cumhuriyet arasında yaşamış, dünyanın değiştiğini ve acılaştığını bizzat görmüş, boş durmayıp çokça çalışıp mümkün mertebe geçmişe, tarihe ve bilime sahip çıkmış ancak hak ettiği ölçüde takdir görmemiştir.



Ahmed Ziya Bey, Şinasi Acar'ın yazdığına göre: "Her sabah İstanbul'a aynı vapurla iner, öyle ki kandilli'deki iskele memuru saat ayarını ondan alır!"

"Güneş saatleri yapım kılavuzu" önemli bir eser, güneş saatlerine ilgi duymayanların bile kitaplığında olması gerekir bence, çünkü Ahmed Ziya Bey'in bir zamanlar yaşamış olduğunu ve dünyadan güzel izler bırakarak geçtiğine (bir kitap üzerinden olsa da) tanık olmak az şey değildir hani.

Ek olarak 'saat kavramının tarihsel gelişimi' hakkındaki önemli bilgiler ve Ahmed Ziya Bey'in hayatını okumak kitabı daha katmerli bir eser yapıyor. Zaten saatseverlerin kütüphanelerinde zaman kavramıyla ilgili pek fazla Türkçe yapıt yok, en azından bu büyük boşluğu bir ucundan kapatmanın bir yolu da "Güneş saatleri yapım kılavuzu" gibi kitapları almaktan geçiyor.

Güneş Saatleri Yapım Kılavuzu, Ahmet Ziya (Akbulut), Prof. Dr. Atilla Bir, Prof. Dr. Mustafa Kaçar, Y. Müh. Şinasi Acar
Biryıl Kültür Sanat, İstanbul, 2010, 108 s.

___________________________________________

Kitabın 3. sayfasında bulunan İÇİNDEKİLER kısmı şöyle:

Önsöz...............................................5
Ahmet Ziya (Akbulut).........................10

Güneş Saatlerinin Tarihçesi.....28
-Sabit güneş saatleri..........................30
a)Küresel güneş saatleri.....................30
b)Yatay güneş saatleri.......................31
c)Dikey güneş saatleri.......................38
Taşınabilir güneş saatleri..................42

Güneş Saatleri..............................50
Güneş Saati...........................................50

Ekvatoral Güneş Saatleri.........................51

- Ekvatoral güneş saatinin
çizimi ve yapımı.............................52

Yatay güneş saatleri............56

- Yatay güneş saatinin
tasarı geometriden
yararlanarak çizilmesi.......................57

- Yatay güneş saatlerinin
hesapla çizim yöntemi........................60

Güneş saatinin yerine konulması...65
- Yarıgün yönünün saatle belirlenmesi........66
- Gözlem yöntemiyle saat ayarı...............66
- Güneş saatinin yerine tespiti..............69
- Güneş saatinden saat ayarı.................69

Çizelgeler...................................70

Öğle ve Günbatımı Başlangıçlı
Çarpık Duvar Güneş Saatleri
...........150

- Öğle başlangıçlı çarpık duvar
güneş saatinin temeli,
saat çizgilerinin hesabı
ve çizim yöntemi..............................150

- Temel saat çizim
açılarının hesaplanması.......................153

- Öğle başlangıçlı güneş saatinin
(mezvele) çizim yöntemi.......................156

- Kağıda çizilmiş bir güneş
saatinin taş üzerine aktarılması...............158

- Günbatımı başlangıçlı çarpık
duvar güneş saatinin,
saat doğrularının hesabı ve çizimi.............158

- Varsayılan yer enleminin ya da çubuk temel
açısının belirlenmesi..........................161

- Güneş saati merkezinden çubuk temeline
olan uzaklığın hesaplanması....................163

- Saat doğrularının hesaplanması...............165

- Çubuğu bulunmayan bir çarpık düşey güneş
saatinin çubuk boyu ve yerinin belirlenmesi....169

Ek 1: Kiriş çizelgeleriyle
ilgili açıklamalar.............................176

Ek 2: İl ve ilçelerin enlem, boylam ve
Mekke güney açıları çizelgeleriyle
ilgili açıklamalar.............................178

Ek 3: Küresel trigonometri.....................179
Kaynakça.......................................182
Dizin..........................................184
Özgeçmişler....................................186

Mimi Wo Sumaseba


Yani "Yüreğinin sesi" veya ingilizce olarak "Whisper of the heart" isimleriyle de vaftiz edilmiş olan ve senaryosu Hayao Miyazaki'ye ait 1995 tarihli bir Yoshifumi Kondo filmi. Film güzel, hoş, ancak bir sahnesi var ki büyük bir zevkle izledim. Bu filmi izlemiş olan saatperverler hemen anlamışlardır hangi bölümden söz ettiğimi. Ama bilmeyenler vardır belki:

Filmin bir sahnesinde tam bir kitap kurdu olan kahramanımız Shizuku, gizemli tombul bir kedi ile metrodan çıkar, kedinin gittiği yeri merak edip takip eder ve bir antikacı dükkanına varır.

İşte aşağıdaki diyaloglar bu bölümde, antikacı Shiro Nishi ile Shizuku Tsukishima arasında ve içinde izleyeni hayrete düşüren özelliklerle dolu, ayaklı koca bir otomat (hareket eden figürlerin bulunduğu) duvar saati önünde geçmektedir (bu duvar saati de duvar saati ölçülerinin biraz dışında, İstanbul'da küçük bir meydana, mesela Tünel Meydanına koysanız hiç yadırganmaz boyutlarda, neyse konuşmalar önemli, kulak verelim:



Shizuku - Ne kadar güzel bir saat.

Shiro - Bir kalede bulmuşlar, oldukça hasar görmüş. Şimdi bak, bunu hayatta anlayamazsın. Bak. (Elinde mücevhere benzer bir insan figürü vardır, merdiven yardımıyla heybetli duvar saatine bu parçayı yerleştirir, sonra anahtarla saati kurar.)

Shizuku - Bu da nedir? Ne kadar da güzel.

Shiro - Ne olduğunu şimdi görürsün.

Shizuku - Ne kadar da güzel, bunlar cüce mi?

Shiro - Çok şey biliyorsun. Yani cüceler hakkında çok şey biliyormuş gibi konuştun. Neyse şimdi de rakamları iyi takip et. Bakalım oynayacaklar mı?

Shizuku - Bu bir Elf.

Shiro - İyi görebiliyorsun değil mi? İstersen buraya çık.

Shizuku - Tamam. (Merdivene çıkar.)

Shizuku - Bu da prenses mi?

Shiro - Doğru bildin.

Shizuku - Birbirlerine âşıklar mı?

Shiro - Ama farklı dünyalarda yaşıyorlar. Çünkü sevgilisi cücelerin kralı. Saat 12'yi vurduğunda Prenses kendi dünyasına dönmek zorunda. Buna rağmen, Kral her gün aynı saatte yine buraya gelip Prensesin çıkmasını bekler. Belki de, bu saati yapan sanatçı kimse o da kendi aşkına karşılık bulamadı.

Shizuku - Demek bu yüzden ikisi de böyle üzgün görünüyorlar.

(...)

Dikkat edildiyse "saati yapan sanatçı" diye bir ifade var. Bu nasıl güzel bir anlatımdır, çeviren mi böyle çevirdi acaba diye düşündüm, ama sanmıyorum, ingilizce çeviride craftsman yani sanatkâr, usta, sanatçı anlamlarını taşıyor. Ancak bu kısımdan daha önemli olan ise saatin bir aşk öyküsünü barındırması. (Ayrıca bu öykünün de insanlık tarihinin miraslarından çeşitli masallara gönderme yapması başka bir güzellik.)

Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat...

“(…) Onu küçük bir odaya sokan uşak, “İstirahat buyurunuz, haber vereyim” diye çıkmıştı. Burası hiç oturulmamış hissi veren gayet az, lâkin tamamiyle stil eşya ile döşeli bir bekleme odasıydı. Orta masası üzerinde dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat, yaşına rağmen çok taze, şen kalmış sesiyle rahat rahat, hayatından ve yalnızlığından memnun işliyordu. Ayarlı idi de: Dördü altı geçiyordu.

Şemsi’nin aklı bu saate takıldı. Yıllardan beri iyi bakılmış, yerinden pek kımıldamamış olan o saatle bazı kenar antikacı dükkânında gördüğü hurdalanmış, mineleri çatlayıp akrep ve yelkovanları kopmuş benzeri saatler arasındaki farkı düşünüyor:

— Hele şuna bak, düşkünlüğe uğramamış, başa neler gelebileceğinden habersiz, değişmeyen rahat âleminde yaşayıp gidiyor!

Zaten oturmamış, henüz ayakta olduğundan yanına yaklaştı, gülümsedi: Bir yabancının dikkatli bakışından ürkerek bir kanarya gibi susacağından korkmuştu. Bu evde eşyanın da alışkanlıkları, alıştıkları bir terbiye, bir resmiyet vardı. (…)”


Refik Halid Karay, Bu bizim hayatımız, İnkılâp Kitabevi, Dördüncü basılış, 1990, s.13.

Ünlü yazarımız Refik Halid Karay aynı zamanda bir saatperverdir. Romanlarında kimi zaman iki kişi konuşurken odanın bir yerinde saat çalıyorsa bir üçüncü şahsın sözünü kesmek istemiyorlarmışcasına saatin madeni tınlaması bitmeden konuşmazlar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...