Geniş zamanların sanat eseri

MB&F
Legacy Machine No.1

Günümüzde çağdaş teknolojilerin yeniliklerini takip eden, mimarlık ve heykel sanatı gibi farklı alanlardan beslenen, eserlerini klasik ve ölmeyen değerlerin üzerine inşa eden saat mimarları ve fizikçileri var. 

Kimileri için belki şaşkınlık verici. Ama mekanik saat dünyasındaki yenilikler hiç bitmiyor. Mekanik teknikler için artık 'tamam oldu, kemâle erdi, bundan öteye gidilemez' derken yeni patentler alınıyor, yeni icatlar yapılıyor. Mekanik saatçilik bir yönüyle geleneksel zanaatkârların birikime dayanan, bir başka yönüyle bilimsel gelişmelerin ışığında yürünen aydınlık bir yolda.

Saat dünyasındaki bilimsel, estetik ve teknolojik gelişmelerin, bizim gibi saatseverlere ne faydası olabilir diye düşünelim. Aklıma büyük ressam Pablo Picasso geliyor. Pablo Picasso, devrimci bir ressam olarak sanat dünyasını ve sanatseverleri nasıl değiştirdiyse, teknik buluşları ve estetik değerleri birleştiren her yeni deneysel saat, saatseverleri de aynı şekilde daha görgülü, daha açık fikirli yaparak değiştirecek.

Bugünkü yaratıcılık düzeyine son 200 yıldır rastlanılmadı desek yanlış söylemiş sayılmayız. Üst düzey saatlerdeki çeşitlilik ve mekanizmaların sanatsal değerlerinin artması sonucu bugün 1970'lerde yaşanan krizin çok uzağında yeni bir saat kültürü oluştu. 

Bazı saatler şimdiki zamanı göstermiyor, onlar geniş zamanların sanat eseri.

Şule Gürbüz saati


H. Moser & Cie Monard


Çağımızda çok kitap basılıyor, hızla çoğalan bu yığına bir de internet üzerinden eklenen okunacaklar eklenince ortaya çıkan son derece abartılı manzara, sanki okunacak o kadar çok şey varmış, yüzlerce yıl yaşasak okumakla bitmeyecek kitap çıkmış gibi bir yanılsama oluşuyor. Bence hakikat böyle göründüğü gibi değil. Her zaman olduğu gibi okunacak çok şey var, doğru, fakat okunması gereken iyi ve üstün nitelikli kitap sayısı aslında yine her zaman olduğu gibi (kadim zamanlardan beri değişmeyen bir ölçü var zannediyorum) son derece az. Bu açıdan saat dünyası ile edebiyat dünyası benzeşiyor. Gündemdeki yığının görünen yüzüne baktığınızda bilindik, kimi çevrelerin yapay olarak parlattığı isimler görülüyor. Saatler için de böyle, sıradan bir saat dükkanına girin gerçek bir saat üreticisinin ürettiği saati bulmanız zor olur. Çok satılan, harcıalem saatler var. İyi saate ulaşmak iyi kitaba ulaşmak gibidir, zordur.

Kimi iyi kitapları da saatlere benzetiyorum. Saat tamircisi, şair ve yazar Şule Gürbüz'ün bu ay yayımlanan öykü kitabı "Zamanın Farkında" ise gözümde kurmalı bir saat gibi kendine mahsus ve müstesna bir yerde duruyor.


Kurmalı saatler otomatik saatlere benzemiyor, otomatik saatler geçtiğimiz yüzyılın başlarında icat edilmiş ve insanın zamanı daha 'kolay' elde etme/uğraşmadan öğrenme hırsının bir ürünü, gün içinde ellerin kolların hareket etmesi neticesinde genellikle yarım daire benzeri metal bir parçanın (rotor) zembereği kurması ilkesine dayanıyor. Elbette otomatik saatlerin mekanizması üst düzey bir zeka göstergesi fakat kurmalı saatlerin insanın aklını her daim tetikte tutması ve unutkanlığa yer bırakmayan yapısı nedeniyle küçük bir azınlığın gözünde halen en sevilen saat türü.

Okumak için dikkat ve özen isteyen, bunun karşılığında okuyanın da zihnini fersah fersah açan kitaplardan biri olan 'Zamanın Farkında' zaman ve insan üzerine düşünmüş olan/düşünen herkes için önemli bir eser. Özellikle senelerdir saatlerle ilgilenen, ömrünü saatlere adamış bir insanın elinden çıkmış olması bu kitabı saatseverlerin gözünde bence kurmalı bir saatin saygınlığına taşıyor.

Şule Gürbüz'ün ustası Recep Gürgen'e ithaf ettiği "Zamanın Farkında" çabucak bitirmemek için her gün azar okuduğum nadir kitaplardan biri oldu. Kitapta 5 öykü var. İlk öykü, "Müzik Hocası" isimli uzun bir öykü ve küçümen bir roman hüviyetinde (novella).  Diğer öyküler sırasıyla, 'Cansın', 'Mezarlıktan Geçiş', 'Mutfak' ve kitaba adını veren 'Zamanın Farkında'.

'Zamanın Farkında' çocuklar için değil, yetişkin insanlar için yazılmış bir kitap. Kadranın altında nasıl bir mekanizma olduğunu merak edenler için, kimi insanların karanlık yüzünü, kimi insanların kırık kalplerini görmek, okumak isteyenler için, zihnini açmak isteyenler için, kendimizin farkında olmak için, zamanın farkında olmak için okunacak bir kitap.

Elbette kitabın kapağı böyle değil, kitap yıpranmasın diye bir a3 kağıdıyla kaplayıp üzerine bir dergiden kestiğim Bizans dönemi sanatına ait bir ikonanın resmini (Cebrail olabilir) yapıştırıp kendi alternatif kapağımı yaptım.

Hasretin Saati

fotoğraf/photo (c) bizans
Buluşmak, zamanı ince ince örmeye başlayan görünmeyen ipliklerin çözüldüğü andır. İnsanın saati, hasretin saati bu kutlu, bu heyecanlı anı bekler. Hasretin saati çok sabırlıdır, fakat aynı zamanda çelişkilerle doludur.  Diğer saatlere benzemeyen hasretin saati hem dağılmak için bekler, hem bütün olmak için, hem çoğunlukla hiç gerçekleşemeyecek yeni kararlar almak için bekler, hem de yeniden doğmak için. 

Bir zamanlar varlıklarıyla bir âlemin aynası olan muvakkitlerin, farkında olmadan güneşe ve onun ışığına bağlı binlerce senelik tarihe sahip kadim bir tarikatın mensupları olmaları gibi, kederle bekleyen insan ve onun saati, güneşini ve bulutunu hep kalbinde taşıyan insandır.

Zaman makineleri hiç acele etmez, suyu akışına bırakıp bekler, zaten acele edildiği vakit tadı bozulur güzelliğin, olgunlaşmamış bir kavuşmanın da kimseye bir faydası yoktur, hep boşlukta asılı kalır cümleler. 

Lakin hasretin saati uzun süre dayanmaya ayarlı ve kimyasal maddelerin istilasına maruz kalmış bir saat değildir, doğal olduğu için bozulmaya yüz tutan bir yanı da vardır, hiç uysal değildir, huzursuz, kuruntulu ve alıngandır. 
Hasretin saati hep biriktirir, harfleri daha daha yakınlaştırır, kağıda daha fazla mürekkep döker, içlidir, asabidir, gölgelidir.

Şımarık renklere sahip olan, gölge tutmayan, giderek daha hızlanan bir dünyadan uzak durmayı yeğler hasretin saati, biraz serin havaları, loş mekanları, bulutlu günleri sever, fırtınalı ve yağmurlu günleri sever. Hasretin saatinin bir ruhu vardır ve eski aşk romanlarındaki ıstırap dolu satırları okudukça teselli bulur.

Hasretin saati zamanı sadece kendisine değil, sana ve bana da bölmesini bilir, bencil değildir, elindekileri isteyenlerle bölüşür, bu yüzden saftır, aldatılması, aldanması çok kolaydır.

Vakit geçer, akrep ve yelkovan gelip gider, geriye seninle ben kalırız, hep bir şeyleri tamir eden güzel ellere sahip şairlerinin göçüp gittiği diyarlarda, yanımızda kitaplar, eski günlerin kokusu kalır.

Christian Marclay, Ali Kazma, Recep Gürgen ve Mustafa Şem'i Pek




"The Clock" isimli video çalışmasıyla Venedik Bienali'nde yılın sanatçısı seçilen Christian Marclay ve ona yardımcı olan ekibi binlerce filmi izleyip, içinde saatlerin, saatlere bakanların ve saatin kaç olduğunu söyleyenlerin bulunduğu sahneleri toplamış, bunları da bir gün esasına göre dizmiş.  "The Clock" isimli video tam 24 saatlik bir süreye sahip.

Tamamı internet üzerinde mevcut değil fakat bienal sırasında çekilmiş görüntüler mevcut. Muazzam bir iş olduğu belli, her ne kadar sinemaya karşı, video çalışmalarına karşı bir sevgim yoksa da saygı duyulacak, takdir edilecek bir çalışma olduğunu anlıyorum.

Ben de romanlarda, hikayelerde ve şiirlerde bulunan saatlerle ilgili cümleleri, paragrafları toplamaya heves etmiştim, halen toplamaya çalışıyorum, fakat bu ciddi bir çalışma değil, bitecek gibi de değil zaten.

Bu tür derleme toplama çalışmaları nihayetinde özgün çalışmalar değil, asıl güzel olan ve saygıyı içten hak eden çalışmalar Ali Kazma gibi sanatçıların yaptığı çalışmalardır bence. Kendisinin Recep Gürgen ustayı gözlemleyip, bir masa saatini tamir aşamalarını başından sonuna görüntülediği video çalışması "Saat Ustası / Clock Master" (2006) unutulmazdı mesela. Hem bir çağdaş sanat çalışması hem de bir belgesel olmasıyla önemli bir çalışmaydı.

Özgün çalışmalara daha çok değer vermek ve desteklemek gerek, Recep Gürgen gibi bir ustayı bir daha bulamazsınız çünkü.

Bu noktada Türkiye'de saatçilik sektörünün eleştirileceği çok nokta var. Yeterince güçlü bir meslek birliği olmadığından, ülkemizdeki saat kültürü de kayda geçirilemiyor, gelişemiyor ve sağlam bir arşiv oluşturulamıyor.

Oysa Mustafa Şem'i Pek'in zamanında bir belgeseli çekilseydi, bu müthiş saat ustasını daha iyi tanıyabilirdik. 

Bugün şaşkınlık verici olarak görülebilir, ancak Mustafa Şem'i ustamız, bundan 50 sene kadar önce saat ithal etmeyip kendi özgün saatlerini üretiyordu. Bugün kendi başına saat üreten böyle büyük bir ustamız yok. 
Geriye sadece kahraman ve mütevazı saat tamircilerimiz kaldı. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...