Abdülhak Şinasi Hisar'ın Saati



Her saat bir yalnızlıktır.

Her saat, onlarca veya yüzlerce parçadan oluşsa da ortaya çıkan "bütün" neticede yalnızdır. Aslına bakarsanız bir saatin esas güzelliği de burada görülebilir. İnsana kendini hatırlatır. 

Saatimize her defasında zamanı görmek için bakmıyoruz galiba. Bazen sadece zamana bakmak isteriz. Size de oluyor mu bilmiyorum, ben bir hep geç kalmışlık duygusuyla bakarım saatime. Zaman ben bakmadan biraz önce taşınmıştır sanki. Zaman hep benden önce davranır, geride kalan sadece gölgelerden ibarettir diye düşünürüm. Bu aldatıcı duygunun nedeni nedir bilmiyorum. 

Zamanı görmenin mümkün olmadığını biliyorum ama zamanda nefes alıyoruz ve zaman, içinde hapis kaldığımız, sağa sola çarparak uçmaya çalıştığımız, kendimizi kurtarmaya çabaladığımız bir fanusa benziyor. Öylesine yumuşak bir fanus ki dışarıyı gördüğümüzü zannedip seviniyoruz, sanki kurtulabilirmişiz gibi. Her saat bir sanat eseridir sadece ve her saat bir avuntu nesnesidir. Bir saat üretebilseydim adının "Havsala" olmasını isterdim. Kuş gibiyiz şu koca dünyada, ruhunu bilmediğimiz bir zamanda uçamıyoruz. 

Zamanı görmenin her zaman mümkün olduğunu biliyorum. Attığımız her adım bir saattir, dokunduğumuz her çiçek bir saattir. Zamanın görüntüsü çok, rüzgâr mı esiyor? İşte lodos saati yanımızda. Kar mı yağıyor? Kar saati olmasın isterim. Üşümek, soğuk bir saattir. Ağaçlar çiçek mi açmış? Baharın saati gelmiştir. Bir damla sıcak su ile kahveyi uyandırırsan, kahve saati olmuştur.


"Mazi hepimiz için Âdem'in kovulduğunu hatırladığı Cennet'tir. Annelerimizin yüzleri
ve muhabbetleriyle yoğrulmuş; çocukluğumuzun sevinçleri ve emelleriyle örülmüş bu mazi,
ömrümüze ikide bir ahenklerini salan bu musiki, ruhumuza eski kuvvetlerinin yeni bir hamlesiyle
esince duyduğumuz bahtiyarlık içinde anlarız ki mazinin sükûtu ve sesleri de, hüznü ve zevkleri ile gönlümüzde hâlin gürültülerine ve hislerine her zaman galip gelecektir. Herkesin dünyayı daha yeni gördüğü bu gençlik zamanlarını sevmesi ve mazinin böyle herkese hoş görünmesi mukadderdir.”
diyen Abdülhak Şinasi Hisar bir saattir.
 

Tik tak, tik tak, tik tak, insan daima yalnız bir saattir.

Ziya Osman Saba'nın saati


Kitaplığım dağıldığı için ismini vereyemeyeceğim bir saat kitabından, Nikon F90x, 2008.


GEÇEN ZAMAN


Hiç olmazsa unutmamak isterdim.
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...
Yalnız bırakmayın beni hatıralar.
Az yanımda kal çocukluğum,
Temiz yürekli uysal çocukluğum...
Ah, ümit dolu gençliğim,
İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgilim...
-Doğduğum ev. Rahatlıyacak içim duysam
Bir tek kapının sesini.
Arıyorum aklımda bir ninni bestesini...
Böyle uzaklaşmayın benden, yaşadığım günler.
Güneş, getir bir bayram sabahını.
Açılın açılın tekrar
Çocuk dizlerimdeki yaralar,
Hepiniz benimsiniz:
Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar...
Yalnız hatırlamak hatırlamak istiyorum
Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün,
Rengine doymadığım o sema,
Ahengine kanmadığım ırmak.
Bırakıp herşeyi nereye gidiyorum?
Neler geçmişti aklımdan,
Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm?
Ah nasıldı yaşamak?

         
Ziya Osman Saba

The Horophile

http://www.thehorophile.com/wp-content/themes/sight/images/logo.png
The Horophile'in logosu

Amr Sindi, zevk sahibi bir Arap genci, İsviçre'de yaşayan bir saat hastası ve saat endüstrisinin canlı parçalarından biri (kendisi en saygın saat forumlarından biri olan Timezone'un en genç editörü ve daha önce  Hublot'da çalışmış birisi).

Amr Sindi, geçtiğimiz yılın temmuz ayında, The Horophile isimli çok ama çok güzel ve nitelikli bir blog tasarlamış ve bu blogta zaman makineleri üzerine öğrendiği şeyleri paylaşıyor. Şimdiye kadar biriken yazılar sonrakilerin de iyi olacağını müjdeleyen cinsten.

Blog sahibi ayrıntılara ve edebiyata düşkün biri olunca sitenin logosu ve hata mesajına eşlik eden görsel de Alice'in meşhur tavşan arkadaşı oluyor elbette.  


The Horophile, Türkçe bir site değil İngilizce ama kaliteli içeriği ile takip edilmesi gereken bloglardan biri, bir kenara not almak gerek diyorum.


http://www.thehorophile.com/wp-content/themes/sight/images/404.jpg
Hata mesajındaki şaşkın tavşan

Bu tik-tak sesleri nereden geliyor?



Dün Nomos metro kitapçığından yapılan harika bir çeviriyi/yazıyı okumayı bitirdiğimden beri Usta Saati'nden söz etmek istiyorum. Usta Saati internette en sevdiğim saat blogu olma özelliğini ilk açıldığı günden beri koruyor.  "Usta saati" her zaman kaliteli ve üst düzey içerik sunan enfes bir blog. Laf salatasından ve bilineni tekrarlamaktan uzakta duran öyle güzel bir blog ki saatlere ilgi duyan herkesin bu blogu okumasından büyük fayda var bence. 


Ama Nomos deyince aklıma hemen Ömer Aydın geliyor! Daha önce Biçim işlevi izler başlıklı bir yazıda Nomos saatlerinden söz etmiştim. Nomos; sade, çok düzgün ve bütün sadeliğine karşın içi çok zengin, tarihle, bilimle ve sanatla dolu dolu bir saat. Yani Ömer Aydın gibi bir saat! 

Ömer F. Aydın
 
Beni tanıyanlar bilir, Ömer Aydın deyince akan sular durur. Hemen onu övmeye başlarım. Nedenlerim ise çok sağlam: Daha önce kendi halimde, kendi dünyamda takılırken, bu okuduğunuz mekaniksaat blogu vesilesiyle kütüphanemden çıkıp sosyalleştiğim 2008 yılından beri saatlerle ilgilenen çok insan tanıdım. Bir kısmı tamirci, bir kısmı benim gibi meraklı bir kısmı da sektör çalışanı ve tüccardı. Her alanda işini iyi yapan birileri vardır lakin bir de iyilerin en iyisi vardır. Ömer Aydın ise bu sektörde benim tanıdığım en iyi tüccardır. İtiraf edeyim ben onun Sirkeci'deki mağazasına saatlere veya dolmakalemlere bakmak için değil onu görmeye gidiyorum.

Öyle bir tüccar düşünün ki, iyi bir kitap okuru olsun, kültürlü, bilgili olsun, nezaket sahibi olsun, müşterisine saygı duysun, hatta müşterisini, müşteri olarak değil aynı konuya ilgi duyan bir arkadaş gibi görsün! Var mı böyle bildiğiniz tüccar? 

Benim bildiğim, tanımaktan gurur duyduğum biri var:. Ömer Aydın işte bu söylediğim gibi şahane bir tüccardır, hatta bence bildiğimiz anlamda tüccar değil, öyle bir tüccar olsa, yani para kazanmaktan başka bir şeyi dert etmese şimdiye özel uçağıyla dünya üzerine yayılmış Tevfik Aydın mağazalarını teftişe çıkmış olurdu! Ömer Bey'in derdi sadece para kazanmak değil aynı zamanda müşterisinin kalbini de kazanmak istiyor. Bu nedenle onu diğer tüccarlardan ayırır ve överim, kimseye de laf ettirmem.

Mekanik saatlerle, dolmakalemle yeni tanışan bazı arkadaşlarıma veya bana telefon/e-posta yoluyla bu konuları danışanlara fırsat bulursam Ömer Bey'i anlatıyorum da abarttığımı düşünenler oluyor. Böyle bir şey sezdiğim her vakit içimden gülüyorum. Çünkü biliyorum ki Ömer Bey ile karşılaşan biri benim az bile söylediğimi hemen anlayacaktır.

Sahi bu tik-tak sesleri nereden geliyor? Ömer Bey'in kalbinden geliyor olmasın? 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...