Başkasının Saatine Bakmak

Zenith, Şule Gürbüz koleksiyonu.


Kişi saate meraklı olunca başkalarının saatlerine de aşırı bir ilgi duyuyor. Yolda, kütüphanede, işyerinde veya bir sahaf dükkanında ister istemez gözüm başkalarının kolundaki saate gidiyor. Çoğunluk bir hayal kırıklığı yaşarım. Metroda, otobüste gördüğüm saatlerin çoğu sahte olduğu için sahipleriyle konuşmayı bile düşünmeden uzaklaşıyorum.

Kimi zaman da enfes saatler takanlara rastlıyorum. Onlar da zaten sıradan insanlar olmuyor.


Catherine Pinguet ve babasının saati.


Mesela 2009'da saat meraklısı arkadaşlarla Beyoğlu'nda yürürken sokakta bir kadınla karşılaştık, daha doğrusu kolunda çok güzel bir saat olan bir kadınla karşılaştık. Hemen heyecanla sorular sorduk. Meğer babasının saatiymiş. Babası bu saati II. Dünya Savaşı yıllarında Paris'te satın almış. Biz o sırada konuştuğumuz insanın bir yazar olduğunu, kitaplarından birinin imza günü ve röportaj için o saatte tesadüfen orada olduğunu bilmiyorduk.

Galiba saatler insanların hikayelerini üzerinde taşıyor.

“Parçalanmış Zaman”

Michal Rovner’ın 1 ton ağırlığındaki “Parçalanmış Zaman” isimli çalışması. (Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu, Yer: Rumeli Hisarı Perili Köşk)
Şule Gürbüz, Coşkuyla Ölmek kitabının 141. sayfasında; "Anlamak bir, sezmek bindir, anlamak bir müddet içinizde yürür, anladığınızda bir amorf da olsa şekil alırsınız. Sezmek şekilsiz ve hep sancılıdır, her gün yeni bir sancı doğurur." diye yazmış.

Saatlere baktığımızda saatin kaç olduğunu anlıyoruz, öğreniyoruz ama daha çok zamanın ne olduğuna ve nereye gittiğimize ilişkin biçimi olmayan, zehirli bir hisse de kapılıyoruz sanki.

Şimdi saat kaç?

Aynı kitabın 120. sayfasında ise şöyle bir cümle çıkıyor karşımıza: "Önümde sayısız zaman ve ben bütün perişanlığımla bu zamanların arasında vardım."


Huzursuz saatlere

Sabah, 08:15. 6 Ağustos 1945, Pazartesi, Hiroşima, Japonya

Keşke toprağın iyileştirme gücünü anlayabilseydik, keşke bakışlarımız kuşların sahipsiz bakışlarına yaklaşabilseydi, keşke suyun derinliğine sahip olabilseydik.

Düşünmek için bir saat



Bir bardak su, bir saat, düşünmek için yeterli.

Bir zamanlar su saatleri vardı. Sudan yararlanıp çeşit çeşit otomatlar yaptı zamanbilimciler.

Su, insanın zamanının başlangıcında vardı, bitiminde belki olmayacak, zaten pek çok şey bittiğinde özne orada bulunmaz.

Mekanik saatleri suya benzetiyorum bazen. Bir bardak su kadar ferah bir havaları var. İnsana benziyorlar, bazen bir işe yarıyorlar, bazen üzüyorlar, bazen sevindiriyorlar, bir sürü parçaları var. Onlar da hastalanıyor, onlar da yıpranıyor ve tuhaf hayatımıza tanık oluyorlar. Denizin koca karanlık suyu gibi tarihe tanıklık ediyorlar, sadece o kadar. Bir bardak su. Bir saat.

Dünyada kendimizi çok önemsiyoruz galiba. Kainatta bir noktacığın içinde bir noktacık olarak haddimizi aşıyoruz bazen. Oysa su gibi olmak lazım hayatta. Akıp gitmek gerekli, zamanın içimizden kanatlanıp geçmesine izin vermeliyiz, bir şeyleri tutmaya çalışmayalım, biz faniler, zamanı olduğu yerde tutmaya çalıştıkça keskin köşelerini giderek kaybeden taşlar gibi ufalanıyoruz.

Bir bardak su, bir saat, düşünmek için yeterli.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...