EFSANEVİ SAATLER 1: CARTIER TANK, 1919


Cartier Tank, 1919



CARTIER TANK, 1919

Herhalde yüzyıl önce tanklara kimse Louis Cartier gibi bir esin perisi olarak bakmıyordu. I. Dünya Savaşı sırasında kullanılan tanklardan (özellikle Renault FT-17'nin tepeden görünümü ilham verici olmuş) yola çıkan Louis Cartier, 1917'de tasarladığı "tank" modelini savaşın sona ermesinin ardından 1919'da satışa sundu. 

Cartier Tank, küçüklüğüne rağmen büyük tezatlarla dolu bir saattir: Hem kadınsı bir görünüme sahip ve bir mücevher gibi son derece zarifti hem de erkeksi bir isim taşıyordu, yalın çizgilere sahip ve sağlamdı. 

Kadran tasarımı, Romen rakamlarının dağılımı, dakikaları gösteren tren raylarına benzer çizgiler daha önce de (ama kare şeklinde) kullanılmıştı. Ancak Cartier Tank saatinin dikdörtgen oluşu her şeyi değiştirdi: Rakamlar kare şeklindeki bir kadranda sıkışmış görünürken dikdörtgen bir kadranda son derece dengeli görünüyordu. 

Cartier Tank sanat tarihinin ünlü altın oranına benzer bir güzellik ölçüsünü yakalamıştı. Lüks saatlerin ve kol saatlerinin ilk öncülerinden biri olan Tank modeli, cep saatlerinin yaygın olduğu bir çağda, şıklığıyla, sade ama etkileyici ölçüleriyle çok cazip görünüyordu, dolayısıyla zevk sahibi insanları kendine çekti. 

Günümüzde Cartier Tank saatleri, 3 modelden oluşan Tank Louis Cartier ve 9 modele sahip Tank Solo ailesiyle birlikte farklı büyüklük ve kadran tipinde 6 farklı koleksiyondan oluşuyor. 24 modelden oluşan Tank Americaine ailesi ilk kez 1980'de, 11 modelden oluşan Tank Française ailesi ilk kez 1996'da, 60 modelden oluşan Tank Anglaise ailesi ise ilk kez 2012'de piyasaya sunuldu ve gelişti. Bir yıl sonra da 14 modelden oluşan Tank MC ailesi geldi.


 
Cartier Tank MC Skeleton


The Big Watch Book 2



İlk sayının ardından koca bir yıl geçti. Bu arada daha önce Çölde Gitar Çalmak yazısında sözünü ettiğim ve editörlerinden biri olduğum The Big Watch Book'un saat tasarımı temalı ikinci sayısı hazırlandı. Bir süre önce de kitabevlerine dağıtıldı. Dergide zaman ölçümünün tarihinden ünlü saat tasarımcılarına kadar çeşitli konular var.

Meraklısı için; Zamanın Yaşlı Bir Kaplumbağa Olarak Portresi, JS Watch, Bir Rönesans İnsanı: Giuliano Mazzuoli, Zamanı Arayan Saatler, Girard-Perregaux, Saatlerin Mekanizma Tasarımına Övgü, Efsane Saatler 2, Nebra Yıldız Haritasından Mekanik Bir Saat Yapmak: ochs und junior başlıklı yazılarımı bir kenara bırakıyorum ve ikinci sayının en güzel tarafı içinde Şule Gürbüz ile bir söyleşi olmasıdır diyorum. 

Şule Hanım, söyleşimizde kitaplarından aşina olduğumuz üslubu ile önemli şeyler söyledi. Mesela: 
"İnsan hangi bulutun altında ise onun yağmuru üzerinize yağıyor. Temiz ve sükûn dolu, çok çalışarak az bir işin bin meşakkatle ortaya çıkarılabildiği bir atölye ömür sürenle bin hayhuyun döndüğü yerde nefes alan insanın benzi aynı olmaz elbet. Oraya oranın tesiri yağar buraya buranın. Herkes bulunduğu yerin rahmeti ya da illeti altında kalır. Ben kendine fazla emniyet ederek kalabalığa karışanın, o sözler, yaşantılar ve telakkiler arasında kalanın belki burun kıvırdığı herkesten nihayette farklı olabileceğine inanmıyorum."

Pera Müzesi'nde sergilenen, Mustafa Şem'i Pek yapımı saat
Söyleşi uzun, toplam 6 sayfa ama söyleşinin bir yerinde Şule Gürbüz'ün çok sevdiğim usta Mustafa Şem'i Pek hakkında anlattıklarını alıntılamadan geçemeyeceğim:



"Çemberlitaşlı Mustafa Şem’i Bey son büyük ustalarımızdan, Selim Bil’i de yetiştirmiştir. Bütün saatlerini ve bazı koleksiyonlardaki masa saatlerini de tamir ettik, 19.yy sonu Fransız ustalarının yolundan gitmiş, Atatürk döneminde gelen Alman teknisyenlerle çalışmış, çok çalışkan ve mahir bir usta. İstanbul’un eski meslek liselerinden Sultanahmet Meslek Lisesinde mekanik dersleri verirmiş. Kule saatçiliği gibi tam o dönemde açılan bir kapıdan girmiş ve kendi döneminde başka mekanik kule saati makinesi yapan yoktur. Ayrıca kule saatleri ve mabeyn saatleri için büyük ölçekli barometreler termometreler de yapmıştır. Unutmadan Boğaziçi Üniversitesi kule saati de onun yapımıdır. Bilinmeyen, bence de en önemli eseri Karaköy’deki Denizcilik İşletmelerinin, bilinen adı ile Liman Lokantası'nın üstündeki İstanbul’un en büyük cephe saatini o yapmıştır. Bu saat bir ilk olarak yaz-kış farkı ile mekanik olarak kendini ayarlayan bir aydınlatma sistemine sahipti. Bu saatin periyodik bakımını yıllarca Recep Usta yapmış. Ancak maalesef bir gün denizcilik işletmeleri bu kıymetli saati hiç sebepsiz söküp depoya kaldırmış yerine de uyduruk bir dijital saat koymuşlar. Saat sökülürken de o kadar hoyratça sökülmüş ki daha sonraları ben de ayniyat depolarında saatin halini gördüğümde dert sahibi olmuştum. Tamir ettirmek, yerine tekrar koydurmak mümkün olmadı, şimdi nerede olduğunu da bilemiyorum. Mustafa Şemi'i'nin de kadrini bilen muhakkak vardır ama biz bu uğultuda onun ya da onların sesini duyamıyoruz. Gerçek iş ve oluş sahipleri kadirlerinin kıymetlerinin bilinmesini pek umursamazlar, bunun olamayacağını da bilirler, bu bir denklik meselesidir çünkü. Başkasının kolayca kadrini vereceği birinin zaten kolay hesaba gelir, kolay anlaşılır ve düşükçe bir kadri vardır. Hiç bilinmeyen, bilinmemiş, tümden gözden ve dilden uzağa düşmüş nice kimseler de varken hakkını burada teslim almaya çalışmakta hiçbir büyük ruh ya da sahici insan gayret göstermez. Onun yeri burası değil, hele bir etraf boşalsın, sakinleşsin biz bize kalalım, orada zaten herkes birbirini tanır bilir."
 
Not: Utangaç okurlardan gelen sitem dolu e-postalar için teşekkür ederim. İkinci sayı çıktığı için şimdi blog ile daha fazla ilgilenme fırsatı bulacağım. Bir kenarda biriken yazıları da yavaş yavaş paylaşırım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...