1 gün 20 saat olabilir mi?



Dün gazetelerde güzel bir haberin yanında hoş reklamlar da vardı, ne yazık ki Haşmet Babaoğlu yazısını yazayım derken bu yazıyı bir gün gecikmeli aktarıyorum:

Öncelikle dünkü güzel ilanlar şöyle: Milliyet'te Brietling (3.sayfa) Hürriyet'te Longines (2.sayfa) ile Raymond Weil (4.sayfa) ve son olarak Türkiye'de Longines (tam sayfa). Bugün de (30 Aralık 2008) gazetelerde Longines (Hürriyet, Türkiye) ve Raymond Weil (Referans, Hürriyet, Vatan, Türkiye) ilanları güzeldi.

Sözünü ettiğim haber dün sadece 2 gazetede yayımlandı, bunu söylerken internet sitelerini dikkate almadığımı belirteyim.

Sabah gazetesinin arka sayfasındaki haber daha güzel kullanılmış bence, aynı haber Vatan gazetesinde arka sayfada logonun yanına yapıştırılmış gibi duran bir habercik olmuş.

Haber şöyle:

"İsviçreli saat tasarımcısı David Chanson, zaman kavramına yeni bir boyut getirdi. 34 yaşındaki tasarımcı, kendi adını taşıyan kol saatlerinde bir günü 24 değil 20 saat olarak hesapladı. Saatinin kadranında 12 değil 10 saat dilimi bulunan; dakika ve saniyeleri de buna uyarlayan Chanson, böylece kullanıcıların işinin "daha kolay" olacağını iddia eti."

Tabii haberi yazan bilmiyor, ancak bu sistem aslında hiç de yeni değil, 1789 devriminden sonra bir süre Fransa'da uygulanmış ancak tutulmamış. Hatta adını unuttuğum bir Türk saat ustasının 1910'larda bu şekilde yaptığı bir saat dahi var.

Oysa bir zamanlar Avrupa'da Aziz Benoit kuralları gereği gündüzler 7 saat, gece ise bir saatti :)

Modern insanın kolundaki şık saat neyi gösteriyor?



Gazete dergi takip ederim, haberleri keser biriktirim ancak pek öyle köşeyazarlarını takip eden birisi değilim. Forum.DonanımHaber.com üzerindeki saat forumunu düzenli olarak takip ediyorum, çok da yararlı bir forum, işte orada gördüm, Haşmet Babaoğlu 15 Kasım 2008 tarihinde Sabah gazetesindeki köşesinde saatler üzerine hayretler içinde okuduğum bir yazı yazmış meğer.

Yazıda özetle, günümüzde artık kol saatlerinin işlevlerinin kalmadığı, bilezik niyetine takıldığı, bu bileziklere milyonlarca dolar harcandığı, bunun da kendisini ne kadar üzdüğünü yazmış.

Şöyle cümleleri var ki inanılmaz:

"Bu saat meselesi... Modern kapitalizmin tüketim girdabında nasıl boğulup gittiğimizi en iyi anlatan örneklerden biri..."

veya şu cümledeki fikirler de akıllara zarar:

"Oysa bu işlevi kimsenin umurunda olmayan pahalı saatler için İsviçre'deki atölyelerde hala eski özenleri ve incelikleriyle çalışıyor ustalar."

Yazının sonuna doğru başlığa aldığım cümleyi de okuyunca kendimi bir tuhaf hissettim:

"Modern insanın kolundaki şık saat neyi gösteriyor?"

Yazıda sözünü ettiği arkadaşı kimdir bilemiyorum elbette, ancak kolunda bir kaç bin dolarlık bir saat taşıyan kimse aptal olmasa gerek. Peki neden saatine değil de cep telefonuna bakıyor da sayın Babaoğlu'na böyle garip bir yazı yazdırıyor? (Ya saatine alışamadığından veya saatiyle cep telefonunun saatini eşitlemek istediğinden olabilir.)

Sanıldığının aksine gazetelere dergilere televizyonlara haber olan o çok çok pahalı saatlerin sayısı son derece azdır, özel üretimdir, platin gibi işlenmesi zor ve altından daha değerli madenlerden yapılmıştır, koleksiyonluk değerleri vardır.

Çanak çömleğe binlerce dolar verenler neden yüzlerce parçanın uyum içinde çalıştığı, saati göstermesinin yanında hangi yılda, hangi ayda, hangi günde olunduğunu, ayın evrelerini gösteren, saniyenin 10'da birini değil 100'de birini dahi mühendislik harikası mekanik çözümlerle ölçen ve pile ihtiyaç duymayan bir makineye çok para verilmesini anlamazlar?

Benim beğendiğim ve sevdiğim saatler 1975 öncesi üretilmiş olan mekanik (otomatik) saatler zaten çok pahalı değiller fiyatları 200-300 ytl civarında, "ben bir saate bu kadar para bile vermem 5 liraya saat satıyorlar sokakta" diye beni azarlayan insanlar da tanıdım, 'kime göre neye göre' diye bir deyim var, kimine çok pahalı gelen bir nesne kimine çok ucuz gelebilir, hayat standartları ile de ilgili biraz, ayrıca biraz da kültürle ilgili:

Çünkü çok zengin olup da kalitesiz saat kullanan, kötü giyinen, plastik kalem kullanmaktan hoşlanan insanlar da var, zengin olmayıp da kolunda sanat eseri standartlarında saati olan da. Bazen para ile damıtılmış zevk buluşmayabiliyor.

Babaoğlu'nun talihsiz yazısı dolayısıyla üzerime alınmadım ve üzülmedim de, ancak binlerce dolara sahip olsam elbette bir saat koleksiyonu yapar ve pahalı saatler alırdım. Çünkü insanın kolunda bir sanat eseri taşıması kadar hoş olan şeylerin sayısı son derece azdır diye düşünmekteyim bu dünyada. Köşelerinde mızmızlanıp da bu durumu anlamayanlar olabilir, hoş görmeye gayret ediyorum, fakat insan bir yerde dayanamıyor, bir şeyler söyleme zorunluluğu hissediyorum.

Evvela şunu anlayalım saatler işlevleri dolayısıyla bilezik değildir, bilezik niyetine kullanılabilir o ayrı. Ne yazık ki salt bilezik niyetine kullananlar da vardır, olsun, bu kesinlikle hakiki saatlerin değerini düşürmez. Bazı insanların saatlerine verdikleri parayı bilinçli olarak harcadıklarını söylemek zor elbette. Zaten pahalı saat taşıyan çoğu kimsenin kuartz ile otomatik arasındaki farkı bile bilmiyor olmaları ihtimal dahilinde, büyük olasılıkla bunu Haşmet Babaoğlu da bilmiyor.

Üzüntü verici olan ise saatin ruhundan haberi olmayan ancak eli kalem tutan insanların böyle şeyler yazabiliyor olması. Oysa emek verilmiş bir saat, sadece bir saat değildir, her şeyden önce insanoğlunun zamanı ölçmedeki inatçılığını gösterir. Bir saat bizi tarihe bağlar salt bu yüzden bir saat değildir, ruhu vardır, sizinle hareket eder, sizinle yaşar, sizinle ısınır, sizinle üşür.

Haşmet Babaoğlu'nun yazdığı gibi olmadığı için bilgisayarın sağ alt köşesindeki sayısal saat veya cep telefonundaki saat benim gibi bazı insanları mutlu etmiyor, edemiyor. Oysa Babaoğlu'nun da tespit ettiği gibi çevremizde bize zamanı gösteren kaynakların sayısı modern dünyanın olanakları sayesinde arttı. Ama yine de saat kullanıyoruz.

Günlük bir yazıyı kurtaran düşünceler bana kalırsa ne yazık ki daha derinde olan felsefeyi algılamakta güçlük çekiyor.

Pahalı saatleri "Lüks bilezik takma tutkusu" diyerek aşağılıyor köşe yazarımız ancak kültürü, sanatı ve tarihi görmezden geliyor, denizin yüzeyine bakarak yazıyor, dibini görmüyor.

Kolundaki saatin kıymetini sadece kullanılan metalin cinsi ile ölçen insanlardan ben de utanıyorum elbette, bu insanlar saatlerden anlamıyor, fakat o güzelim sanat eserlerini takı niyetine kullanıyorlar diye onları ayıplamıyorum. Bilgisi olmasa da saatin güzelliğini takdir ediyorsa sorun yoktur bence. Bir güzelliği paylaşmak için çok bilgili olmanız gerekmez, sezgileriniz ile de bazı şeylerin tadına varabilirsiniz. Açıkçası sezgilerine güvenip de kaliteli ve özgün bir saate para veren insan benim gözümde güzel insandır, saatten çok anlaması gerekmez, tıpkı müzelerdeki olağanüstü güzellikteki sanat eserlerini gördüğümüz vakit hissettiğimiz hoş duyguların bir yerde bilgi ile ilgisi yoktur zaten.

Haşmet Babaoğlu'nun sorusu güzel bence, yüzeysel olan yanıtı ise külliyen yanlış.

Modern insanın kolundaki saat bize bir saçmalığı değil, geçmişimizi ve geleceğimizi gösteriyor.

Kötü saat yoktur, az reklam vardır



Kahvaltı ederken bir yandan Milliyet'i okumaya başladım, ancak 21. sayfaya gelince şaşırdım. Tam sayfa Cerruti 1881 ilanı günün en güzel sürpriziydi. Aklıma ocak ayında Hürriyet'te okuduğum ve Sadi Özdemir'in yaptığı güzel bir haber geldi. Linkteki haberin okunduğunu varsayarak konuya geçiyorum.

Cerruti 1881 saatlerini ne zaman görsem köşeli İtalyan tasarım geleneği üzerine düşünmeden edemiyorum artık. Bu düşüncelerden sonra oradan "bir saat nasıl tasarlanır?" gibi sorulara geçiyorum. Saat tasarımı konusu bu kısa yazıya sığmayacak kadar uzun. Ancak saatlerdeki her ayrıntının hayat tarzı (meslek, düşünme tarzı, kitap okuma alışkanlığı, kültür ve sanatla ilgilenme, eğitim, arkadaş çevresi, aile kültürü ve ego) ile yakından ilgisi var.

Kuşkusuz Cerruti 1881 aslen giyim sektöründe iddialı olan ancak sonradan saat sektörüne giriş yapan (Cerruti 1881 saat sektörüne 1991 yılında dahil oldu) diğer firmaların ürünleri gibi dikkat çekici ve şık saatler üretiyor. Ancak Cerruti 1881'de -belki de bana öyle geliyor, başkaları öyle düşünmüyor olabilir- benim dikkatimi çeken grafik yapının(köşeli akrep yelkovan, iri sayılar) saatin özünü sakladığı yönünde. Hemen bütün Cerruti 1881 saatlerinde bu tasarım anlayışı var, saati saat yapan unsurlar (saatin mekanizması gibi) geri planda ama grafik sunumun yarattığı etki öne çıkarılmış.

Zaten bugün gördüğüm ilandaki saatin teknik özellikleri de hiç anlatılmamış. Elbette her saatin teknik özelliği anlatılmalı diye bir kural yok (olsa güzel olurdu hani). Sadece kişisel olarak reklamını gördüğüm saatin gerçek bir saat olup olmadığı konusunda ikna olmak istiyorum o kadar. Cerruti 1881 saatlerini satın alanların giyimlerine özen gösteren şık insanlar olduklarını tahmin ediyorum ancak nedense saatlerine sadece bir aksesuar olarak baktıklarını zannediyorum.

Unutmadan, bu tarz reklam çalışmalarını çok beğeniyorum. Saat reklamlarında tıpkı araba reklamlarında olduğu gibi özne saat olmalı, bir saat reklamında ünlü bir insanı görmek beni etkilemiyor hiç, tanıdıklarım arasında etkileyen kimseyi de görmedim.

Acaba saat reklamlarında ünlü insanların olması satışları artırıyor mudur?

Hiç sanmıyorum.

Zaman makinelerine övgü




"Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya"
(Gülten Akın)

Belki biliyorsunuz, bütün saatler öncelikle insanların öyküsünü anlatır. Bu bitmeyen öyküde muhtemelen en az üç bin yıl önce gündüzü bölümlere ayırarak işe başlayan atalarımızdan miras fikirlerin tarih boyunca geliştirilerek günümüzdeki saatlere dönüşmesi gibi heyecan verici olaylar yazılıdır, yeni fikirlerle de yazılmaya devam edilmekte.

Saatlere salt bir makine olarak baktığımızda bile insanın gücünü, insanın dehasını ve nihayet insanın zayıf yönlerini görebiliriz. Bununla birlikte saatler, yani süreölçerler sadece bir makine değiller, saati sıradan bir makineye indirgemek ve öyle değerlendirmek zamanı da yanlış değerlendirmek anlamına gelebilir.

Hep bir şeyler anlatır saatlerimiz. Üzerimizde rahatlıkla taşıyabildiğimiz yüzlerce parçadan oluşan zamangöstergelerinin anlattığı şeylerden birincisi, bir insanın zamanı bütünüyle kontrol edemeyecek olması, ikincisi ve daha çarpıcı olanı ise zamanın gücüne asla boyun eğmeyeceğimizi de cesaretle vurgulamasıdır. Zafer ve yenilginin aynı anda sunulduğu bir nesnedir saat.

Güzelliğin ve teknik gelişmelerin bileşimi olan bu cihaz, kalbimize benzeyen düzeneğiyle hayatımıza eşlik ediyor, bizimle yürüyor, bizimle duruyor. Pahalı ya da ucuz, platin veya çelik, ne türlü malzemeden yapılmış olursa olsun, bir saat, ne zaman ihtiyacımız olursa o zaman baktığımız bir saat, günlük yaşantımızı bir düzene kavuşturan bir saat, aslında o kadrana her bakışımızda kendimizi, ömrümüzde olup biteni görmekte olduğumuzu da hatırlatır.

Bize özel üretilmiş kutsal bir metin gibi zamanın izlerini her okuduğumuzda ruhumuza da iyi gelen, bazen durmadan hep aynı yerden geçiyormuşçasına zamanda kaybolmuşluk hissi veren, bazen acımızı hafifleten, bazen artıran, bazen sevincimizi azaltan, bazen çoğaltan saatlerimiz, sadece saniyeleri, dakikaları değil böylelikle hayatımızın işaretlerini de gösterirler.

Acaba, duygusal bağlar kurduğumuz, mekanizmasına ve işleyişine hayran olduğumuz saatlerimizi nasıl seçiyoruz? Belirli bir zaman içinde ve yoğun emek verilerek hazırlanmış olan, kolumuzda durmayı hak eden saatleri arzuladığımız vakit, kalbimizde ve zihnimizde bizi anlatan bir şeye bakarak karar veriyoruz belki.

Güzel ama nedir bu şey? Hiç kuşkusuz kültürle ilgili bir şey olmalıdır, dünya ile nasıl iletişim kurduğumuzla ilgili bir şey, hayatta durduğumuz yerle, sanata olan ihtiyacımızla, zanaatkârlığa duyduğumuz güvenle, yeryüzünün birikimlerine olan ilgimizle, binlerce yıldır gelişmeye çabalayan hem olağanüstü hem de oldukça dertli olan uygarlığımızın düşündürücü yapısıyla ilgili bir şey.

Kolunuzdaki mekanik sistem sadece saatin kaç olduğunu gösteren bir zaman makinesi değildir, sizin kim olduğunuzu da anlatan simgesel özellikleri olan bir düzenektir. Saatiniz geçmişe duyduğunuz saygıyı, geleceğe olan inancınızı gösteren bir bağlantıdır.

Özellikle çevre dostu olan mekanik saat teknolojisinin yüzlerce yıllık bir tarihi vardır. Saatiniz estetik beğeninizin düzeyini de işaret eder, klasik, modern veya başka çizgilerden hangisine yakın durduğunuz saatinize bakılarak söylenebilir.

Saatimizi kolumuzdan/gövdemizden çıkarıp masaya bıraktığımızda hemen soğuması, belirli bir süre kullanmayınca da durmasının mühendislik tarafını bir kenara bırakırsak, sevdiklerimizle/hayata dair hissettiklerimizle ilgili bir anlamı daha olabilir belki.

Bütün bu sözü edilen fikirlerden azade, birlikte yaşamayı seçtiğimiz saatler iyi/kötü veya ucuz/pahalı fark etmeden bize zamanın akışına tanık olmayı sağlar ki, bu da bir ölümlü için az şey değildir hani.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...