Swiss Watch Makers dergisi



Geçtiğimiz hafta Beşiktaş'ta Önce Alkım ardından Kabalcı Kitabevlerinde saatlerle ilgili teknik bir sözlük arıyordum. Tabii bulamadım. Sonra Kabalcı'da üst katta dergilere bakayım dedim, burada "Swiss Watch Makers" isimli dergiyi gördüm. Dergi önce biçim (kağıdı, fotoğrafların kalitesi) sonra içeriğiyle nihayetinde ise 20 TL'lik fiyatıyla ilgimi çekti.

Üstelik derginin bu 3. sayısında haklarında ne bulursam okumak istedğim "BNB Concept" çalışanları ile ilgili bir yazılar vardı onun için aldım. Diğer yabancı saat dergileri 40 TL'yi aşan fiyatlarla satıldığı için üstelik içleri yazıdan çok ilanlarla dolu olduğu için şöyle bir baktım ama zaten bir kaç tane dergi almıştım, bir tane de saat dergisi yeter diyerek diğerlerine hiç bulaşmadım.

Yukarıda son sayısının kapağı var, internet üzerinden dergiyi okumak, sayfalarını çevirmek mümkün - elbette gerçek derginin yerini tutmaz orası ayrı fakat bir fikir vermesi açısından ilgilenenlerin bakması gerekli bence.

Bu tür dergilerin sevmediğim yönleri de var: Mesela sadece lüks ürünlere yer vermeleri, eski saatlerden veya saat tarihinden, antika saatlerden, büyük saat ustalarından neredeyse hiç söz edilmemesi. Dergilerdeki yazarlar da ekonomik verilerden yola çıkarak saat endüstrisinin içindeki durumunu bıkmadan usanmadan aynı sözcüklerle değerlendirip duruyorlar.

Bir saat dergisinde ne olmalı peki? Bana kalırsa hemen her sayıda saat sektörü çalışanlarıyla röportajlar olmalı, onlara "Şimdi ne yapıyorlar, ilerde ne yapmak istiyorlar?" gibi sorular sorulmalı, saatlerle nasıl tanıştıklarını anlatmaları istenmeli. Sonra eski büyük saat ustalarından söz edilmeli. Kim hangi yeniliği yapmış? Zaman içinde neler değişmiş? Sonra saat müzeleri tanıtılmalı, ama 2-3 sayfada geçiştirilmemeli, uzun uzun anlatılmalı. Koleksiyoncular da çok önemli. Onların koleksiyonlarında bulunan ve sevdikleri saatleri göstermeleri, neden bu saatleri diğerlerine tercih ettiklerini anlatmaları istenmeli.

Tabii ben böyle bir saat dergisini bayıla bayıla okurum da başkalarının canı sıkılabilir. ;)

İyi ile kötünün bahçesinde

Benim replika bir saatim yok, edinmeyi de hiç düşünmedim, yine de replika kullananları hor görmem, hor görülmemeliler çünkü heves edip edindikleri saatlerin gerçek'leri çok pahalı, malum klişeyi de unutmayalım "taklitler asıllarını yaşatır" derler.

Aylar önce bir akşam, tesadüfen her saat sevdalısının edinmek istediği forumlarda da çok adı geçen binlerce dolarlık bir saati koluma alıp taktım, şurasını burasını kurcaladım, arkasından saatin içindeki cümbüşü seyreyledim ve çok şaşırdım, çünkü bu saatin diğer saatlerden işçilik bakımından çok farkı vardı elbette, mekanizmasından gelen ses tam Herbert von Karajan yönetimindeki Berlin Filarmoni Orkestrası'nın müziğine benziyordu, irili ufaklı bütün parçalar bir uyum içerisinde hareket ediyordu, saatin yapımında kullanılan malzeme de çok kaliteliydi çok da hafifti, merak ettim ancak hangi madenden yapıldığını sormaya da utandım.

Şaşkınlığım geçtikten sonra bir süre sonra genel olarak hiç haz alamadığım bir saat olduğunu dehşetle farkettim. Benim 70'lerin başında üretilmiş ve bunca yaşına rağmen günde 10 saniye sapması olan vefakâr Tissot'm çok daha albenili geliyor bana, teşekkür ederek çok güzel saat olduğunu söyledim, ama bana hitap etmediğini de söyledim.

Demem o ki bazen hakikat dahi tahammül edilemez olabilir, o zaman bari gerçeğin görüntüsüyle kendimizi avutalım diye düşünebiliriz.

Ancak replikaların ahlaken doğru bir yerde durmadıklarını da söylemek gerekir. Replikalar gösterişli ve ahlaksızca insanı gıdıklayan nesnelerdir.

En ucuz hakiki saat, en pahalı replikadan daha iyidir.

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN



Bazı düşüncelerin zaman içinde nesnelere bile dönüşmesine hep şaşırmışımdır. Çoğu düşünce hedefe koşan sporcular gibidir ama çoğunlukla bir tanesi kazanır. Diğerleri de sıralamaya girer, sonra diğerleri de zaman içinde kazanabilir, bir gün birincinin hiç hatırlanmadığı bir zaman da gelir, unutulur, yeniden hatırlanır, sıralamada sonuncu olan fikir de bir gün gelir kazanabilir (ve kalıcı olabilir de) bilinmez. Tahmin edileceği üzere pek çok düşünce de zaman içinde eriyip gider, kaybolur.

500 yıl önce o zamana göre olağanüstü şeyler düşünen biri vardı. Düşündüğü şeylerin bir bölümünü defterlere çizdi durdu. Epeyce bir kısmı çizgi olarak kaldı, yaptıkları yinelendikçe adı büyüdü, fikirleri başka fikirleri doğurdu.

Seneler geçti aradan, o çizimlerin ve düşüncelerin benzerleri farklı biçimlerde ve farklı mantık düzenekleriyle de olsa hayata katıldılar.

Aslında bunların bir kısmını 2000 yıl önce birileri daha düşünmüştür belki, ama o zamanlar daha önemli başka başka şeylerin peşindeydi insanlar, düşünce farklı bir doğrultuda ilerliyordu ve daha işlevseldi. Dünya tarihini düşününce ölüp giden insanlar gibi o kadar çok fikrin çürüyüp gittiğini veya dağıldığını, nasıl olup da biçim değiştirdiğini farketmemek mümkün değil.

Ama benim şimdi koyu ve şekersiz bir kahve içmem lazım. Yıllar içerisinde tadı kaçan şarap benzeri ölen fikirlere saygıyla kupamı kaldırıyorum...

Hayat biz olmasak da devam ediyor, fikirler dolaşıp duruyor.

GEÇEN 67 YIL



Ali Aydınoğlu'nun saatleri tamir ettiği dükkanı İstanbul'da, Beyoğlu'nun arka sokaklarından birinde bulunan küçük ve çok sevimli bir mekân. Daha çok torunu Aydın Aydınoğlu ile çene çalsam da dükkâna ne zaman uğrasam Aydın Bey olmasa da bir kenarda oturur ve dükkandaki sesleri dinlerim. Camekân'ın arkasından Ali Aydınoğlu'nun saatleri tamir etmesini izlerim. Kapının önünden insanlar gelip geçer, gürültü patırtı olur, biri diğerine seslenir, köpekler kediler görünüp kaybolur bazen.

Ali Aydınoğlu pek konuşmaz, sokaktaki seslere görüntülere de hiç aldırmaz, elindeki minicik saatin sokaklarına bakar, devrilmiş bir enkazı ayağa kaldırır, bu arada zaman geçer, dükkânın içindeki irili ufaklı yüzlerce saatin arasında kendimi zamana bakıyormuş gibi hissederim. Bir gün çok acele eden biri paldır küldür girmişti içeriye, saatinin bir an önce tamir edilmesini istiyordu, Ali Bey de acele etmek istemeyince sinirlenen arkadaş geldiği gibi hışımla çıktı gitti. Ali Aydınoğlu ise hiç oralı olmayıp işine geri döndü. Yine de ben dayanamayıp bir şeyler söylemek istedim "Saatçi dükkanında aceleci olmak iyi değil galiba" dedim. Sakin bir ses tonuyla "Sabır selamettir" dedi. Gülümsedim.

Aslında öyle uzun boylu durmam dükkânda, vakit gelince ben de giderim, Anabala Pasajı'ndaki Nurtap Hanım'a uğrarım mesela, çizgi romanlardan filan konuşurken aklımın bir köşesinde Ali Aydınoğlu'nun sessizce tamir ettiği saatlerin gölgeleri gezinir. Bazen tam karşıdaki kuyumcunun vitrinine bakarım, her zaman genç ya da yaşlı bir kadın vardır vitrine bakan, bazen biri elini boynunda gezdirir farkında olmadan, ben de farkında olmadan ellerime bakarım... Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, aylar ve yıllar nasıl da dökülüyor ellerimizden.

Bilmem bir saatin içinde ne vardır?

Her şey göründüğü gibi midir?

Yoksa her saatin içinde bir ömür mü saklıdır?

80 yıl mı geçmiş sahiden Ali Bey?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...