Zaman ve Sanat



P dergisi eşine az rastlanır o güzel dergilerden.

Her sayısı hayranlık uyandırıcı bir tasarım ve konu bütünlüğüne sahip. Usta eller ve akıllar tarafından hazırlandığı için de hiç hayal kırıklığı yaşatmayan dergilerden biri. Her sayısı özel bir konuyu ele alıyor ve bu konu sanat bağlamında inceleniyor.

P dergisinin 'Zaman ve Sanat' konulu 28. sayısının kapağı, en güzel dergi kapaklarından biridir bence. Ancak yüzeyden bakarak görsel olarak övmek haksızlık olur, bu dergi sadece gören gözlere değil saat meraklıları için kültürel bir hazine değerinde olan içeriği ile akla ve zevk sahibi insanlara da sesleniyor.

İçindeki konu başlıklarına ve yazarlara bakarsak mekanik saat meraklıları için ne kadar önemli bir dergi olduğunu da görebiliriz:

Yaşanan Zaman Ölçülen Zaman, Gerhard Dohrn van Rossum

Maya Ve Aztek Takvimlerinde Zaman, Güneş Taşı, Yıldız Çoban

Ortaçağ Ve Rönesans’ta Dua Saatleri Kitapları, Kutsanmış Zaman, Barbara Drake Boehm

Çin Resminde Mevsim Değişimleri, Theresa McNichol

Japon Şiiri Ve Resminde Zaman Değişimleri, Prenses Şokuşi’nin Dört Mevsimi, Prenses Şokuşi

İslâm Uygarlığında Takvim, Salim Aydüz

Takîyüddîn El-Rasid’in Gözlemleriyle İstanbul Semalarında Zaman, Yavuz Unat

Topkapı Sarayı Müzesı Saat Koleksiyonu, Zamane Bir Şark Masalı, Ali Esad Göksel

Monet’nin Rouen Katedrali Resimleri, Zamanın Rengi, Coşkun Irmak

Zamanın Sesi: Müzik, Filiz Ali

Jorge Luis Borges’in Zaman Dolambacında Küçük Bir Gezinti, Yollari Çatallanan ‘Anlar’, Serhan Ada

Tuğrul Selçuk’un Heykellerinde, Zamanın Düşü Ve Gerçeği, Ayşegül Hatay

Blogged with the Flock Browser

Yavuz Bey'in saati

Composer

'Zamanın görünen yüzü: Saatler' sergisinin açılış akşamına davetli olan 20 yıllık dünya güzeli arkadaşım, o gün rahmetli babasına ait olan saati çıkartıp bana hediye etmişti, ben de gözlerim dolmuş bir halde çok sevdiğim Yavuz Bey'in saatini hürmetle sağ koluma taktım.

Bu saat öyle alengirli markalardan değil, yorgun kadranıyla, yıpranmış kasasıyla tam da sevdiğim gibi, yaşanmışlığıyla da, sade tarzıyla da mütevazı bir saat.

Sağ kolumdaki saate ne zaman baksam Yavuz Baba'yı düşünüyorum. Şişli'de her daim serin olan apartmanın merdivenlerinden çıktığımı hatırlıyorum, küçük küçük anılar, apartmanın arkasındaki bahçe, renkli minik ayrıntılarla dolu bir ev aklıma geliyor.

Bu saatin uzandığı zamana bakıyorum, turuncu saniye ibresi müşfik, halden anlayan bir elin incitmeden dokunması gibi, kalbin atışlarıyla ilerliyor, başka bir dünyada yaşıyormuşum gibi geliyor. Oysa saniye ibreleri hep korkutur beni, fakat artık ibrenin gösterdiği saniyeleri saymıyorum, boşlukta turuncu bir harf gibi akıyor.

Şimdi farkettim ki Yavuz Bey'i anlatmak saçma aslında. Yavuz Bey, yanında kendimi rahat hissettiğim, yağmurdan ve siyasetten aynı şekilde rahatlıkla konuşabildiğim güzel bir insandı. İki prensesin babası olarak hüküm sürdü bu dünyada. Nilüfer apartımanının, Şişli semtinin padişahıydı.

Giderek uzaklaşan gemilere bakar gibi konuşurdu prensesleriyle. Ben de artık aramızdaki tek bağ olan bu saate baktıkça siyah beyaz bir fotoğrafa bakıyor gibiyim, renkleri, sesleri, sözleri kendi zihnimde tamamlıyor, yerlerini değiştiriyor ve yeniden yeniden düşünüyorum.

Yine Nilüfer apartmanının önünde dursam, zile bastıktan bir süre sonra, kapı açılsa, serin merdivenlerden çıksam, yine Yavuz Bey'i o evde bulacakmışım gibi geliyor bana.

Girard Perregaux Opera Three: Musical Watch




Fazla detaya girmeye gerek yok.

Bilmemiz gereken en önemli şey, bu saatin Mozart ve Çaykovski çalabiliyor olması.

Polemik

Müzik saati

2, 4, 18

Saatlerin müzikle ilintisi var demiş miydim?

Saatlerin de bu dünyada tıpkı bir piyanodan tıngırdayıp zıplayarak kulaklara akan, oradan zihne, aklın uç köşelerinde unutulmuş dudakların izlerine tesadüf etmesi, kalbe dokunması gerekli değil midir?

Dünya zalim bir mekân, zaman ise dünyanın hem acısı hem örtüsü değil mi?

Piyano denen müzik aracını çok severim, çünkü insanın içini ürperten bir tınısı vardır. Çünkü piyano ağlamaz, insanı da taklit etmez, usta işi mekanik bir saati andırır, sahte değildir, yalan söylemez, bir notadan diğerine geçen zaman aralığında mutlaka bir hatıralar denizi ve geleceğe ilişkin düşler ormanı bulunur.

Kimi güzel çocukların yaşıtlarının aksine mekanik saatlere düşkünlüğünün beni çok sevindirdiğini söylemiş miydim?

A. Lange & Söhne 1815


A. Lange & Sohne 1815 Rattrapante Perpetual Calendar


Küçük bir dünya inşa ediyorlar.

Hareketli parçacıklardan oluşan

ve omuz omuza çalışan bir sistem.

İnsanı anlatan bir düzenek.

"Yok etmek"

yerine

"var etmek"

felsefesine uygun bir hamle.

Çirkinlik yerine güzellik,

şiddet yerine sevgiyi

işaret eden bir saat.

Saatlere vakit ayırmak



Toplumsal ve kişisel sorunlarımızla boğuşuyoruz. Şiddet ve öfke dolu, basit doyumların kapladığı hayatımızda, yüzeysel bilgilerin ışığında yürüyoruz.

Hızlı bir dünyada, en hızlı olanın kazandığı bir yarışın yaşandığı, vaktin nakit olduğu, başarının ve para kazanmanın yegâne ölçüt olduğu söyleniyor, bilgi maddi olarak ölçülüyor, ölçülemeyen şeylerin bir kıymetı yok gibi.

Fazla uzatmayalım, ne kendimize, ne dünyamıza ne de çevremizdeki insanlara yeterince vakit ayıramıyoruz. Çok klişe ama yeri geldiğinde söylemek gerek, zaman ellerimizden düşen kum taneleri gibi akıp dökülüyor, ne yazık ki toplayamıyoruz.

Çok hızlı hareket ettiğimiz için, çağımızda övülen ve önerilen de bu olduğu için, başımızı kaldırıp gökyüzüne, süzülen bulutlara bakmıyoruz, bakamıyoruz. Televizyon ekranına dalıp, hayatımızın musluğunu açık unutuyoruz.

Böylece görünürde günü kurtarıyoruz, ancak biriken ve halının altına atılan ufak tefek pişmanlıklar ve kayıplar da giderek büyüyor.

Bazı insanlar yine de saate vakit ayırıyor.

Bir saate vakit ayırmak ne demek acaba?

Bunu mekanik saatlerden anlayanlar, sevenler bilecektir, fakat bilmeyenler de var, onların gönül gözlerini de açmalı.

Mekanik bir saate vakit ayıran insan (ucuz olsun pahalı olsun, saniye ibresi olan, olmayan hiç farketmez) bir süre sonra bu merakın onu değiştirdiğini görecek ve anlayacaktır, hele bir de bu zaman makinesinin arka kapağını kaldırabilirseniz, çarkların işleyişlerini görebilirseniz içinize hayatın işleyişi hakkında bir ateş düşecektir.

Mesela maddi bir nesneden ibaret değildir, insan emeğinin, matematiğin ve güzelliğin takdir edilmesidir, yaşanan dünyanın farkına varılmasıdır.

Mekanik bir saat mutlaka farkındalığı artırır, kişinin ölümsüz olmadığını ince ince duyurur, ki bunu bilmek az şey değildir hani. Çevrenize bakın, ölümlü olmayı bilir gibi görünmekte üstümüze yoktur, ama dünyaya baktığımızda bunca kötülüğü, emeğe saygısızlığı, açlığı, sefaleti, yaşanan ve yaşatılan acıyı, karanlık ruhlu insanları ve hırsı izah edemiyoruz.

Mekanik bir saat küçük bir öğretmen gibidir, hem öğretir, anlatır hem haddini bildirir.

Jimmy Wales, Wikipedia, Maurice Lacroix

Dün akşam sularında markete uğrayıp National Geographic dergisi aldım. Eve giderken şöyle bir karıştırayım dedim. Sonra kaldırımda zınk diye birden durdum birden.

Jimmy Wales'in (efsanevi online ansiklopedi Wikipedia'nın patronu) bir fotoğrafı ve Türkçe bir mekanik saat reklamı! (Keşke Wikipedia'nın fikir babası Larry Sanger da olsaymış fotoğrafta.)

Maurice Lacroix saatlerine kendimi çok da yakın hissetmezdim, logolarındaki o 'm' harfine taktığımdan dolayı Maurice Lacroix ile pek ilgilenmiyordum, yoksa güzel saatler yapıyorlar orası kesin. Neyse Jimmy Wales var reklamda, Wikipedia'dan söz ediliyor ve mekanik saatler üreten ML ile bir bağ kuruluyor, o malum 'm' harfi unuttum gitti bile.

Oldum olası rol yapmaktan ve güzel/yakışıklı olmaktan başka dişe dokunur bir özellikleri olmayan tatsız tuzsuz ve cahil insanların saat reklamlarında boy göstermesinden rahatsızdım bir kere, sonra saat reklamlarında bilgiye ve kültüre gönderme yapılması alkışlanacak bir durum, bunların üstüne bir de ilanın Türkçe olması katmerli bir lezzet durumu yaratmış.

Mis gibi bir reklam hazırladıklarını düşündüğüm Maurice Lacroix ve LPI ikilisine teşekkür etmek isterim.

Mekanik bir saat, sıradan bir nesne olmayıp, kültürü ve bilgiyi simgeler. Tabii bunun altını doldurmamız, kolumuzdaki saatin tarihini, altyapısını bilmemiz gerekir.

Bilinçli saat üreticileri ve kullanıcıları çoğaldıkça, gazete ve dergi ilanlarının seviyesi de M.Lacroix örneğinde olduğu gibi yükselecek, belki kataloglar dışında aklımızı, görgümüzü geliştirecek kitaplar, sözlükler de yayımlanacak, paylaşıldıkça çoğalan bir mekanik saat sevgisi yeşerecek, yeni nesillere de bu sevgi aktarılacak.

Mekanik saat biraz da hayallere dalmak demekmiş.

Stork's Eminönü ve Fikret Çelikçi

Bugün (bir pazar günü) Efe ile birlikte Eminönü tarafına, özellikle Mısır Çarşısı'ndan alışveriş yapmak amacı ile geldik. Mısır Çarşısı'ndan alışverişimizi yaptık, dışarıda çayımızı içtik ve ardından ne yapacağımıza karar vermek için düşünmeye başladık. Arabamız yoktu, bu yüzden seçeneklerimiz de sınırlıydı. Tam Nişantaşı'na gitmeye karar vermişken benim "Bir de Storks yapıp oradan kaçalım." fikrini ortaya atmam ile Storks'a girdik.

Girer girmez Rolex vitrinine baktık ama vitrin yine değişmemişti, aylardır aynı. Cellini ve Lady Yachtmaster'dan başka model yoktu. Karşı vitrinde ise Zenith ve Glashütte dikkatimizi çekince oraya yöneldik.

Vitrine yanaştık, tam Zenith'lere bakarken içeriden bir satış temsilcisi selamladı bizi. Vitrindeki Zenith Class Open Multicity dikkatimizi çekti ,tam fiyatını soralım derken ortadan kayboldu satış temsilcisi. Neyse, sonra sorarız derken satış temsilcisi beyefendi gülümseyerek yanımıza geldi. Saatin fiyatını sorduk, cevap olarak da içeriye davet edildik.

İçimden, "Umarım yine saatten cidden anlayan bir satış temsilcisi denk gelir de keyifli bir sohbet yaparız." diye geçiriyordum. Sanırım şanslı günümdeydim.

İçeriye geçtik. Satış temsilcimiz ile tanıştık: Fikret Çelikçi. Fikret Bey bize derhal içecek ikram etti ve çok koyu bir sohbete daldık.

Fikret Bey saat konusunda gerçek bir derya. O anda bizim müşteri olmadığımızı bildiği halde bizimle 2 saati aşkın bir süre boyunca sohbet etti ve 2 saatten fazlasına neler sığdırdı, hepsini anlatabilmem mümkün değil. Bize hiç bilmediğimiz pek çok şey anlattı, yanlış bildiklerimizi de düzellti o nazik ve güler yüzlü üslubu ile.

16.00 gibi girdiğimiz mağazadan 18.30 sularında zor çıktık. Eğer biz çıkmasaydık, Fikret Bey bizi kovabilirdi çünkü onun da mesaisi dolmak üzereydi. (Latife yapıyorum, kendisi asla bu tip bir hareketi yapmayacak kadar nazik, ama biz mağazadan zor çıktık, böyle bir beyefendiyi bulunca saatlerce konuşmak istedik.)

4 yıldır saatlerle içli dışlıyım, hiç bu kadar keyif aldığım bir saat sohbeti yapmamıştım. Sayın Fikret Çelikçi'ye teşekkürlerimi sunuyorum.

Polemik

Horas non numero nisi serenas

Horas non numero nisi serenas

Yani
Yalnızca huzurlu saatleri sayarım.
Işıkla yıkanan bir güneş saatinin yüzeyinde yazan bu cümleyi zihnimizin bir kenarına yazalım. Hayatımız Turgut uyar'ın o güzel şiirinde (Geyikli gece) olduğu gibi artık, nicedir böyle zaten.

Saatlerin ruhunu ele geçirip günü hırpalayan, sabahın, akşamın, gecenin canını yakan, her zaman daha hırslı, gün geçtikçe daha saldırgan bir zaman dizinine ihtiyaç duyan korkutucu 'gelişmiş' uygarlığa karşıt bir söz, horas non numero nisi serenas.

Çünkü, horas non numero nisi serenas, zamanın daha yavaş aktığı, gün ışığının daha çok farkına varıldığı ve yıldızların görülebildiği bir zamana işaret eden bir cümle.

Gündemi bir kenara bırakıp, daha geniş zamanlara yelken açmanın vaktinin geldiğini duyuruyor.

Gündoğumunu, kuşluk ve ikindi vakitlerini yaşayalım, akşam sularında saniyeleri unutup, yelkovan ile arkadaş olalım, akrep ile susalım, yürümenin dertlerimize iyi geleceğini düşünelim.

Kalbimiz kaynarcaya dönmesin hiç, seri üretime inat, balkonunda domates yetiştiren eski kafalı güzel insanlar gibi, zamanın kokusunu ve tadını alalım, yalnız huzurlu saatleri sayalım.

____________
Okuma önerisi: On A Sun-Dial, Willam Hazlitt.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...