Yavuz Bey'in saati
'Zamanın görünen yüzü: Saatler' sergisinin açılış akşamına davetli olan 20 yıllık dünya güzeli arkadaşım, o gün rahmetli babasına ait olan saati çıkartıp bana hediye etmişti, ben de gözlerim dolmuş bir halde çok sevdiğim Yavuz Bey'in saatini hürmetle sağ koluma taktım.
Bu saat öyle alengirli markalardan değil, yorgun kadranıyla, yıpranmış kasasıyla tam da sevdiğim gibi, yaşanmışlığıyla da, sade tarzıyla da mütevazı bir saat.
Sağ kolumdaki saate ne zaman baksam Yavuz Baba'yı düşünüyorum. Şişli'de her daim serin olan apartmanın merdivenlerinden çıktığımı hatırlıyorum, küçük küçük anılar, apartmanın arkasındaki bahçe, renkli minik ayrıntılarla dolu bir ev aklıma geliyor.
Bu saatin uzandığı zamana bakıyorum, turuncu saniye ibresi müşfik, halden anlayan bir elin incitmeden dokunması gibi, kalbin atışlarıyla ilerliyor, başka bir dünyada yaşıyormuşum gibi geliyor. Oysa saniye ibreleri hep korkutur beni, fakat artık ibrenin gösterdiği saniyeleri saymıyorum, boşlukta turuncu bir harf gibi akıyor.
Şimdi farkettim ki Yavuz Bey'i anlatmak saçma aslında. Yavuz Bey, yanında kendimi rahat hissettiğim, yağmurdan ve siyasetten aynı şekilde rahatlıkla konuşabildiğim güzel bir insandı. İki prensesin babası olarak hüküm sürdü bu dünyada. Nilüfer apartımanının, Şişli semtinin padişahıydı.
Giderek uzaklaşan gemilere bakar gibi konuşurdu prensesleriyle. Ben de artık aramızdaki tek bağ olan bu saate baktıkça siyah beyaz bir fotoğrafa bakıyor gibiyim, renkleri, sesleri, sözleri kendi zihnimde tamamlıyor, yerlerini değiştiriyor ve yeniden yeniden düşünüyorum.
Yine Nilüfer apartmanının önünde dursam, zile bastıktan bir süre sonra, kapı açılsa, serin merdivenlerden çıksam, yine Yavuz Bey'i o evde bulacakmışım gibi geliyor bana.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder