Zamanın Yaşlı Bir Kaplumbağa Olarak Portresi

Avrupa'da 1880 civarı üretilmiş, kaplumbağa kaideli saat

Saatlerimizi, güzel kaplumbağalarımızı seyre dalmak, onları dinlemek çok öğreticidir. Saatlerimizle birlikteyken asla yalnızlıktan sıkılmayız. Zaten yalnız da değiliz, kaplumbağa saatlerimiz, gücünü bizden alan mekanik canlılardır.

Dahi fizikçi Stephen Hawking, Zamanın Kısa Tarihi adlı kitabının ilk paragrafında eğlenceli bir öykü anlatır:  "Günlerden bir gün ünlü bilim insanı (söylentiye göre Bertrand Russell) astronomi üzerine halka açık bir konferans veriyormuş. Dünyanın güneş etrafında, güneşin de galaksi denen uçsuz bucaksız yıldızlar kümesi etrafında nasıl döndüğünü anlatmış. Konuşmasının sonunda salonun en arkasında oturan ufak tefek yaşlı bir kadın ayağa kalkmış ve 'Bütün söyledikleriniz saçma sapan şeyler. Aslında, dünya devasa bir kaplumbağanın sırtında duran düz bir tabak gibidir.' demiş. Bilim insanı ise gülümseyerek: 'Peki, ya kaplumbağa neyin üstünde duruyor?' diye sormuş. Yaşlı kadın ise 'Sen çok akıllısın delikanlı, çok akıllı ama ondan aşağısı hep kaplumbağa zaten!' demiş."

Ben de hangi saate baksam aklıma işte bu öykü geliyor. Saatlerin hepsi birer kaplumbağa diyorum ve kaplumbağalar dayanıklı kabuklarının üzerinde zamanımızı taşıyor.  

Nomos Minimatik
Kaplumbağa figürü dünyanın hemen her kültüründe, efsanelerde ve inançlarda görülür. Çin mitolojisinde kaplumbağa, kuzeyin, kış mevsiminin, toprağın ve suyun simgesidir. Ayrıca güçlü bacakları ve sağlam kabuğuyla koca dünyayı sırtında taşıdığına inanılmış, kabuğunun sertliğiyle kainatın devamlılığını, ömrünün uzunluğu nedeniyle sağlıklı hayatın bir simgesi olduğuna inanılmıştır. Hint mitolojisinde tanrı Vişnu yeryüzüne ikinci kez kaplumbağa suretinde iner. Kızılderili efsanelerinde ise kaplumbağa toprağın oluşumunda görev almıştır.

Kaplumbağa Türkler için de önemli bir canlı. Moğolistan'da kaplumbağa formunda bir kaide üzerinde yükselen Bilge Kağan Anıt Mezarı'ndan Pera Müzesi'ndeki ünlü "Kaplumbağa Terbiyecisi"ne kadar her yerde bu esrarengiz canlının motifi vardır.

İnsanlığın ortak hafızası olan efsaneler pek de haksız sayılmaz, yaklaşık 200 milyon yıldır fiziksel yapılarından önemli bir değişiklik olmadığından kaplumbağalar yaşayan fosillerden sayılır. 

Bütün bunları bir tarafa bırakıp saatlerin mimarisine ve tasarımına bakalım. İlk saat örnekleri önce tapınaklarda ve saraylarda görüldü, mekanik biliminin ilk adımlarıyla da meydanlara taşındı ama orada fazla durmadı. Kısa bir süre sonra masaların, duvarların üzerinde görünür oldu. Tarihin bu önemli icadı her ilerlemede büyüklüğünden ve ağırlığından feragat ede ede sonunda cep saatine dönüştü.

Ahmet Hamdi Tanpınar, her saatseverin kitaplığında olması gereken romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde bu zamanı şöyle anlatıyor:

"Adım başında muvakkithaneler vardı. En acele işi olanlar bile onların penceresi önünde durarak cebinden, servetlerine, yaşlarına, cüsselerine göre altın, gümüş, sadece savatlı, kordonlu, kordonsuz, kimi bir iğne yastığı, yahut kaplumbağa yavrusu kadar şişkin, kimi yassı ve küçük, saatlerini besmeleyle çıkarırlar, sayacağı zamanın kendileri ve çoluk çocukları için hayırlı olmasını dua ederek ayarlarlar, kurarlar, sonra kulaklarına götürerek sanki yakın ve uzak zaman için kendilerine verdikleri müjdeleri dinlerlerdi. Saat sesi bu yüzden onlar için şadırvanlardaki su sesleri gibi hemen hemen iç âleme, büyük ve ebedî inançların sesiydi. Onun, kendisine mahsus, hayatın her iki buudunda genişliyen hassaları vardı. Bir taraftan bugününüzü ve vazifelerinizi tayin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedi saadeti, onun lekesiz ve arızasız yollarını size açardı."

H2O Orca Dive
Cep saatlerinin hüküm sürdüğü zamanlarda, saatler, başı ve gövdesi olan ama ayakları olmayan bir masa gibiydi. Nihayet saatler 1. Dünya Savaşı'ndan sonra hem en güzel formuna kavuştu, hem de cebimizden çıkıp sadık bir yardımcımız oldu ve bileğimize kondu. Zamanın bu kaplumbağaları ayaklarına bağlanan kordonla bize sarıldı, biz de onu sadık bir yardımcı olarak hizmetimize aldık.

Kaplumbağa saatlerimiz, günün ilk vakitlerinde sabahın ince, mavi serinliğini bize erkenden duyurur, çiçekler saksılarda, bahçelerde uyanır ve biz uykumuzun son saniyelerinde, daha gözlerimizi açmadan yanımızda hep özlediğimiz bir sevgili gibi kaplumbağaların sırtındaki o geniş vakti duyarız.

Kaplumbağa saatler, bir aşkın büyülü hâli gibi bize kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi unutturur, kuvvetimizden, canlılığımızdan kabımıza sığmaz olduğumuz vakitlerde bizi avutur. Kaplumbağa saatler her şeyin ağır aksak ilerlediğini, bunca hızın ve karmaşanın temelinde basit arzular ve isteklerin bulunduğunu söyler. Kaplumbağa saatler, rüzgâra kulak vermemizi, ıslak ve parlak gözlerimizi özlemle bulutlara kaldırmamızı ister. Kaplumbağa saatler, zamanın doğrusal bir çizgide ilerlemediğini bilir, ikindi vaktini veya akşam sularının lacivert sakinliğini duymamızı ister. Kaplumbağa saatler, bütün ince, güzel ve asil nesneler gibi mahzundur biraz, aynı zamanda hayatın hüzünle karışık neşesini de duyar.

Bileğimizdeki mekanik kaplumbağalar, Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi'ni anlattığı gibi bize zamanı anlatır: " Hakikat bir hayale benzer, insanlar birer evliyaya benzer, saatler birer çalgıya benzer, günler gelip geçen nazlı, vefasız kadınlara benzer, mevsimler birer hatıraya benzerdi. Ruhumun içinde, mavi sularıyla Boğaziçi muttasıl geçer giderdi."

Kaplumbağa saatler, bizim dostumuz, sırdaşımız ve yoldaşımızdır. Onlarla hiçbir mekanik araç ile karşılaştırılamaz bir yakınlığımız vardır. Kimileri, saatlerini acı ve kıskançlıkla sever. Acı çünkü, bileğimizdeki zaman makineleri olan kaplumbağalar hassas, kendini koruyamayan, sadece cahillerin kaba ellerinden değil tozdan bile etkilenen, kendi başlarının çaresine bakamayan kırılgan canlılardır. Kıskançlıkla çünkü, sevdiğimiz kaplumbağa, sevdiğimiz zaman makinesi sanki sadece bizi sevmiyor gibidir, dünyaya karşı aşırı duyarlı oluşu, zamanın geçişine gönlünü kaptırması bizi üzebilir. Yine sevindirici özelliklerinin yanında bunlar küçük ve önemsiz şeylerdir. 

Şubat 2010
Saatlerimizi, güzel kaplumbağalarımızı seyre dalmak, onları dinlemek çok öğreticidir. Saatlerimizle birlikteyken asla yalnızlıktan sıkılmayız. Zaten yalnız da değiliz, kaplumbağa saatlerimiz, gücünü bizden alan, bizimle birlikte yaşayan mekanik canlılardır. Onlar düşüncelerimize yön verebilir, hayatımızı belirli aralıklara bölerek düzenleyebilir, hayata ve yeryüzüne bakışımızı, toplumu ve tarihi önyargılardan uzak serinlikte değerlendirebilmemizi sağlayabilirler. Saatin içindeki çarklar dairesel hareketleriyle bizi sonsuzluğu düşünmeye çağırır.  

Omega Speedmaster, cal.321
Geceleri yıldızlara bakmak için elimizden tutup bizi dışarı çıkarabilir: "Dünyanın güneş etrafında, güneşin de galaksi denen uçsuz bucaksız yıldızlar kümesi etrafında nasıl döndüğünü" anlatabilir. Kaplumbağa saatlerimiz, Andrey Platonov'un Çevengur romanındaki lokomotif tamircisi Zahar Pavloviç gibi gökyüzüne bakıp yeniden düşünmemize yardımcı olabilir:
"Yıldızlar şevkle ışıldıyordu ama her biri yalnızlık içindeydi. Zahar Pavloviç gökyüzünün neye benzediğini düşündü. Ve kendisini bandaj almaya gönderdikleri kavşak istasyonunu anımsadı. Garın platformunda yapayalnız sinyalleri n denizi görülüyordu: makaslar, semaforlar, yolağızlan, ikaz lambaları ve koşturan lokomotiflerin projektör ışıkları. Gökyüzü de böyle ama daha uzaktı ve sakince, daha bir düzenli çalışıyordu."
Hatta biz de kaplumbağa saatlerimizi düşünerek saygı ve hayranlık duyduğumuz insanlara Zahar Pavloviç gibi sorular sorabiliriz:

"Sayın başmakinist !'' diye seslenmişti bir keresinde Zahar Pavloviç, işe olan sevgisi hatırına yüreklenerek.
"İzninizle bir şey soracaktım: Neden insan böyle vasattır, kötü ile iyi arası bir şeydir de makineler aynı derecede fevkaladedir?"

Efsane Saatler 4: Jaeger-LeCoultre Reverso, 1931


Jaeger-LeCoultre Reverso, 1931


Söylemesi zor bir marka adına sahip olan olan Jaeger-LeCoultre (JeycerLeKult) her biri farklı 1200'den fazla mühendislik ve sanat eseri sayılan mekanizma üretmiş efsanevi bir saat üreticisi. 80 yaşındaki taze delikanlı Reverso modeli ise bunca saat içinde ilk sıralarda sayılan kült bir saat. Reverso'nun öyküsü Hindistan'ın İngiliz işgali altında bulunduğu zamanlara kadar uzanıyor. O vakitler polo oyuncularının, oyun sırasında saatleriyle başı dertteymiş. Saatler oyundaki sert darbelere karşı çok dayanıksız olduklarından sağlam bir saate ihtiyaç duyulmuş. 

Reverso sistemi, tıpkı Zippo çakmakları gibi işlevsel tasarımlardan, kült mertebesine erişen zarif bir örnek.

Ölümsüz bir tasarıma sahip Jaeger-LeCoultre bugün bile ilk kez görenlerin hayranlıkla karşıladığı bir şekilde saatin gövdesi ihtiyaç duyulduğunda patentli raylı bir sistemle kendi ekseni çevresinde dönerek kilitlenebiliyor. Böylelikle saatin narin yüzü bir muhafaza altına alınıyor ve mekanizmaya gelecek zararlardan korunmuş oluyor. 

Personalize your Jaeger-LeCoultre Reverso
Bu kadarla da bitmedi, kasanın arkası ön tarafa gelmiş olduğunda boş metalik yüzeye bakanlar yeni fikirler üretmeye başladı. Reverso sahipleri bu boş yüzeyi kişiselleştirip aile armaları, resimler veya yazılarla doldurdular. Bu durum Reverso Sanatı adı verilebilecek bir tür saat süslemeciliğine de yol açtı. Günümüzde geldiğimizde ise Reverso sahiplerinin büyük çoğunluğu artık polo oyuncusu olmadığından hem saat sahipleri hem Jaeger-LeCoultre kasanın arka yüzeyini yaratıcı çözümler ve yeni fikirlerle gizli bir hazine gibi değerlendiriyor.


Rolex, Richard Mille ve Saatin Ruhu

Roger Federer'in başındaki Rolex tacı herkese bir şey söyler gibi durmuyor mu?(Fotoğraf: William West/AFP)
Geçtiğimiz pazar günü, yani 29 Ocak'ta muazzam güzellikte bir tenis maçı vardı. 
Avustralya Açık Tenis Turnuvası tek erkekler final maçında 35 yaşında "Majesteleri" lakaplı Roger Federer ile yine onun gibi tenisin efsane isimlerinden 30 yaşındaki Rafael Nadal ile karşılaştı. Tenis tarihine geçen olağanüstü karşılaşmada Rafael Nadal'ı 3-2 (6-4, 3-6, 6-1, 3-6, 6-3) yenen Roger Federer, 2012'deki Wimbledon'dan bu yana ilk, sporculuk hayatındaki 18'inci Grand Slam şampiyonluğuna erişmiş oldu. İşin ilginç yanı daha iki hafta öncesine kadar kimsenin böyle bir karşılaşmayı düşünmüyor olmasıydı. En çok da "Federer artık bitti, yaşlandı." diyenler çok şaşırdı ve yıkıldı elbette.

SAAT, ÇİKOLATA, FEDERER, NADAL
İsviçre'nin saati, çikolatası gibi güzelliklerinin yanında Federer gibi bir evladı vardır. Ben de bunca zaman kendi çapımda Federer hayranı biri olarak pazar günü hayatın olağan sıkıntılarından sıyrıldım ve maçı izledim. 
Gerçi tenis, çok meraklısı olduğum bir spor değil ama gönlümde sevdiğim diğer spor dallarından (basketbol, yüzme) çok daha büyük bir yer kaplıyor. Meraklısı değilim derken, üzerine konuşmak yazmak için yeterli birikimim olmadığını düşünüyordum. Şu saatte yine bilgim yeterli değil ama ilk kez yazmak istedim. Çünkü Milliyet gazetesinin 4. sayfasında müzik konusunda uzman olan adaşım Mehmet Tez'in "Federer,Nadal, evet, hayır" başlıklı köşe yazısını okudum ve etkilendim. İyi yazıların kışkırtıcı olmak bir özelliği vardır. (Linkteki yazıyı okuyun derim ama analog gazeteyi alırsanız 4. sayfada Ramize Erer'in cesaret ödülü almasını da gayri ihtiyari göreceksiniz. İtilip kakılmadan gazete okumak güzel şeydir. Sadece internete bağlı kalmayın, tek yönlü beslenmeyin derim. Kâğıt üzerindeki harfleri dalgalanmadan görmek güzel. İnternette bir şey okumak sürekli yenilenen sayfalar, sağdan soldan çıkan ve gözü rahatsız eden bir yığın küçük ayrıntılar nedeniyle bizi düşündüğmüzden daha çok yoruyor.)

Federer'in bu fotoğrafta görülen saati Rolex Milgauss (Fotoğraf: Sophie Ebrard)
Mehmet Tez'in yazısının güzelliği ise finalinde. Ancak oraya gelmeden önce Roger Federer'in sözlerinden alıntılar yapıyor. Bunlar kısa alıntılar, daha uzunları da başka kaynaklarda var. Mesela zafer konuşmasında şöyle diyor Federer: "Tenis gerçekten zor bir spor, beraberlik yok ama eğer olsaydı, bu gece beraberliği ve bu zaferi Rafa'yla paylaşmayı seve seve kabul ederdim..."
Maç sonrası tv röportajında söyledikleri ise insana gazetede köşe yazısı yazdırtacak cinsten bir olgunluk ve büyüklük içeriyor: "Rafa ile kortu paylaşmak harikaydı. Onunla uzun bir geçmişimiz var. Onun büyüyüp bir efsane oluşuna gözlerimle şahit oldum. Bana ve kariyerime ne kadar darbe indirmiş olsa da ona büyük saygı duyuyor ve onunla eşleşmekten büyük keyif alıyorum. Bana kalırsa o beni daha güçlü ve daha iyi bir oyuncu yaptı. O olmasaydı belki de ben bu akşam burada olamazdım..."
Çok güzel ifadeler değil mi? Bunları parayla pulla söyletmek zordur. Tevazu başarıyı perçinleyen bir şeye dönüşüyor.
ROLEX, FOTOĞRAF, RICHARD MILLE, SAATİN RUHU
Rolex üzerine bir yazışmanın ardından Federer'in "majesteleri" lakabıyla örtüşen bir fotoğrafını görmek bardağı taşıran damla oldu ve düşünmeye başladım. Arada sırada okur mektupları alıyorum. Kimi hakaret ediyor, kimi soru soruyor, nadir de olsa güzel şeyler yazan birileri çıkıyor. Rolex üzerine ise hiç beklemediğim kadar çok soru geliyor. Ancak okuduklarımdan çıkardığım ve bana çok garip gelen şey şu: Konuyla ilgili bilginin zayıflığı ile ters orantılı olarak Rolex'in küçümsenmesi. Sevilmemesini anlayabilirim ama küçümsenmesini anlamıyorum. Daha önce de bu sayfalarda tartışılan ve maalesef önyargılarla dolu bir durum bu.
Rolex tıpkı Roger Federer gibi başarılı, özgün bir marka ve kendine özgü bir iç yapılanması olan saat. Rakibi Nadal'ın bileğinde ise Richard Mille marka bir saat vardı. Saatçilikte bir deha olarak görülen Richard Mille, yeni tür bir mekanik saatin öncüsü: Hafiflik, farklı katmanlardaki görünüme düşkünlük ve ayrıntılardaki mükemmellik arayışı.
Rolex ile Richard Mille arasındaki farklar sadece görünüşte değil, ruhen de farklı dünyaların saatleri bunlar. 2001 doğumlu Richard Mille saatleri tekniği öne ruhsal dengeyi arka plana koyan daha yeni bir düşüncenin ürünü, Rolex ise bugün eskidiği düşünülen geçtiğimiz yüzyılın bir ürünü, ruha önem veren, teknik güzelliği önemseyan ama saklamayı tercih eden bir saat.
Richard Mille RM 27-02 tourbillon, Rafael Nadal (Fotoğraf: Stefano Galuzzi)
Not: 20. yüzyıl deyip durdum ama esasen bugün 20. yüzyılın teknik anlayışını taşıyan bir marka kalmadı sayılır. Eskiden bir marka başka bir markanın mekanizmasını alıp kendi saatinde kullanabilirdi. İç ve dış bütünlüğe o kadar önem verilmezdi. Saatçiliğin yeni bir Rönesans yaşadığı 21. yüzyılda ise büyük saat markaları kendi ürünlerinin iç yapılanmasında çok büyük yenilikler yaptı. Artık Minerva'nın, Zehith'in ürettiği efsane mekanizmaları alıp kendi markası altında kullanan zihniyet yok ki bu İsviçre'nin saat üretimindeki temel düşünceydi. Farklı atölyelerden parça almak çok doğaldı. Ne de olsa hepsi 'Swiss Made' ibaresi taşıyabiliyordu. Oysa günümüzde bu anlayış değişti. Hemen her marka kendi felsefesine uygun kendine ait bir hikaye oluşturmak istiyor.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...