Richard Mille etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Richard Mille etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rolex, Richard Mille ve Saatin Ruhu

Roger Federer'in başındaki Rolex tacı herkese bir şey söyler gibi durmuyor mu?(Fotoğraf: William West/AFP)
Geçtiğimiz pazar günü, yani 29 Ocak'ta muazzam güzellikte bir tenis maçı vardı. 
Avustralya Açık Tenis Turnuvası tek erkekler final maçında 35 yaşında "Majesteleri" lakaplı Roger Federer ile yine onun gibi tenisin efsane isimlerinden 30 yaşındaki Rafael Nadal ile karşılaştı. Tenis tarihine geçen olağanüstü karşılaşmada Rafael Nadal'ı 3-2 (6-4, 3-6, 6-1, 3-6, 6-3) yenen Roger Federer, 2012'deki Wimbledon'dan bu yana ilk, sporculuk hayatındaki 18'inci Grand Slam şampiyonluğuna erişmiş oldu. İşin ilginç yanı daha iki hafta öncesine kadar kimsenin böyle bir karşılaşmayı düşünmüyor olmasıydı. En çok da "Federer artık bitti, yaşlandı." diyenler çok şaşırdı ve yıkıldı elbette.

SAAT, ÇİKOLATA, FEDERER, NADAL
İsviçre'nin saati, çikolatası gibi güzelliklerinin yanında Federer gibi bir evladı vardır. Ben de bunca zaman kendi çapımda Federer hayranı biri olarak pazar günü hayatın olağan sıkıntılarından sıyrıldım ve maçı izledim. 
Gerçi tenis, çok meraklısı olduğum bir spor değil ama gönlümde sevdiğim diğer spor dallarından (basketbol, yüzme) çok daha büyük bir yer kaplıyor. Meraklısı değilim derken, üzerine konuşmak yazmak için yeterli birikimim olmadığını düşünüyordum. Şu saatte yine bilgim yeterli değil ama ilk kez yazmak istedim. Çünkü Milliyet gazetesinin 4. sayfasında müzik konusunda uzman olan adaşım Mehmet Tez'in "Federer,Nadal, evet, hayır" başlıklı köşe yazısını okudum ve etkilendim. İyi yazıların kışkırtıcı olmak bir özelliği vardır. (Linkteki yazıyı okuyun derim ama analog gazeteyi alırsanız 4. sayfada Ramize Erer'in cesaret ödülü almasını da gayri ihtiyari göreceksiniz. İtilip kakılmadan gazete okumak güzel şeydir. Sadece internete bağlı kalmayın, tek yönlü beslenmeyin derim. Kâğıt üzerindeki harfleri dalgalanmadan görmek güzel. İnternette bir şey okumak sürekli yenilenen sayfalar, sağdan soldan çıkan ve gözü rahatsız eden bir yığın küçük ayrıntılar nedeniyle bizi düşündüğmüzden daha çok yoruyor.)

Federer'in bu fotoğrafta görülen saati Rolex Milgauss (Fotoğraf: Sophie Ebrard)
Mehmet Tez'in yazısının güzelliği ise finalinde. Ancak oraya gelmeden önce Roger Federer'in sözlerinden alıntılar yapıyor. Bunlar kısa alıntılar, daha uzunları da başka kaynaklarda var. Mesela zafer konuşmasında şöyle diyor Federer: "Tenis gerçekten zor bir spor, beraberlik yok ama eğer olsaydı, bu gece beraberliği ve bu zaferi Rafa'yla paylaşmayı seve seve kabul ederdim..."
Maç sonrası tv röportajında söyledikleri ise insana gazetede köşe yazısı yazdırtacak cinsten bir olgunluk ve büyüklük içeriyor: "Rafa ile kortu paylaşmak harikaydı. Onunla uzun bir geçmişimiz var. Onun büyüyüp bir efsane oluşuna gözlerimle şahit oldum. Bana ve kariyerime ne kadar darbe indirmiş olsa da ona büyük saygı duyuyor ve onunla eşleşmekten büyük keyif alıyorum. Bana kalırsa o beni daha güçlü ve daha iyi bir oyuncu yaptı. O olmasaydı belki de ben bu akşam burada olamazdım..."
Çok güzel ifadeler değil mi? Bunları parayla pulla söyletmek zordur. Tevazu başarıyı perçinleyen bir şeye dönüşüyor.
ROLEX, FOTOĞRAF, RICHARD MILLE, SAATİN RUHU
Rolex üzerine bir yazışmanın ardından Federer'in "majesteleri" lakabıyla örtüşen bir fotoğrafını görmek bardağı taşıran damla oldu ve düşünmeye başladım. Arada sırada okur mektupları alıyorum. Kimi hakaret ediyor, kimi soru soruyor, nadir de olsa güzel şeyler yazan birileri çıkıyor. Rolex üzerine ise hiç beklemediğim kadar çok soru geliyor. Ancak okuduklarımdan çıkardığım ve bana çok garip gelen şey şu: Konuyla ilgili bilginin zayıflığı ile ters orantılı olarak Rolex'in küçümsenmesi. Sevilmemesini anlayabilirim ama küçümsenmesini anlamıyorum. Daha önce de bu sayfalarda tartışılan ve maalesef önyargılarla dolu bir durum bu.
Rolex tıpkı Roger Federer gibi başarılı, özgün bir marka ve kendine özgü bir iç yapılanması olan saat. Rakibi Nadal'ın bileğinde ise Richard Mille marka bir saat vardı. Saatçilikte bir deha olarak görülen Richard Mille, yeni tür bir mekanik saatin öncüsü: Hafiflik, farklı katmanlardaki görünüme düşkünlük ve ayrıntılardaki mükemmellik arayışı.
Rolex ile Richard Mille arasındaki farklar sadece görünüşte değil, ruhen de farklı dünyaların saatleri bunlar. 2001 doğumlu Richard Mille saatleri tekniği öne ruhsal dengeyi arka plana koyan daha yeni bir düşüncenin ürünü, Rolex ise bugün eskidiği düşünülen geçtiğimiz yüzyılın bir ürünü, ruha önem veren, teknik güzelliği önemseyan ama saklamayı tercih eden bir saat.
Richard Mille RM 27-02 tourbillon, Rafael Nadal (Fotoğraf: Stefano Galuzzi)
Not: 20. yüzyıl deyip durdum ama esasen bugün 20. yüzyılın teknik anlayışını taşıyan bir marka kalmadı sayılır. Eskiden bir marka başka bir markanın mekanizmasını alıp kendi saatinde kullanabilirdi. İç ve dış bütünlüğe o kadar önem verilmezdi. Saatçiliğin yeni bir Rönesans yaşadığı 21. yüzyılda ise büyük saat markaları kendi ürünlerinin iç yapılanmasında çok büyük yenilikler yaptı. Artık Minerva'nın, Zehith'in ürettiği efsane mekanizmaları alıp kendi markası altında kullanan zihniyet yok ki bu İsviçre'nin saat üretimindeki temel düşünceydi. Farklı atölyelerden parça almak çok doğaldı. Ne de olsa hepsi 'Swiss Made' ibaresi taşıyabiliyordu. Oysa günümüzde bu anlayış değişti. Hemen her marka kendi felsefesine uygun kendine ait bir hikaye oluşturmak istiyor.


Saatçinin Richard Mille olarak portresi



Vacheron Constantin’in arkasındaki dolu dolu 250 yıllık birikimle geldiği nokta olan Quai de l’Ile kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt. Fakat 2001 doğumlu bir şirket olarak henüz 10. yılını bile doldurmayan Richard Mille saatlerinin ulaştığı mertebe ise diğer saat şirketlerinin bilgelik dolu yüzyıllarını bir çırpıda aşan ve en üst sınıf (haute horlogerie) mekanik saatçilikteki sınırı fersah fersah geçen bir öneme sahip bence. Bazı tutucu saat çevrelerinin eleştirilerine maruz kalsa da başarısıyla ve teknik çözümleriyle örnek de oluyor aslında.



Bir başka açıdan bakarsak Rolex efsanesinin doğumuna tanık olmak gibi bir şey bu aslında. 1931 yılında Rolex ilk 360 derece dönebilen (tek yönlü de olsa) otomatik sistemi icat ettiğinde yeni bir çağ başlamıştı. Buluşun doğal sonucu olarak bugün bütün otomatik saatlerin yapısında Rolex’in icat ettiği sistem kullanılıyor (elbette çok geliştirildi, artık rotor tek yönlü dönmüyor, IWC gibi A.Lange&Sohne gibi saat şirketlerinin değişik buluşlarıyla güç birikimi çoktan 1 haftayı geçip 1 ay gibi mekanik bir saat için inanılmaz gelişmelere dayandı vesaire). Şimdiden örnekleri görüldüğüne göre RM saatlerinin getirdiği teknik yenilikler dalga dalga yayılacak ve bütün şirketleri olumlu olarak etkileyecek diyebiliriz.

RM saatleri hafiflikleri ile de insanı şaşırtıyor: RM006 43 gram, RM007-1 ise sadece 29 gram. Kullanılan malzemeler deniz uçaklarında ve üst sınıf otomobillerde kullanılan karbon nanofiber başta olmak üzere değerli madenlerden titanyum, altın vesaire. Hemen bütün saatlerinde tonoz biçimli yapı üzerine inşa edilen RM saatlerinin bir değer özelliği de darbe emici yapısıyla yenilikçi kasa tasarımı. RM saatlerinin bazılarının ilham kaynağı Formula 1 yarış otomobilleri (RM001-1, bazılarının ise mimari yapılar (RM0012), bazıları da yelkenli tekneler (RM014).

Aslında Richard Mille kendini bir ressam gibi görüyor ve şöyle söylüyor: “Saat kasası benim için boş bir tuval. Orada istediğim her şeyi yaratabilirim.” Ayrıca saat koleksiyonu yapanların üç temel kavramına (kalite, özgün tasarım, sınırlı sayıda üretim) bir de yaratıcılığı eklemiş olması bile tek başına övgüye değer.

RM saatlerinin çarpıcı güzelliğini ve yaratıcı bir zihnin ürettiği yapısal mekanizmanın insanı heyecanlandırmaması olanaksız diye düşünmekteyim. Hiç abartmadan söylemem gerek: Richard Mille yaşayan en önemli saat ustası, dahi bir tasarımcı ve yönetici.

Özetin özeti: Richard Mille saat üretim ve tasarım tarihinde yeni bir çağı başlatmıştır diyebiliriz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...