Rolex etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rolex etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rolex

Bugün yine Rolex'i aşağılayan, Rolex marka saat kullananları küçümseyen bir yazı okudum. Gerçi benzeri düşünceler yeni değil, Rolex düşmanlığı bir kişiye de özgü değil, sağdan soldan hep söylenen, duyduğum sözlerin bir tekrarı. Mutlaka bir altyapısı vardır ama bu tarz düşüncelere sahip insanların bu noktaya nasıl geldiğini hiç anlayamıyorum, yine de bir yazıyla Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeyi deneyelim.

Rolex mekanizma ayrıntısı (3255)

"Saatler ikiye ayrılır, Rolex ve diğerleri" diye yaygın bir espri vardır. Bakış açısına göre küstah veya sevimli bir şaka gibi görünebilir ama değildir. Beğenin veya beğenmeyin, hakikat şudur: Rolex yeryüzündeki en saygın saat markasıdır.

Rolex'i beğenmeyenler ise bence yanlış noktalara baktıkları için beğenmiyor (veya saatten hiç anlamıyorlar).


Rolex Mavi Parachrom denge yayı.

Oysa aynı durum adını duyanların ayağa kalkıp ceketini iliklediği Patek Philippe için de geçerli; akıl var izan var, rüşvete alet edilmesi, saçma sapan insanların kullanıyor olması ve ruhen zavallı insanların bir statü göstergesi olarak görmesi bir markanın ürünlerinin kötü olduğunu göstermez. Aksine marka bilinirliğinin son derece güçlü olduğunu anlatır, kolundaki Rolex'i sınıf atladığını göstermek için satın alanlar zaten insan olarak gelişmemiş, olgunlaşmamış, tekamül etmemiş insandır, bu durumun da zaten marka ile bir ilgisi yok. (Paraya ve güce tapan insanlar zaten kullandıkları eşyayı da tanımaz, tarihini ve önemini de bilmezler ki aynı şey hayatın her alanında geçerlidir.)

Rolex Milgauss
Tekrar etmek gerekir: Rolex, teknik ve kalite konusunda olağanüstü bir markadır, icatlarıyla, pazarlama stratejisiyle saat sektörüne yön vermektedir ve her zaman en üst sıralardadır.

Beğenmeyenler Rolex'in dünya çapında tanınıyor olmasına mantıklı bir açıklama getiremiyor ne yazık ki. (Ben de bir-iki modeli dışında estetik açıdan çok beğenmiyorum ama küçümsemek ve aşağılamak gibi ahmaklıklara karşı savunmak gerektiğini düşünüyorum.)

Saat sektöründeki durum da şöyle: Rolex herkesin kıskandığı, gıpta ettiği ve örnek aldığı bir markadır ve Dr. Ludwig Oechslin'in kurduğu sağlam bilimsel temellere ve felsefi bir duruşa sahip ochs und junior gibi markalar hariç hemen her marka bir Rolex olmak ister.

Ernest Hemingway'in bileğindeki saatin markası nedir acaba?

Ayrıca bkz: Önyargıya ve Rolex'e ilişkin bir yazı

Rolex, Richard Mille ve Saatin Ruhu

Roger Federer'in başındaki Rolex tacı herkese bir şey söyler gibi durmuyor mu?(Fotoğraf: William West/AFP)
Geçtiğimiz pazar günü, yani 29 Ocak'ta muazzam güzellikte bir tenis maçı vardı. 
Avustralya Açık Tenis Turnuvası tek erkekler final maçında 35 yaşında "Majesteleri" lakaplı Roger Federer ile yine onun gibi tenisin efsane isimlerinden 30 yaşındaki Rafael Nadal ile karşılaştı. Tenis tarihine geçen olağanüstü karşılaşmada Rafael Nadal'ı 3-2 (6-4, 3-6, 6-1, 3-6, 6-3) yenen Roger Federer, 2012'deki Wimbledon'dan bu yana ilk, sporculuk hayatındaki 18'inci Grand Slam şampiyonluğuna erişmiş oldu. İşin ilginç yanı daha iki hafta öncesine kadar kimsenin böyle bir karşılaşmayı düşünmüyor olmasıydı. En çok da "Federer artık bitti, yaşlandı." diyenler çok şaşırdı ve yıkıldı elbette.

SAAT, ÇİKOLATA, FEDERER, NADAL
İsviçre'nin saati, çikolatası gibi güzelliklerinin yanında Federer gibi bir evladı vardır. Ben de bunca zaman kendi çapımda Federer hayranı biri olarak pazar günü hayatın olağan sıkıntılarından sıyrıldım ve maçı izledim. 
Gerçi tenis, çok meraklısı olduğum bir spor değil ama gönlümde sevdiğim diğer spor dallarından (basketbol, yüzme) çok daha büyük bir yer kaplıyor. Meraklısı değilim derken, üzerine konuşmak yazmak için yeterli birikimim olmadığını düşünüyordum. Şu saatte yine bilgim yeterli değil ama ilk kez yazmak istedim. Çünkü Milliyet gazetesinin 4. sayfasında müzik konusunda uzman olan adaşım Mehmet Tez'in "Federer,Nadal, evet, hayır" başlıklı köşe yazısını okudum ve etkilendim. İyi yazıların kışkırtıcı olmak bir özelliği vardır. (Linkteki yazıyı okuyun derim ama analog gazeteyi alırsanız 4. sayfada Ramize Erer'in cesaret ödülü almasını da gayri ihtiyari göreceksiniz. İtilip kakılmadan gazete okumak güzel şeydir. Sadece internete bağlı kalmayın, tek yönlü beslenmeyin derim. Kâğıt üzerindeki harfleri dalgalanmadan görmek güzel. İnternette bir şey okumak sürekli yenilenen sayfalar, sağdan soldan çıkan ve gözü rahatsız eden bir yığın küçük ayrıntılar nedeniyle bizi düşündüğmüzden daha çok yoruyor.)

Federer'in bu fotoğrafta görülen saati Rolex Milgauss (Fotoğraf: Sophie Ebrard)
Mehmet Tez'in yazısının güzelliği ise finalinde. Ancak oraya gelmeden önce Roger Federer'in sözlerinden alıntılar yapıyor. Bunlar kısa alıntılar, daha uzunları da başka kaynaklarda var. Mesela zafer konuşmasında şöyle diyor Federer: "Tenis gerçekten zor bir spor, beraberlik yok ama eğer olsaydı, bu gece beraberliği ve bu zaferi Rafa'yla paylaşmayı seve seve kabul ederdim..."
Maç sonrası tv röportajında söyledikleri ise insana gazetede köşe yazısı yazdırtacak cinsten bir olgunluk ve büyüklük içeriyor: "Rafa ile kortu paylaşmak harikaydı. Onunla uzun bir geçmişimiz var. Onun büyüyüp bir efsane oluşuna gözlerimle şahit oldum. Bana ve kariyerime ne kadar darbe indirmiş olsa da ona büyük saygı duyuyor ve onunla eşleşmekten büyük keyif alıyorum. Bana kalırsa o beni daha güçlü ve daha iyi bir oyuncu yaptı. O olmasaydı belki de ben bu akşam burada olamazdım..."
Çok güzel ifadeler değil mi? Bunları parayla pulla söyletmek zordur. Tevazu başarıyı perçinleyen bir şeye dönüşüyor.
ROLEX, FOTOĞRAF, RICHARD MILLE, SAATİN RUHU
Rolex üzerine bir yazışmanın ardından Federer'in "majesteleri" lakabıyla örtüşen bir fotoğrafını görmek bardağı taşıran damla oldu ve düşünmeye başladım. Arada sırada okur mektupları alıyorum. Kimi hakaret ediyor, kimi soru soruyor, nadir de olsa güzel şeyler yazan birileri çıkıyor. Rolex üzerine ise hiç beklemediğim kadar çok soru geliyor. Ancak okuduklarımdan çıkardığım ve bana çok garip gelen şey şu: Konuyla ilgili bilginin zayıflığı ile ters orantılı olarak Rolex'in küçümsenmesi. Sevilmemesini anlayabilirim ama küçümsenmesini anlamıyorum. Daha önce de bu sayfalarda tartışılan ve maalesef önyargılarla dolu bir durum bu.
Rolex tıpkı Roger Federer gibi başarılı, özgün bir marka ve kendine özgü bir iç yapılanması olan saat. Rakibi Nadal'ın bileğinde ise Richard Mille marka bir saat vardı. Saatçilikte bir deha olarak görülen Richard Mille, yeni tür bir mekanik saatin öncüsü: Hafiflik, farklı katmanlardaki görünüme düşkünlük ve ayrıntılardaki mükemmellik arayışı.
Rolex ile Richard Mille arasındaki farklar sadece görünüşte değil, ruhen de farklı dünyaların saatleri bunlar. 2001 doğumlu Richard Mille saatleri tekniği öne ruhsal dengeyi arka plana koyan daha yeni bir düşüncenin ürünü, Rolex ise bugün eskidiği düşünülen geçtiğimiz yüzyılın bir ürünü, ruha önem veren, teknik güzelliği önemseyan ama saklamayı tercih eden bir saat.
Richard Mille RM 27-02 tourbillon, Rafael Nadal (Fotoğraf: Stefano Galuzzi)
Not: 20. yüzyıl deyip durdum ama esasen bugün 20. yüzyılın teknik anlayışını taşıyan bir marka kalmadı sayılır. Eskiden bir marka başka bir markanın mekanizmasını alıp kendi saatinde kullanabilirdi. İç ve dış bütünlüğe o kadar önem verilmezdi. Saatçiliğin yeni bir Rönesans yaşadığı 21. yüzyılda ise büyük saat markaları kendi ürünlerinin iç yapılanmasında çok büyük yenilikler yaptı. Artık Minerva'nın, Zehith'in ürettiği efsane mekanizmaları alıp kendi markası altında kullanan zihniyet yok ki bu İsviçre'nin saat üretimindeki temel düşünceydi. Farklı atölyelerden parça almak çok doğaldı. Ne de olsa hepsi 'Swiss Made' ibaresi taşıyabiliyordu. Oysa günümüzde bu anlayış değişti. Hemen her marka kendi felsefesine uygun kendine ait bir hikaye oluşturmak istiyor.


EFSANE SAATLER 2: ROLEX OYSTER, 1926



Rolex Oyster, 1926


ROLEX OYSTER, 1926

İki dünya savaşı arasında yıllar (1919 - 1940) kol saatlerinin geliştiği, ilklerin yaşandığı bir dönemdi. 

İşte bu dönemde dünyadaki ilk su geçirmez kol saati, Rolex Oyster üretildi ve 1926'da saatçiliğin tarihsel çizgilerinden birini oluşturdu. Rolex'in saatçilik dünyasına kazandırdığı tecrübeyle bu tarihten sonra saatçilik dünyasında hem bütün saatlerin suya dayanıklılığı artırıldı hem de "dalış saatleri" başlıklı yeni bir tür saat tipinin doğuşuna zemin hazırladı.  

İstiridye tipi adı verilen kasayı oluşturan parçalar.

Mekanizmayı sudan koruyan ve patenti alınan su geçirmezlik sağlayan vidalı arka kapak ve kurma kolunun eşlik ettiği "Oyster" (istiridye) kasa çözümü, kol saatlerinin gelişiminde devrimci bir rol oynadı. Çünkü cep saatleri son derece dayanıklı görünmelerine (çoğunun da dayanıklı olmasına karşın) suya ve neme dayanıklı değildi. İlk kol saatleri de hassas yapılarıyla istenen ölçüde günlük hayatın içinde yer alamıyordu. Oyster kasa çözümü ilk örnekti ve pek çok saat markasının gideceği yolu aydınlatmış oldu.

Rolex muhafazakar bir firma olarak bilinir ve yeniliklerden pek hazzetmez. Oysa teknik olarak çok sade görünen saatlerin arka planında hummalı bir faaliyet her zaman olmuştur. Bu amaçla ilk Oyster kasalardan kalan miras korunmuş ve çok geliştirilmiştir, örneğin günümüzde Osyter saatlerindeki kurma kolu sızdırmaz özelliğini güçlendirmek için yaklaşık 10 parçadan oluşmaktadır. Üstüne bir de ikili ve üçlü kilitleme sistemleri, kendi deyimleriyle denizaltılardaki kapılara benzeyen bir sistemle su geçirmezliği sağlar.

Rolex, sadece saatçiliği değil, saatini akvaryum içinde tutan fotoğrafta görülen hanımefendi ile saat ilanlarının tarihini de değiştirdi.

Rolex kelimesinin bir manası yoktur ancak saatlere ilgi duyan, duymayan herkes için tarihi değiştiren icatları ve gördüğü ilgi nedeniyle Rolex markasının anlamı büyük olmuştur. 




"Horoloji bence anlamını kaybetmiş"

 RD01 Double Flying Tourbillon © Roger Dubuis
Bu sıralar bloga yeni bir yazı ekleyemesem de e-posta trafiği devam ediyor. Biraz geciksem dahi bütün e-postalara kısa veya uzun mutlaka bir yanıt vermeye çalışıyorum. Geçenlerde bir okurumdan aldığım (bir kısım saatçokseverin zihninde oluşan bazı fikirleri açıkyüreklilikle dile getiren) bir mektubu paylaşmak istiyorum.

"Mehmet Bey merhaba,

Horoloji bence anlamını kaybetmiş. Horoloji zaman ölçme zanaati ve sanatından ziyade pazarlama, arzu nesnesi yaratma, mal fetişi oluşturma aracı durumunda. Büyük firmaların CEO’ları yeni modellerini tanıtırken (mesela AP firması asla çizilmeyen yüksek karbon oranlı yeni altın alaşımını tanıtırken) ağızlarından sular akıyor, büyük bir gazla “this watch will never ever stratch” diyorlar, mallarının üzerine yerleştirdikleri kocaman logolarıyla gurur duyuyorlar, çünkü o logo zenginliği, başarıyı, yüksek karı, başarılı bir firmayı temsil ediyor. Oysa, madem konu horoloji, o zaman ideayı, zamanı, neden ömrü kısacık olan markayla ilişkilendirip anlamsızlaştırıyorlar? Çok ama çok pahalı saat markalarının çocuk oyuncağı gibi, şekerlemeye benzeyen tasarımlarına evrensellik katma çabaları çok komik. Bence gerçek bir saat, ustası kim olursa olsun, üzerinde logo, isim vs. barındırmamalı, zamanı bizim algılayacağımız biçimde göstermesi de önemli değil. Sadece salınan bir nesne yeterli. Hatta kola takılan deri bir bilekliği bile istersek saat olarak düşünebiliriz ve bence bu bileklik horolojiye Rolex’den daha yakın olur. Gök cisimlerine bakınız, üzerinde herhangi bir isim yazıyor mu?

Fırat Yıldırım,"
 Benim bu mektuba cevabımı da aşağıda okuyabilirsiniz:

"Merhaba Fırat Bey,

Düşündürücü şeyler yazmışsınız.

Fırat Bey, bana kalırsa saatçilikte 2 ayrı yol var:
Birisi dediğiniz gibi gösterişe ve görünür olana dönük saatçilik, diğeri de zanaat ve sanatla birlikte derinden ilerleyen daha az bilinen saatçilik.

Belki çelişki gibi gelecek ama eskiden dervişlerin bir hücreye kapanıp senelerce bir saat üzerine çalışmaları ne kadar ruhani ve ne kadar kalbe dokunsa da (üstelik bu dervişler saatlerinin üzerine ism yazmıyorlardı) aynı şekilde işte bu tevekkül dolu görünmeyen saatçilik aynı zamanda piyasanın gösterişli/yüzeysel ama görünen saatçiliğe sıkı sıkıya bağlı.

Şöyle düşünüyorum, bütün o kaymak tabaka, milyonluk saatler üreten ve satabilen maharetli satıcıların eline bakıyor. Bu maharetli hünerli pazarlamacı insanlar da çoğunlukla adlarını pek bilmediğimiz insanlara saat yaptırıyorlar ve satıyorlar. Yani eski tarz üretim yine geçerli. Ustanın adı çoğunlukla saatin üzerinde yazmıyor ki! Onun yerine bir marka var, eskiden pazarlamacıların da adları saatin bir köşesinde yer alırmış. Yani demek istediğim, böylesi çok daha iyi. Çünkü ustalar saat üretmeye devam ediyor, yeni ustalar da yetişiyor. Masaların başında büyüteçlerle santimetrekareye 100-200 parçayı sıkıştıran ölümsüz eller lonca tarzı çalışma sistemi sürüyor.

Yüzlerce yıllık geçmişi olan pek çok sanat artık ölmüşken saatçilik yaşıyor. Bu inanılmaz durum, işte pek  beğendiğimiz ve gösterişte epeyce aşırıya kaçan 'şekerlemeler' sayesinde oluyor. Çünkü bir şekilde sistemin işlemesi, çarkların dönmesi gerek. Yoksa günümüzde pırıl pırıl zihinler kendilerine gelecek olarak bu yüzyılda saatçiliği seçebilir miydi? Can çekişen bir meslek olsaydı kimse saatçi olmak istemezdi. Bugün Almanya'daki, İsviçre'deki saatçilik okullarına dünyanın çeşitli ülkelerinden gelenler var, okuyanlar var. Küçük atölyelerde yaratıcılıklarını konuşturmak isteyen, fiziğin ve mekanik mühendisliğinin sınırlarını zorlayan bağımsız saatçiler de var. Bütün bunların hepsini ultra zenginlerin gözünü kamaştıran o rüküş saatlerden gelen paralar sağlıyor aslında.Ben alabildiğine pahalı ve çirkin saatleri gördükçe, bir yandan nefes kesen mekanizmalar ve mütevazı saatlerin de üretildiğini anlıyorum. Çünkü yapı yekpare aslında. Ön yüze bakanlar başka bir şey görüyor olsa da, arkada gölgeler arasında çok değişik gelişmeler yaşanıyor.

Saat bilimi, bugün her zamankinden daha anlamlı.

Belki inanmayacaksınız ama bence saatçilik altın çağını yaşıyor.

Geçtiğmiz yüzyıllar içinde hiç bu kadar fazla sayıda özgün mekanizma yaratılmamıştı. Saatçilik alanında hiç bu kadar çok patent alınmamıştı. Her gün yeni  bir mekanizma ve yeni bir fikir ile karşılaşıyoruz. Rekabet ve ilerleme hiç bu denli yoğun olmamıştı.

Rolex'ten nefret etmeyin derim. Halen saat dünyasındaki en dirayetli saatleri onlar üretiyor. Ben üretilen çoğu Rolex'i (Milgauss hariç) çirkin bulurum, ancak bu durum Rolex'i takdir etmemi engellemez. Kara mizah örneği olsa da doğru bir söz var, "saatler ikiye ayrılır, Rolex ve diğerleri!" Ben 'diğerleri' bölümünde yaşıyorum. Ama Rolex olmasaydı 'yüksek saatçilik' diye bir şey olmayacaktı belki. Rolex bir başarı öyküsüdür. Üstelik diğer saatleri öldürmeden, sadece kendini daha fazla parlatarak böylesine popüler olmuştur.

Yıldızlara gelirsek, çok haklısınız.

Geceye, gökyüzündeki yıldızlara, devasa bir saatin kadranına bakar gibi bakıyorum ben de. Ayrıca saat bir fikir, bir duygudur esasen, mutlaka zamanı göstermesi gerekmez, bizi, yahut sevdiğimizi göstersin yeter.

Sevgiler"

Rolex tasarımları demode mi, yoksa kült mü?



Rolex ile yazmak istediğim birkaç yazı daha olduğunu söylemiştim. Şimdi sıra ikinci yazıda.

Yazımın konusu, Rolex tasarımları. Başlık da temel sorunsalı ortaya koyuyor aslında: Rolex tasarımları kült mü, yoksa çağdışı, demode tasarımlar mı?

Çoğu Rolex modeli, tasarım olarak 50 yıldan fazla bir temele sahip. Submariner, Sea-Dweller, Day-Date, Datejust, GMT-Master 2, Explorer...Bunların hepsi de hala arzulanan saatler. Bu saatlerin ilk ve güncel modelleri arasında çok ciddi farklar yok. Day-Date'in ilk versiyonu ile son versiyonu aynı bile denebilir. Peki neredeyse tüm markalar sürekli olarak yeninin peşinde iken Rolex 50 yıllık tasarımlarla bu işi nasıl götürüyor? Bu sorunun cevabını verebilmem mümkün değil, ama konuyu çeşitli yönlerden ele alacağım. Diğer yandan da bu tasarımlar hakkındaki fikirlerimi paylaşacağım.

-Rolex bu işi nasıl götürüyor? 50 yıllık tasarımlarla nasıl ayakta duruyor?

Çok fikrim yok açıkçası. Aklıma iki olasılık geliyor.
1. Rolex bir pazarlama harikası: Bunu düşünen ilk insan ben değilim. Son insan da ben olmayacağım. Talep yüksek, bunu biliyorum. Ama arz düşük değil ki. Yılda 700.000'den fazla saat üretiyorlar ve buna karşın çoğu model zor bulunuyor. (Ya da zor bulunduğu söylenerek müşteriler uyutuluyor.)

2. Günümüz insanının Heritage düşkünlüğü: Bu bana daha makul bir gerekçe gibi geliyor. Hangi marka eski bir modelini günümüzde üretse (ki bu modeller hep limitli seriler olarak üretilir.) o model kıymete biniyor, hatta yok satılıyor. Alan da aldığı fiyatın üzerinde satıyor saatini. (JLC Memovox Polaris, PAM California vs)

Rolex'te ise sıfır saat alan da (sadece tasarım olarak olsa da) saatinde bir heritage tat alabiliyor. (Ama yıllık 700.000 adetten fazla üretim rakamına karşın çelik Daytona bulabilmek neden hala bu kadar zor anlayabilmiş değilim. Diyorlar ki, 700.000 saat üretiyor Rolex, ama kaçı çelik Daytona? Soru doğru ama, yılda 100 tane üretilmiyor ki bu saatten. Neyse, konu Daytona değil. Kalite olarak Daytona'ya lafım olamaz ama tasarım olarak hiç sevmem kendisini.) Heritage da saat dünyasında her zaman sevilmiştir, sevilmeye devam edilecektir diye de düşünüyorum.

-Rolex tasarımları demode mi, yoksa kült mü?

İşte bu çok zor bir soru. Herkesin kendi cevaplaması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Submariner en güzel dalgıç saati mi? Klasik saatlerin en güzelleri Day-Date ve Datejust mı? Bu sorulara başkası adına ne evet diyebilirim, ne de hayır. (Kendi adıma cevabım hayır olur.) Güncel Rolex'lerden Milgauss'u çok beğeniyorum, ama o da klasik Rolex çizgisinden farklı bir saat.

Kült Rolex modellerinden ise çok ama çok beğendiğim bir saat yok. Ancak, bu da çok çirkinmiş dediğim bir saat de yok. Ancak, objektif olarak bakıldığında şunu da unutmamak gerekir ki, Dünya'nın en çok lüks saat üreten ve satan markasının tasarımları, çoğu kişi için demode değil, aksine kült.

Rolex daha çok tartışılır saat dünyasında.

Polemik

Not: Dilimizde karşılığını tam olarak bulamadığım Heritage sözcüğünü kullanmaktan pek hoşlanmasam da, anlamı iyi karşıladığı için kullanmak zorunda kaldım. Eğer karşılığı varsa, lütfen bana e-posta yolu ile ulaşın ki hemen düzelteyim.

Önyargıya ve Rolex'e ilişkin bir yazı


Milgauss

Rolex saat dünyasının en çok tartışılan saatlerinden biri. Seveni, hatta fanatiği çoktur. (Fanatiği az olsa bir Paul Newman Daytona neden 100.000 Euro’dan başlayan fiyatlarla satılsın ki?) Sevmeyeni hatta nefret edeni de en az bir o kadar vardır. (En yaygın tez, saatten anlamayan bilimum mafya babalarının altın Rolex kullanmasıdır – ben ise hiç mafya babası görmediğimden, görsem bile onun mafya babası olduğunu bilmediğimden yorum yapamıyorum.)

Sevenleri ve sevmeyenleri dışında da kalitesi, tasarımları, ilkleri (aklıma ilk su geçirmez saati ürettikleri geldi, başkaca ilkleri de var ama şu anda hatırlayamıyorum) ve hakkında dönen şehir efsaneleri (Çelik Daytona için bekleme sırası) ile hep tartışılır. Hatta geçenlerde gitiğim Omega Butik’te “Rolex sizce nasıl bir marka?” sorusunu yönelttiğim satış temsilcisi belki bilgisizliğinden, belki de ticari kaygılarla “Rolex artık bitti.” şeklinde bir cevap verdi. Rolex hakkında tartışma bitmez. Benim de saatlere ilgim arttıkça Rolex hakkında farklılaşan düşüncelerim oldu. Bu düşüncelere kısaca göz atmak istedim.
- Saat merakımın sıfır (merak yanında, bilgi de sıfır) olduğu dönem: Rolex nedir abi? Gereksiz pahalı, zaten tüm hanzolar Rolex kullanıyor. (Dikkat: Rolex takan herkes hanzodur anlamı çıkmasın lütfen.) Bir saatte 10.000 TL ya da üzeri paraları vermek de delilik.
- Saat merakım başladı, ama Rolex ile henüz tanışmadım: Kalitesine saygı duymamak mümkün değil. Ancak işin diğer yönleri de var. Submariner, Sea-Dweller, Yacht-Master ve GMT-Master, alayı aynı bu saatlerin. Zaten 50 yıllık tasarımları kullanıyorlar. Day-Date ve Datejust da birbirlerinin neredeyse kopyası ama insanlar bunlar için deli oluyor. En özgün Rolex modeli Daytona, o da asla takmayacağım bir saat. Çok çirkin.
- Nihayet, Rolex ile tanışma: (Olay asıl burada başlıyor.) Rolex ile tanışmadan önce sevdiğim tek Rolex Submariner LV idi. (Submariner’ın 50. Yılı anısına üretilen yeşil bezelli model.) Yeşili çok severim, yeşil aynı zamanda Rolex’in rengidir ve Submariner’da da çok güzel bir yeşil kullanmışlar. Aynı zamanda, dalgıç saatleri de her zaman ilgimi çekmiştir. Omega Seamaster Professional ve Planet Ocean, IWC Aquatimer, JLC Master Compressor serileri daima kendime yakın bulduğum saatlerdir. Bu yüzden Submariner’a ısınmıştım, bir de yeşilin tonu beni çok etkilemişti. Bır fırsat olsa da şu saati incelesem diye fırsat kolluyordum açıkçası.
Akmerkez’de bir arkadaşımla (Efe) birlikte gezerken Rolex vitrini dikkatimizi çekti. Arkadaşım da Submariner LV dışındaki Rolex ürün gamından hiç de hazzetmiyordu. 2000’lere kadar Daytona’da Zenith El Primero kalibre kullanıldığını bilen ikimizin ortak fikri, “Rolex ile işimiz olmaz, o paralara kesinlikle Zenith alırız. Eğer o kadar çok para vermeyeceksek -ki vermemek daha mantıklı- en kralından bir Omega alırız. Omega ve Rolex arasında denk modellerde iki kat fiyat farkı var, bu fiyat farkına karşılık gelecek kalite farkı olamaz.” şeklindeydi. Neyse, mağazaya girdik. İşte o andan itibaren, saat dünyasına ilişkin pek çok fikrimiz yerle bir oldu.
Mağazadan içeri girdik. Çok nazik bir karşılama yapmadı Rhodium – Akmerkez çalışanları. Saygılı ve soğuk çalışanları var. (İleride saygılı kısmını da açmam gerekecek.) Submariner LV, Milgauss, GMT Master 2 ve Datejust 2 modellerini inceleme fırsatımız oldu.
Neyse, satış temsilcisi saatleri vitrinden çıkardı. Efe doğrudan Submariner LV’e yöneldi. Yüz ifadesinin saniye saniye değiştiğini takip etmek hiç de zor değildi. “Saati beğendiniz mi?” sorusunu yönelten satış temsilcisine “Fena değilmiş.” gibisinden cevaplar verse de, Efe’nin saate hayran kaldığını anlamam benim için çok da zor olmadı.



Ben de o sırada GMT Master 2 ve Milgauss ile ilgileniyordum. Milgauss genel Rolex çizgisinden çok farklı bir saat.( GMT Master 2 ve Submariner ise kasa, kordon ve kadran yapısı itibarıyla çok benzer saatler. Özellikle Basel ile yeni Sub gelince neredeyse aynı saatler oldular. Seramik bezel, büyük indeksli kadran, geniş boynuzlar, içi dolu baklalar, yeni tip klips vs. ) Ben de GMT Master 2 ve Milgauss’un genel kalitesine hayran olmakla meşguldüm. 904L çeliğin farkı kesinlikle hissediliyor. Bunun dışında, Rolex’lerin koldaki konforu cidden çok iyi. Kordon doğru ayarlanırsa (en azından kendi bileğimde) çok ama çok rahat duruyor.
Neyse, Efe Sub’ı yeterince inceledi. İnceleme sırası bana geldi. İzlenimlerim ise şöyle oldu:
-Saatin tasarımı çok tartışılıyor. 57 yıldır neredeyse aynı tasarımın kullanıldığı doğru. Kimisi çok seviyor. Kimisi de nefret ediyor. Benim fikrim ise, saatin tasarım olarak “iyi” olduğu yönünde. Beni benden alan bir tasarım değil, ama kötü, hiç değil.
-Maxi dial ve fat hands denilen değişiklik çok güzel olmuş.( 11660’deki küçük indeksler ve akrep-yelkovan ile 11660 LV’deki büyük indeksleri ve akrep-yelkovanı kıyaslarsanız farkı görürsünüz.)
-Yeşil bezelin harika olduğunu söyleyebilirim. Rolex Submariner’ın yavan denilebilecek bir tasarımının olduğu doğru, ama yeşil bezel saate bambaşka bir hava katmış.
-Saatin koldaki konforu inanılmaz: Bunun çok iddialı bir cümle olduğunun farkındayım, ama gerçekten de öyle.
Öncelikle, çelik ve 300 metre su geçirmezliğe sahip bir saat düşünüldüğünde oldukça hafif. Acaba titanyum mu diye düşünmekten alamadım kendimi. Hafifliğin gerekçesi ise satış temsilcisinin cevabı ile ortaya çıkıyor: kordondaki orta baklaların içleri boş. Bu da saati ciddi bir diyete sokmuş (Ben ise ağır saatleri severim.) ama daha da önemlisi, saatin inanılmaz konforlu olmasını sağlamış. Saati bileğinizde hissetmiyorsunuz. (Yeni Rolex’ler böylesine konforlu değil.)
-Kullanışlılık: Kadran, akrep, yelkovan, saniye ve büyüteçli tarih göstergeleri oldukça okunaklı. Luminova oldukça kuvvetli.
-Saatin helyum vanası yok: Bu tip saatlerin dalışta kullanılmadığı düşünülürse çok da önemli değil ama rakipleri helyum vanası sunuyor. Peki bu bir eksiklik mi? Bence olmasa da, başkası için eksiklik olarak değerlendirilebilir.
-Klips sistemi yeni Sub, GMT Master 2 ve Sea Dweller Deep Sea’de olduğu kadar “tok” değil: Bu durum yeni Sub ile ortadan kalktı.
Rolex hakkındaki objektif izlenimlerim: Benim gibi önyargılarınız varsa mutlaka incelemenizi öneririm. Gerçekten çok kaliteli saatler üretiyorlar. Bilekte duruşları da çok konforlu. Ayrıca, vitrinde beğenmediğiniz bir saat bileğinizde çok güzel durabilir, gerçi tam tersi de mümkün. (Bu durum sadece Rolex için değil, tüm markalar için geçerli.)
Kullanılan 904L çelik 316L çelikten 3 kat daha pahalı.
Tourbillon ya da minute repeater gibi çılgın işlere imza atmıyorlar. Bunun yerine günlük kullanım için uygun modeller üretiyorlar. (Tourbillon olmaması bence eksiklik, ama bu konu da çok tartışılır.)
Özellikle çelik Rolex’ler ikinci elde az değer kaybediyor.
Seveni de sevmeyeni de makinelerinin çok hassas olduğunu söylüyor.
Yaklaşık 60 yıllık tasarımlar kullanıyorlar. (Kült mü, demode mi?)
Özellikle çelik Daytona ve yeni çıkan çelik modelleri satın almak için elli takla atmak lazım.
Rolex hakkındaki subjektif izlenim ve düşüncelerim: Submariner, Milgauss, GMT Master 2 ve Sea Dweller beğendiğim Rolex modelleri.
Son zamanlarda çıkan modelleri dışında çoğu modelinin çapı çok ufak, 40 mm ve üzeri saatlerde rekabet edemiyorlardı. Son zamanlarda Milgauss, Day-Date 2 ve Datejust 2 ile bu sorunu çözdüler.
Çelik modellerdeki satış politikaları sinir bozucu.
Kullanıcı kitlesinden çok şikayet ediliyor: Bu konu üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünüyorum.
Rolex en çok üretim yapan, en çok bilinen, replikası yapılan lüks saat markası. Bunlar bir araya gelmesi de saatten anlamasa bile cebinde parası olan pek çok kişinin bir Rolex sahibi olması anlamına geliyor. Bu kötü bir şey mi? Bazılarını çok rahatsız eden bir durum bu. Rolex’e antipati besleyenlerin çoğu bu gerekçeden ötürü, yani kullanıcı kitlesinin kötü olmasından dolayı Rolex almayı reddediyorlar.
Bu makul bir gerekçe mi? Açık konuşmam gerekirse, bilmiyorum. Bir uyuşturucu kaçaksının kolunda Rolex var diye Rolex almayan biri, başka bir uyuşturucu kaçakçısının kolunda PP, VC, Breguet, Parmigiani, JLC, Blancpain, AP, GP hatta F.P. Journe, Harry Winston ya da Philippe Dufour görürse, bu saat markalarından saat edinmeyi de reddeder mi? Reddetmeli mi? Genel kullancı kitlesi marka seçiminde ne kadar etken olmalı? Bir saat severin cidden beğendiği bir markayı kullanıcı kitlesi kötü diye almaması, makul bir gerekçe midir?
Bu sorulara ben sadece ve sadece kendi adıma cevap verebilirim. Sadece ben değil, herkes kendi adına cevap verebilir. Tartışılması, ama kişiler bakımından varılan sonuçlarda da insanların birbirlerine saygı duyması gerekir. Şahsen ben Rolex almayı “Uyuşturucu kaçakçıları da Rolex kullanıyor.” gibi bir gerekçe ile reddederek bir JLC almaktansa, “Rolex yılda 700.000’den fazla saat üretirken JLC yılda 65.000 saat üretiyor. Lüks tüketim ürünü alırken de nadidelik çok önemlidir, ben saatimi çok az kişide görmek isterim, bu yüzden JLC alırım.” şeklinde bir gerekçe ile Rolex almayı reddetmeyi daha “makul” bulurum.
Bu yazıdan bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.
1. Önyargı kötü bir şeydir.

2. Rolex, sevenleri ve sevmeyenleri ile çok tartışılacak bir marka.
Rolex eminim ki daha pek çok platformda tartışılmaya devam edecek. Ben de elimden geldiğince Rolex hakkındaki izlenimlerimi ve düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Bunları yaparken de elimden geldiğince tarafsız olmaya çalıştım. Aslında yazıyı yazarken daha tartışılması gereken konular olduğunu fark ettim, ama hepsini tek yazıya sıkıştırmanın pek de iyi olmayacağını düşündüğümden diğer konuları başka yazılarımda ele alacağım.
Not: Blog sahibine büyük bir özür borcum var. Bu yazıyı benden çok zaman önce istemişti ancak şimdi yazabildim. Gecikme için özür dilerim. Ancak yazmak istediğim birkaç Rolex konusu daha var, onlar ise bu kadar gecikmeyecek.
Polemik


--------------------------------------------------------------------------------

Editörün Notu:

Ayrıca bkz. Watchuseek Rolex Forumu

"Ünlü reklamcıdan Rolex kriteri"

Dün gazetelerde ve internet sitelerinde Rolex ile ilgili bir haber vardı. Özetle ülkemizde daha çok reklamcıların başucu kitabı olan "Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor" adlı eseriyle tanınan Fransızların efsane reklamcısı Jacques Seguéla bir tv programında kendisine, Sarkozy’nin değerli nesnelere olan zaafı sorulunca, “Ne olmuş Rolex’i varsa, onu kınayamayız. Herkesin Rolex’i var. Zaten 50’sinde Rolex’iniz yoksa, hayatta başaramamışsınız demektir” diye konuşmuş.

Bence ülkemizde yayımlanan haberlerin en iyisi Milliyet gazetesininin 4. sayfasındaki "Ünlü reklamcıdan Rolex krititeri" başlıklı haberdi. Diğer gazeteler daha düz bir bakış açısıyla haberi vermiş:

Hürriyet "50’sinde Rolex takmayan başarısız", Posta "50'sinde Rolex'in yoksa başarısızsın", Vatan "Sarkozy'nin kankası Fransa'yı karıştırdı" Akşam "50 yaşında Rolex'in yoksa boşuna yaşadın!" vb.

Elbette Jacques Seguéla'nın söyledikleri Fransa'yı epeyce karıştırmış, orada tartışmalar daha bir hararetli bir şekilde sürüyor.

Değerini koruyan saat

Gazetelerde yayımlanan reklamlardaki değişimi anlatmak gerektiğinde 13 Aralık 1992'de Milliyet gazetesinde yayımlanmış bu ilanı gösteriyorum. Artık saat reklamları Türkçe yayımlanmıyor ne yazık ki. Üstelik bir zamanlar detaylı mekanik ayrıntılar verip kullanıcıyı bilgilendiren reklam yerine bugünlerde sadece görsel güzelliği ön plana çıkartan reklamlar yayımlanıyor. Güzel veya yakışıklı bir oyuncu/sporcu eşliğinde yayımlanan bu ilanlarda saatin mekanizması, güç birikimi gibi hayati bilgiler minik harflerle bir köşede keşfedilmeyi bekliyor. Muhtemelen İngilizce bilmeyenler için de bu bilgilerin bir önemi yok elbette.

Ne yazık ki 150 yıldan beri Türkiye'de saat üretilmiyor artık. Saatlerin tümü yurtdışından geliyor, bunun ezici bir ağırlığı da İsviçre'den ithal ediliyor. Malum "Swiss Made" sözcükleri kalite göstergesi. Her şey ithal, evet ama bari reklamlar Türkçe olsun demek istiyorum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...