Son Başmuvakkit: Hezarfen Ahmed Ziya ve 'Güneş saatleri yapım kılavuzu'



Perşembe akşam üzeri Robinson Crusoe'nun önünden teğet geçerken, adetim üzere vitrine gözucuyla baktım, geçip gidecektim ki birden "Güneş saatleri yapım kılavuzu" adında bir kitabın sol tarafta dikkat çekici bir şekilde bana göz kırptığını gördüm, hemen yanında ise yine Ahmed Ziya'nın "Rubu tahtasının kullanım kılavuzu" isimli kitabı duruyordu. Bir süre vitrini seyrettikten sonra, bir an Pandora Kitabevi gibi tematik bir vitrin yaptıkları zannına kapılıp diğer kitaplara da alıcı gözüyle baktım ancak öyle olmadığını anlamak kısa sürdü tabii.

İçeri girip "Güneş saatleri yapım kılavuzu" isimli kitabını, kitap üstüne kitap alan turistleri bekledikten sonra kasadaki güzel görevliden bu mübarek kitabı satın aldım (güzel bir kitap veya saat görünce gözüme bütün dünya güzel görünüyor). :)

"Güneş saatleri yapım kılavuzu" a4 boyutuna yakın ve çok iyi cins bir kağıda basılmış (kağıdın cinsi ve hurufatın -font- ismi yazılmamış, ayrıntı sayılabilir fakat yine de merak ediyorum) ve toplam 188 sayfadan mürekkep. Kredi kartına fazla yüklenmek istemediğimden diğer kitabı sonraya bıraktım (yüce şair Edip Cansever'i analım hemen: "Sonrası kalır").

Ahmed Ziya Akbulut adını görünce hemen aklıma Yapı dergisinde Şinasi Acar'ın yazmış olduğu ve zihnime yer etmiş o güzel makale geldi, eve gelince Yapı dergisindeki makaleye bir daha baktım: "2009 Dünya Astronomi Yılı'nda / Son Başmuvakkit: Ahmed Ziya Akbulut" başlıklı bu makale ile "Güneş saatleri yapım kılavuzu" kitabındaki "Güneşi seven adam / Ahmed Ziya (Akbulut)" başlıklı makale hemen hemen aynı. Sadece dergideki "Astroloji ve Astronomi" başlıklı girizgah yok, bazı sözcükler de değişmiş, o kadar, yani aynı makale. Bir de dergideki küçük fotoğraflar kitapta daha büyükçe kullanılmış. Yine de Yapı dergisindeki makalenin hükmü geçmiş değil, dipnotlarıyla ve başka yönleriyle çok değerli benim için.

'Güneş saatleri yapım kılavuzu'nu 1929 yılında Ahmed Ziya Bey bizzat nefis bir el yazısı ile yazmış ve basılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na göndermiş, fakat şaşırmamak gerekir, tahmin edileceği üzere basiretsiz bakanlığımızın aklıevvel irade sahipleri bu güzelim kitabı reddetmiş ve kitap 2010 yılına kadar Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi'nde gözlerden ve gönüllerden uzakta hapis hayatı sürmüş. Nihayet bu kitabın içeriğine biz sıradan yurttaşlar olarak vakıf olabiliyoruz. Kendi kültürümüze, kendi içimizden çıkan bu hezarfen kişilere neler neler yapmamışız ki? Görmezden gelip, tarihin karanlığına itilen bu güzel insanlar elbette bir gün güneşe çıkıyor, ama onları gölgelere sürükleyen karanlık ellerin isimleri bile meçhul, çünkü bu gibi insanlar, hem takdir etmekten yoksun hem de kendi çürümüş akıllarıyla zaten yaşamadılar, kötülük yaptılar, öyle de silindiler. Ahmed Ziya gibiler mücevher gibidir, elbette üzerindeki toz uçup gidecekti, kıymeti bilinecekti. Yeri gelmişken onu görüp, ziyasını halka göstermeye gayret eden, Prof. Dr. Atilla Bir, Prof. Dr. Mustafa Kaçar ve yazdıklarının takipçisi olmaya çalıştığım Y.Müh. Şinasi Acar'a teşekkür ederim.



Kitap çok güzel, fakat bence Ahmed Ziya Bey'in güzel hattını taşıyan sayfalar da tıpkıbasım olarak verilebilirdi, maliyet artardı elbette, ancak eşsiz bir yapıt olurdu.


Ahmed Ziya Akbulut (27 Haziran 1869 - 17 Nisan 1938) pek kimse adını bilmese de, bazı kişiler de onu sadece bir yönüyle tanısa da, bilmesi gerekenlerin bildiği önemli bir kişi. Kendisi gökbilimci, matematikçi ve çok güzel güneş saatleri yapmakla birlikte, aynı zamanda muvakkit, müzeci, öğretmen , haritacı, marangoz, demirci, cilt ustası, hattat ve ressamdır. Osmanlı ile Cumhuriyet arasında yaşamış, dünyanın değiştiğini ve acılaştığını bizzat görmüş, boş durmayıp çokça çalışıp mümkün mertebe geçmişe, tarihe ve bilime sahip çıkmış ancak hak ettiği ölçüde takdir görmemiştir.



Ahmed Ziya Bey, Şinasi Acar'ın yazdığına göre: "Her sabah İstanbul'a aynı vapurla iner, öyle ki kandilli'deki iskele memuru saat ayarını ondan alır!"

"Güneş saatleri yapım kılavuzu" önemli bir eser, güneş saatlerine ilgi duymayanların bile kitaplığında olması gerekir bence, çünkü Ahmed Ziya Bey'in bir zamanlar yaşamış olduğunu ve dünyadan güzel izler bırakarak geçtiğine (bir kitap üzerinden olsa da) tanık olmak az şey değildir hani.

Ek olarak 'saat kavramının tarihsel gelişimi' hakkındaki önemli bilgiler ve Ahmed Ziya Bey'in hayatını okumak kitabı daha katmerli bir eser yapıyor. Zaten saatseverlerin kütüphanelerinde zaman kavramıyla ilgili pek fazla Türkçe yapıt yok, en azından bu büyük boşluğu bir ucundan kapatmanın bir yolu da "Güneş saatleri yapım kılavuzu" gibi kitapları almaktan geçiyor.

Güneş Saatleri Yapım Kılavuzu, Ahmet Ziya (Akbulut), Prof. Dr. Atilla Bir, Prof. Dr. Mustafa Kaçar, Y. Müh. Şinasi Acar
Biryıl Kültür Sanat, İstanbul, 2010, 108 s.

___________________________________________

Kitabın 3. sayfasında bulunan İÇİNDEKİLER kısmı şöyle:

Önsöz...............................................5
Ahmet Ziya (Akbulut).........................10

Güneş Saatlerinin Tarihçesi.....28
-Sabit güneş saatleri..........................30
a)Küresel güneş saatleri.....................30
b)Yatay güneş saatleri.......................31
c)Dikey güneş saatleri.......................38
Taşınabilir güneş saatleri..................42

Güneş Saatleri..............................50
Güneş Saati...........................................50

Ekvatoral Güneş Saatleri.........................51

- Ekvatoral güneş saatinin
çizimi ve yapımı.............................52

Yatay güneş saatleri............56

- Yatay güneş saatinin
tasarı geometriden
yararlanarak çizilmesi.......................57

- Yatay güneş saatlerinin
hesapla çizim yöntemi........................60

Güneş saatinin yerine konulması...65
- Yarıgün yönünün saatle belirlenmesi........66
- Gözlem yöntemiyle saat ayarı...............66
- Güneş saatinin yerine tespiti..............69
- Güneş saatinden saat ayarı.................69

Çizelgeler...................................70

Öğle ve Günbatımı Başlangıçlı
Çarpık Duvar Güneş Saatleri
...........150

- Öğle başlangıçlı çarpık duvar
güneş saatinin temeli,
saat çizgilerinin hesabı
ve çizim yöntemi..............................150

- Temel saat çizim
açılarının hesaplanması.......................153

- Öğle başlangıçlı güneş saatinin
(mezvele) çizim yöntemi.......................156

- Kağıda çizilmiş bir güneş
saatinin taş üzerine aktarılması...............158

- Günbatımı başlangıçlı çarpık
duvar güneş saatinin,
saat doğrularının hesabı ve çizimi.............158

- Varsayılan yer enleminin ya da çubuk temel
açısının belirlenmesi..........................161

- Güneş saati merkezinden çubuk temeline
olan uzaklığın hesaplanması....................163

- Saat doğrularının hesaplanması...............165

- Çubuğu bulunmayan bir çarpık düşey güneş
saatinin çubuk boyu ve yerinin belirlenmesi....169

Ek 1: Kiriş çizelgeleriyle
ilgili açıklamalar.............................176

Ek 2: İl ve ilçelerin enlem, boylam ve
Mekke güney açıları çizelgeleriyle
ilgili açıklamalar.............................178

Ek 3: Küresel trigonometri.....................179
Kaynakça.......................................182
Dizin..........................................184
Özgeçmişler....................................186

Mimi Wo Sumaseba


Yani "Yüreğinin sesi" veya ingilizce olarak "Whisper of the heart" isimleriyle de vaftiz edilmiş olan ve senaryosu Hayao Miyazaki'ye ait 1995 tarihli bir Yoshifumi Kondo filmi. Film güzel, hoş, ancak bir sahnesi var ki büyük bir zevkle izledim. Bu filmi izlemiş olan saatperverler hemen anlamışlardır hangi bölümden söz ettiğimi. Ama bilmeyenler vardır belki:

Filmin bir sahnesinde tam bir kitap kurdu olan kahramanımız Shizuku, gizemli tombul bir kedi ile metrodan çıkar, kedinin gittiği yeri merak edip takip eder ve bir antikacı dükkanına varır.

İşte aşağıdaki diyaloglar bu bölümde, antikacı Shiro Nishi ile Shizuku Tsukishima arasında ve içinde izleyeni hayrete düşüren özelliklerle dolu, ayaklı koca bir otomat (hareket eden figürlerin bulunduğu) duvar saati önünde geçmektedir (bu duvar saati de duvar saati ölçülerinin biraz dışında, İstanbul'da küçük bir meydana, mesela Tünel Meydanına koysanız hiç yadırganmaz boyutlarda, neyse konuşmalar önemli, kulak verelim:



Shizuku - Ne kadar güzel bir saat.

Shiro - Bir kalede bulmuşlar, oldukça hasar görmüş. Şimdi bak, bunu hayatta anlayamazsın. Bak. (Elinde mücevhere benzer bir insan figürü vardır, merdiven yardımıyla heybetli duvar saatine bu parçayı yerleştirir, sonra anahtarla saati kurar.)

Shizuku - Bu da nedir? Ne kadar da güzel.

Shiro - Ne olduğunu şimdi görürsün.

Shizuku - Ne kadar da güzel, bunlar cüce mi?

Shiro - Çok şey biliyorsun. Yani cüceler hakkında çok şey biliyormuş gibi konuştun. Neyse şimdi de rakamları iyi takip et. Bakalım oynayacaklar mı?

Shizuku - Bu bir Elf.

Shiro - İyi görebiliyorsun değil mi? İstersen buraya çık.

Shizuku - Tamam. (Merdivene çıkar.)

Shizuku - Bu da prenses mi?

Shiro - Doğru bildin.

Shizuku - Birbirlerine âşıklar mı?

Shiro - Ama farklı dünyalarda yaşıyorlar. Çünkü sevgilisi cücelerin kralı. Saat 12'yi vurduğunda Prenses kendi dünyasına dönmek zorunda. Buna rağmen, Kral her gün aynı saatte yine buraya gelip Prensesin çıkmasını bekler. Belki de, bu saati yapan sanatçı kimse o da kendi aşkına karşılık bulamadı.

Shizuku - Demek bu yüzden ikisi de böyle üzgün görünüyorlar.

(...)

Dikkat edildiyse "saati yapan sanatçı" diye bir ifade var. Bu nasıl güzel bir anlatımdır, çeviren mi böyle çevirdi acaba diye düşündüm, ama sanmıyorum, ingilizce çeviride craftsman yani sanatkâr, usta, sanatçı anlamlarını taşıyor. Ancak bu kısımdan daha önemli olan ise saatin bir aşk öyküsünü barındırması. (Ayrıca bu öykünün de insanlık tarihinin miraslarından çeşitli masallara gönderme yapması başka bir güzellik.)

Dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat...

“(…) Onu küçük bir odaya sokan uşak, “İstirahat buyurunuz, haber vereyim” diye çıkmıştı. Burası hiç oturulmamış hissi veren gayet az, lâkin tamamiyle stil eşya ile döşeli bir bekleme odasıydı. Orta masası üzerinde dört tarafı kesme billur kapaklı bir eski saat, yaşına rağmen çok taze, şen kalmış sesiyle rahat rahat, hayatından ve yalnızlığından memnun işliyordu. Ayarlı idi de: Dördü altı geçiyordu.

Şemsi’nin aklı bu saate takıldı. Yıllardan beri iyi bakılmış, yerinden pek kımıldamamış olan o saatle bazı kenar antikacı dükkânında gördüğü hurdalanmış, mineleri çatlayıp akrep ve yelkovanları kopmuş benzeri saatler arasındaki farkı düşünüyor:

— Hele şuna bak, düşkünlüğe uğramamış, başa neler gelebileceğinden habersiz, değişmeyen rahat âleminde yaşayıp gidiyor!

Zaten oturmamış, henüz ayakta olduğundan yanına yaklaştı, gülümsedi: Bir yabancının dikkatli bakışından ürkerek bir kanarya gibi susacağından korkmuştu. Bu evde eşyanın da alışkanlıkları, alıştıkları bir terbiye, bir resmiyet vardı. (…)”


Refik Halid Karay, Bu bizim hayatımız, İnkılâp Kitabevi, Dördüncü basılış, 1990, s.13.

Ünlü yazarımız Refik Halid Karay aynı zamanda bir saatperverdir. Romanlarında kimi zaman iki kişi konuşurken odanın bir yerinde saat çalıyorsa bir üçüncü şahsın sözünü kesmek istemiyorlarmışcasına saatin madeni tınlaması bitmeden konuşmazlar.

McGonigle Biraderler ve Kozmik Dönüş



İrlanda'nın en uzun ırmağı olan Shannon kıyısındaki bir şehirde büyüyüp önce Dublin'de eğitim gören ardından İngiltere'de çalışan ve sonra İsviçre'ye giden ve burada çeşitli şirketlerde saat tamirinden en karmaşık saatlerin yapımına kadar çeşitli görevler yapan ve nihayetinde kendi hayallerini 2004 yılında gerçekleştirmeye muvaffak olan çok yetenekli McGonigle biraderler yaptıkları her saate öylesine özeniyorlar ki sonuçta ortaya seyirlik bir sanat eseri meydana geliyor.



Yaptıkları kurmalı tourbillon düzenekli saatlerin 100 saat güç süresi var. Mekanizmada ise "az çoktur" felsefesine uygun olarak normalden daha az parça kullanmaya çalışmışlar ve geçmişten ilham alarak geliştirdikleri yöntemlerle de bunu başarmışlar.

Tabii yaptıkları eşsiz saatlerin her birinin fiyatı son derece yüksek ve satın almak benim gibi saat meraklılarının kesesine göre değil. Fakat bu durum McGonigle kardeşlerin saatlerinin fotoğraflarına bakmanın bile ayrı bir zevk olmasını engellemiyor. :)



Tourbillon: Kozmik dönüş

Bu arada tourbillon düzeneğinin saate estetik güzellik dışında ne kattığı her zaman tartışılan bir durumdur. Tourbillon düzeneğinin mekanik saatlerde hassasiyeti artırdığı söylenegelir fakat aslında kayda değer bir fayda var mıdır? Nesnel verilere baktığımızda öyle abartılacak kadar bir yarardan söz edemiyoruz. Ben de bu tarz düşünsem de bu düzeneğin bir yaratıcılık ürünü olduğunu da göz ardı etmemek gerektiği konusunda şerh düşmeliyim.

Aslında fazla düşünürsek sonuçta çağımızda mekanik saate bile gerek yok, ne de olsa her yanımızda saatin kaç olduğunu gösteren bir uyarıcı var. Fakat sorun da işte bu noktada, saat var saat var... Basit dijital saatler (örneğin cep telefonundaki saat) kimine yeterken, kimi insan saat denen zaman makinesinin hayatında başka bir yer tutmasını istiyor, daha özel bir şey olsun istiyor, üstüne konuşmak, sohbet etmek istiyor.

'Tourbillon' gerekli veya gereksiz bu konu belki de hiç önemli değil, milyonlarca dolara satılan bir resim düşünelim, çok mu gereklidir? Mona Lisa, Louvre müzesindeki camekanlı bölmesinde her gün binlerce gözün kendisine bakmasına karşın gerekliliği tartışılamaz bir yapıt mıdır? 100 yıl kadar önce o da hemen yanında sergilenen diğer sanat eserleri sınıfındandı, ama sonra yıllar içerisinde bir arzu nesnesine dönüşmedi mi? İşte saat güzelleri de bu cinsten bir sanat eseridir. İlk eserlerin ortaya çıktığı günlerden bugüne geldiğimizde artık bir sanat eserinin gerekli olup olmadığını sorgulamıyoruz. Çünkü yeryüzü uygarlığı içinde sanat yapıtlarının da bir yeri ve bir tarihi var.

McGonigle biraderlerin yaptığı gibi eşsiz mekanik minyatür yapıtlar insanda güzel sanatların verdiği hazzı veriyorsa o zaman işte kalbe ve beyne seslenen zaman araçlarının, yani bilim/sanat/zanaat yapıtlarının da aslında zihin için, huzursuz ve mutsuz ruhlarımız için bir teselli olduğu, ağrılarımızı dindirdiği görülecektir.

Sanat eserleri gereklidir çünkü insan için vardır, saatler de öyle.



Fotoğraflar+çizim/Photographs+drawing: © McGonigle

Ekler:

--> Monochrome | Increased interest in independent watchmakers?

--> Tempered online | McGonigle Brothers | John and Stephen

--> TimeZone | The McGonigle Brothers

--> Watchprosite | Made in Ireland - An interview with the McGonigle Brothers | By Su JiaXian

--> TicTacTalks Forum | TEMPUS Independent Watchmaker Report - McGonigle Tourbillon

--> Watchprosite | New work from the McGonigles

--> The Watch Lounge | The Tuscar From McGonigle

Bir saat dergisi hayali



Watch Plus dergisinin Yaz 2010 sayısı çıkmış! Akşam eve geldiğimde beni bekleyen yeni bir derginin olduğunu öğrenince bütün yorgunluğum gitti, hemen dergiyi karıştırmaya başladım, elbette önce Şule Hanım'ın yazısını okudum.

Keşke saatlere ilişkin daha fazla sayıda Türkçe dergi ve kitap olsa, bu blogun sayfalarından güç sahibi belli kesimleri hep eleştirdim, ancak tekraren söylemek zorundayım 'yüksek saatçiler' sadece konunun ekonomik yönüne odaklandıklarından kültürel alanları boş bırakıyorlar maalesef. Neyse bu tür konularda çok söyleniyorum ardından eleştiri postaları geliyor kraldan çok kralcı olanlardan, fazla da uzatmak istemiyorum konuyu, sonra beni dükkanlarda saatlere bakarken tanıyıp kovarlar neme lazım!

Fakat düşünmeden de edemiyorum, türlü türlü fikirler geliyor aklıma, mesela sadece eski antika saatlere ilişkin bir dergi olsa güzel olmaz mıydı? Bir süre bunun hayalini kurdum. Tabii hayalimdeki derginin kapağında bu ay Pendule Sympathique olurdu muhtemelen :) Neyse konuya dönelim...

Okuma notları:

Yaz 2010 sayısının kapağında Girard Perregaux var.

Yıldız Hamidiye Saat Kulesi ile ilgili Şule Gürbüz'ün kendine has üslubuyla yazdığı yazı mükemmel (s.72-73).

Breguet şaheserleri Topkapı Sarayı'nda başlıklı yazı Topkapı Sarayı'ndaki halen devam eden sergi ile ilgili. Breguet'nin icatları ve getirdiği yenilikler sayfası da şahane olmuş, hemen arşıve bir kopyasını aldım (s.24-29).

Oris'in Oscar Peterson adına çıkardığı yeni caz saati çok hoşmuş (s.43).

Özel dosya: Büyük kadranlı saatler, bazı saatlerin boyutlarına çok şaşırdım (s.64-71).

Yine güzel bir dergi olmuş, meraklılar kaçırmasın derim...

Yadigâr bir saat



Geçen gün çok sevdiğimin arkadaşımla kahvaltı masasında konuşurken, dede yadigârı bir saat çıktı ortaya ve doğal olarak eski günlerden söz açıldı.

Ben arkadaşımın dedesini gördüğüm için tabii sabahın o vaktine kadar unuttuğum bir fotoğraf belirdi zihnimde, adeta 1930'ların Türkiye'sinden gelmiş bir insan, şapkasıyla, paltosuyla yaşadığımız şu kaba saba çevreye ters düşen ince bir insan...

Bu sadece benim gördüğüm. Ama arkadaşımın dedesi olduğu için, onun çok daha başka bir bağlantısı vardı. Doğal olarak benim saate baktığımda gördüklerimle, canım arkadaşımın gördükleri farklıydı. Yine de benim görüşüm onu ve dedesini tanımayanlardan çok daha yakındır onun bakışına.

Ya onu hiç tanımayanlar bu mekanik zaman aracına nasıl bakacaktır? Sıradan bir nesne olarak bakılması muhtemeldir sanırım. Saatin çelik kasalı makinesi Revue markasını taşıyor ancak bu saatin bazı kişilere göre adı ve anlamı çok daha farklı:

Nesilleri birbirine bağlayan bir hatıra ağacı aslında bu saat.

Bu saat İsviçre'de üretilmiş. Ama aslında üzerine Şişli, biraz da Beşiktaş ve Sarıyer kokusu sinmiş.

Bu saatin kalbinde "Veritatis simplex oratio est" yazıyor. Yani "Hakikatın dili yalındır" manasında euripides'e ait bir söz. Hakikatın sadeliğiyle, insanın süslü püslü hırslarıyla, plastik yalanlara aldırmayan tavrıyla durmuş, oturmuş haliyle, gün görmüş bir saat. Hakikat sağlam olduğundan, kolayca yıkılmayacağından daha nice yıllar göreceği, nice gözlerin bakacağı bir saat. Kimi gözler artık bakamasa da bu mekanik kayıt cihazı gibi kendindeki şarkıyı başkalarına da duyuracak cinsten bir saat.

Bu saat bahçeli bir evi işaret ediyor, bahçesinde çiçeklerin, duvarlarında heykellerin olduğu bir ev.

Belleğin arka sıralarında birikmiş bilgilerin silinmesi halinde bile tortusunun kaldığını fısıldıyor bu saat.

Hayatın geçici olduğunu anlatan bu saat, kadim dostların arasında yeni bir köprüyü daha gösteriyor.

Bu saat kalbin ve aklın biribirine yakın durması gerektiğini söylüyor.

Hep aynı şeyi söylüyorum: Saatler bizi atalarımıza bağlayan bir zaman makinesi aslında.

Ahmed Eflaki Dede



Geçen asrın mevlevi Dedelerinden ve bugün artık mevcut olmıyan Türk saatçiliğinin nev'i şahsına münhasır son büyük ustalarından.

Nureddin Rüşdi Büngül, "Eski Eserler Ansiklopedisi" adındaki eserinde bu san'atkârın hayatını şöylece naklediyor:

"Halveti şeyhlerinden Kırımlızade Ali Efendi'nin oğludur. 1808'de (Hicri 1223) Tekirdağı'nda doğmuş ve 18 yaşında İstanbul'a gelmiş. Yenikapı Mevlevihanesi'nde çile çıkarıp dede olmuştur. Tekkede heves edip öğrendiği saatçiliği ilerletmek için bir aralık Paris'e giderek Bireke [Breguet] fabrikasına girmiş ve mihver altına yakut vazını da kendisi Fransızlara öğretmiştir.

Avrupa dönüşünde İkinci Mahmud'a muvakkit olmuş ve saatçiliği fevkalade ileri götürmüş ve kendi zekasıyla on adet saat ibda etmiştir. Bunlardan ikisi elime geçti, birisini Topkapı Sarayı'na, diğerini de çok sene evvel şimdi hatırlamadığım bir zata satmıştım. Diğer sekizini görmedim.

Benim sattığım iki adedi aynı şekilde masa saati idi ve altlarında rehavileri vardı; Avrupa saatlerine asla benzememektedir. Daha sonra ise dede üstad bu saatleri beğenmemiş ve yeni baştan bir saat ibdaına muvaffak olmuştur ki "Muvakkiti cennetmekân Sultan Mahmud Han Ahmed Eflakî el mevlevi" ibaresini hâvidir. Bu harikulade saat müzemize konulmak üzere mühimve bir para ile benden satın alınmıştır. Dolmabahçe salonundaki büyük kule şeklindeki saatin küçüğüdür. Başta dört cepheli yani dört tarafında dört saat bir küre ve ortasında bir saat ve daha altında bir de tıb saniyesi görülmektedir. Küredeki makinelerde kuvvetli çelik zembereklere merbut olan bu saatin nadide çarkları ve güzel bir yakutu vardı.

Rakkası ile avrupalıların görüp de taklid ettikleri muhakkak olan görülmemiş, zarif bir tarzda düyek ayar edilmiş ve mevlevilerin "İsmi Celâl" çekmesi tarzında "Allah Allah" der gibi işlemektedir.

Gerek "Eflaki Dede Asitane" yazılı olan minası ve gerek bütün çark makine aksamı ve gerek fevkalâde zarif ve kuvvetli civa yaldızı ile altınlaştırılmış olan aksamı hariciyesi dede merhumun zekâsından ve kudretli elinden çıkmıştır. Bu saatın 1870'de Paris sergisinde teşhir edilmiş olduğu Topkapı Sarayı'nda zuhur eden "Eflâki dedenin nev icadı Paris'te sergide teşhir edilmiştir." diye bir kağıt parçasile vesikalıdır.

Bir Türk ruhu ile ve Türk zevki selimiyle ibdâ edilen saat harikulade değerlidir. Dede merhumun en mükemmel eseri budur ve bir de Dolmabahçe Sarayı'nın salonu içerisindeki gayet büyük kule şeklindeki saatidir.

Üstadın Sultan Mecid emri ile İngiltere'ye seyahat edip oradan saatçı aletleri aldığı da muhakkaktır. Yalnız Bireke [Breguet] fabrikası her nedense böyle bir adamın fabrikalarında çalıştığı hakkındaki malûmatı tekzip etmektedir.*

Kendisi muvakkit olduğundan Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına gider ve saatleri ayar edermiş. Bunu takdir ile seyreden Fuad Paşa merhum da:

Parmağıyla döndürür saati Eflâkî Dede
Döndürür hem yandırır mîkâtı Eflâkî Dede


diye latifeler yaparmış.

Ahmed Eflâkî Dede 1876'da (H.1293) Cağaloğlu'nda İshakağa çeşmesindeki hanesinde vefat etmiştir."

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşad Ekrem Koçu, İstanbul 1958, Birinci cild, s.361-362.

* Ahmed Eflaki Dede, Breguet'nin yanında değil dönemin ünlü saat üreticisi Paul Garnier'nin fabrikasında çalıştığı Şinasi Acar'ın çalışmasıyla belgelenmiştir.

[Not: Ufak tefek düzeltmeler ve rahat okunması gayesiyle paragraf düzenlemeleri yapılmıştır.]

BİÇİM İŞLEVİ İZLER


Mekanik saatlerden konuşurken ister istemez eğer karşınızda tarihe, mühendisliğe, matematiğe ve sanata ilgi duyan biri varsa konu bir yerde sanat ve zanaat ilişkisine gelir. Mekanik saatler mekanizmalarıyla vardır, bu mekanizmaların özellikli olanlarından her biri ise (kalibreler) bir okuldur. Okul/ekol bağlantılı sözcükler zaten.



Mekanizmalar da bir okuldur, incelendiğinde tarihsel gelişmeler, bilimsel ilerlemelerin getirdiği birikimlerin sonuçları ve estetik düzenlemeler de görülebilir. Ben pek takılmıyorum ayrıntılara, ancak bugüne dek üretilmiş birbirinden farklı mekanizmaları düşündüğümde zanaat ile sanat arasındaki, zanaat ile bilim arasındaki ve yine sanat ile bilim arasındaki bağıntıları görmemek, bundan heyecan duymamak olanaksız.

Sanatın tüm alanlarını etkileyen Bauhaus okulunun da amacı sanat ile zanaatı bir araya getirmekti. Bauhaus fikrinin son temsilcilerinden biri yine akımın/okulun ortaya çıktığı Almanya'dan dünyaya bir yapı olarak saati sunan Nomos markası.

Özellikli mekanizmalar ve bu mekanizmaların bulunduğu saatler ayrı bir kültür ocağıdır ve hepsi nev'i şahsına münhasır bir derstir aynı zamanda, taş üzerine taş konularak geliştirilen, kimi zaman insani hırsları veya hayal gücünü gösteren süslü püslü de olsa, kimi zaman ise daha sade ve daha mütevazı örnekleriyle de olsa ayrı ayrı filizler veren bir yapılar bütünüdür saat.



Bir başka konuşulmaya değer konu da Glashütte kasabası. 2500 kişilik bir nüfusa sahip bu Alman kasabası haklı ününden dolayı dünyada saatçilik deyince (İsviçre dışında) ilk akla gelen yerleşimlerden. 1990 doğumlu Nomos da işte bu Saksonya eyaletine bağlı Glashütte kasabasından çıkan ünlü markalardan biri.



Nomos saatlerinde mekanizma dahil bütün parçaları kendi üreten isviçre dışındaki ender işletmelerden biri. (Bu arada saatin üstüne "Swiss Made" gibi "Glashütte" yazmak da öyle kolay değil, saatin üstüne bu kasabanın ismini yazdırmak isteyen, saati oluşturan 50 parçadan fazlasını bu bölgede üretmek zorunda. Yani Glashütte bir nevi kalite damgası gibi hukuken de korunmaktadır.)



Nomos modelleri, Tangente, Orion, Ludwig, Tetra, Club, Tangomat ve Zürich ailelerinden oluşuyor.



Bütün Nomos'larda biçim/işlev uyumu ve sadelik ilk dikkati çeken unsurdur. "Az, çoktur" felsefesine de gönderme yaparlar. Fazlalıklardan arınmayı da simgelerler. Fakat saatin arkasını çevirdiğinizde renkli ve kıpır kıpır bir dünya ile de karşılaşabilirsiniz. Velhasıl Nomos iyidir, güzeldir.

________________________________
Ek okumalar, önemli bağlantılar:

- From Basel: The Nomos Tangente, Orion, and Ludwig "33"

- Nomos Forum

- NOMOS Encyclopaedia



PATLAMAYA HAZIR: VULCAIN

Vulcain 1858 doğumlu eski ancak pek göz önünde olmayan önemli bir marka. Eski saatleri de çok güzeldir, özellikle kronografları meraklılar tarafından beğenilir:



İlk mekanik alarmı bulunan kol saati 1947 yılında Vulcain tarafından üretilmiş:



Alarm konusuna takıntılı olduklarından ve özel bir önem verdiklerinden ürettikleri saatlerin çoğunda mekanik alarm özelliği mevcut. 150. yılı da geçtikleri için eski ürettikleri saatlerden ilham alarak özel modeller de yapıyorlar.



İşçilik ve ayrıntılardaki özenleri takdire şayan olan Vulcain saatleri kendine has yapısıyla saat dünyasında içerisinde saygın bir yerde bulunuyor.



Ek okumalar:

- The awakening of Vulcain, Europa Star.

- New Vulcain Cricket REVOLUTION, Monochrome.

Nicolas G. Hayek



2010 yılı Haziran ayının 28. günü Nicolas G. Hayek adındaki bir adam çalışma odasında kalp krizi geçirdi ve 1928 yılında başlayan hayatına veda etti.

Parlak bir zekaya ve öncü fikirlere sahip olan Hayek bunalımda olan ve bir çıkış yolu bulamayan İsviçre saat endüstrisinin önünü açan fikirlerin de yaratıcısıydı.

Ben onu en çok kolundaki saatlerle hatırlayacağım. Bir fotoğrafta toplam 8 saat taktığını görünce gülümsemeden edememiştim. Onun bu kadar çok çok saat takmasını ilginç bulduğumu yazmıştım daha önce.

Nicolas G. Hayek ilginç bir kişiliğe sahipti, sürekli yeni fikirler üretiyordu (saatler dışında Smart otomobil gibi, çevreci enerji sistemleri gibi).

Kalbi beyninin hızına erişemedi galiba.

Saat dünyası için önemli bir kayıp.

Ruhu şad olsun.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...