Ahmed Eflaki Dede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmed Eflaki Dede etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Şairin mekanik saati

Ahmed Eflaki Dede mahsülü masa saati, 1839

Mekanik saat, evvela şiire benzer; bir zanaat olarak el, emek ve sabır sanatıdır. 

Mekanik saat, sonra yine şiire benzer; akıl, yaratıcı düşünce ve düşlerin eseridir. 

Ahmed Eflaki Dede bir şairdir, saati tamir eden Şule Gürbüz de öyle. 

Ahmed Eflaki Dede



Geçen asrın mevlevi Dedelerinden ve bugün artık mevcut olmıyan Türk saatçiliğinin nev'i şahsına münhasır son büyük ustalarından.

Nureddin Rüşdi Büngül, "Eski Eserler Ansiklopedisi" adındaki eserinde bu san'atkârın hayatını şöylece naklediyor:

"Halveti şeyhlerinden Kırımlızade Ali Efendi'nin oğludur. 1808'de (Hicri 1223) Tekirdağı'nda doğmuş ve 18 yaşında İstanbul'a gelmiş. Yenikapı Mevlevihanesi'nde çile çıkarıp dede olmuştur. Tekkede heves edip öğrendiği saatçiliği ilerletmek için bir aralık Paris'e giderek Bireke [Breguet] fabrikasına girmiş ve mihver altına yakut vazını da kendisi Fransızlara öğretmiştir.

Avrupa dönüşünde İkinci Mahmud'a muvakkit olmuş ve saatçiliği fevkalade ileri götürmüş ve kendi zekasıyla on adet saat ibda etmiştir. Bunlardan ikisi elime geçti, birisini Topkapı Sarayı'na, diğerini de çok sene evvel şimdi hatırlamadığım bir zata satmıştım. Diğer sekizini görmedim.

Benim sattığım iki adedi aynı şekilde masa saati idi ve altlarında rehavileri vardı; Avrupa saatlerine asla benzememektedir. Daha sonra ise dede üstad bu saatleri beğenmemiş ve yeni baştan bir saat ibdaına muvaffak olmuştur ki "Muvakkiti cennetmekân Sultan Mahmud Han Ahmed Eflakî el mevlevi" ibaresini hâvidir. Bu harikulade saat müzemize konulmak üzere mühimve bir para ile benden satın alınmıştır. Dolmabahçe salonundaki büyük kule şeklindeki saatin küçüğüdür. Başta dört cepheli yani dört tarafında dört saat bir küre ve ortasında bir saat ve daha altında bir de tıb saniyesi görülmektedir. Küredeki makinelerde kuvvetli çelik zembereklere merbut olan bu saatin nadide çarkları ve güzel bir yakutu vardı.

Rakkası ile avrupalıların görüp de taklid ettikleri muhakkak olan görülmemiş, zarif bir tarzda düyek ayar edilmiş ve mevlevilerin "İsmi Celâl" çekmesi tarzında "Allah Allah" der gibi işlemektedir.

Gerek "Eflaki Dede Asitane" yazılı olan minası ve gerek bütün çark makine aksamı ve gerek fevkalâde zarif ve kuvvetli civa yaldızı ile altınlaştırılmış olan aksamı hariciyesi dede merhumun zekâsından ve kudretli elinden çıkmıştır. Bu saatın 1870'de Paris sergisinde teşhir edilmiş olduğu Topkapı Sarayı'nda zuhur eden "Eflâki dedenin nev icadı Paris'te sergide teşhir edilmiştir." diye bir kağıt parçasile vesikalıdır.

Bir Türk ruhu ile ve Türk zevki selimiyle ibdâ edilen saat harikulade değerlidir. Dede merhumun en mükemmel eseri budur ve bir de Dolmabahçe Sarayı'nın salonu içerisindeki gayet büyük kule şeklindeki saatidir.

Üstadın Sultan Mecid emri ile İngiltere'ye seyahat edip oradan saatçı aletleri aldığı da muhakkaktır. Yalnız Bireke [Breguet] fabrikası her nedense böyle bir adamın fabrikalarında çalıştığı hakkındaki malûmatı tekzip etmektedir.*

Kendisi muvakkit olduğundan Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına gider ve saatleri ayar edermiş. Bunu takdir ile seyreden Fuad Paşa merhum da:

Parmağıyla döndürür saati Eflâkî Dede
Döndürür hem yandırır mîkâtı Eflâkî Dede


diye latifeler yaparmış.

Ahmed Eflâkî Dede 1876'da (H.1293) Cağaloğlu'nda İshakağa çeşmesindeki hanesinde vefat etmiştir."

İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşad Ekrem Koçu, İstanbul 1958, Birinci cild, s.361-362.

* Ahmed Eflaki Dede, Breguet'nin yanında değil dönemin ünlü saat üreticisi Paul Garnier'nin fabrikasında çalıştığı Şinasi Acar'ın çalışmasıyla belgelenmiştir.

[Not: Ufak tefek düzeltmeler ve rahat okunması gayesiyle paragraf düzenlemeleri yapılmıştır.]

ZAMANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: HATIRALAR (2)



Dün sabah, önceden kararlaştırıldığı gibi saatinde Dolmabahçe Sarayı önündeydim. Saat Kulesi'nde hummalı bir faaliyet vardı. Fotoğrafını çektim. Sahilden yürümeye başladım. Atölyede Şule Hanım beni bekliyordu. Klasik Türk Musikisi eşliğinde sohbet ettik, çok sevdiğim Meral Uğurlu'dan söz açtım, elbette onda cd ve kasetleri varmış, ancak tam sohbetin en güzel yerinde soruları yarılamışken, acil bir iş çıkınca söyleşi yarım kaldı. Bu söyleşi bitince ayrıca yazacağım -belki bitmeden olduğu kadarıyla yazmak gerek, bilmiyorum- fakat bir de şu var: Hepsinde önce benim dinlediğim bilgileri önce hazmetmem gerek, ondan sonra söyleşiyi yazabilirim belki.

Fakat akşam yazdıklarıma bakınca, pek fazla bir şey de yazmadığımı gördüm, kalemi bırakıp Şule Hanım'ı dinlemek daha hoş geldi kimi zaman. Lakin dinlediklerim karşısında utanıp kendimi çok çiğ hissettiğimi itiraf etmem gerek. Bir yandan Şule Hanım'ı dinlemek hayata bakış zaviyesi ile ilgili olarak benim için ufuk açıcı bir deneyim oldu, bir başka açıdan da saatler hakkında hele hele Türk saatleri hakkında bildiklerimin denizde bir damla olduğunu acıyla öğrendiğim bir gündü diyebilirim. Nafile bir çaba, bilgiden kaçmak mümkün değil, mıknatıs gibi, öğrenmenin kapıları açıldı mı bir kere insan kendini her daim küçümen hissediyor. Bunu bir kere daha anladım.

Şule Hanım acilen saat müzesine gidince ben de Vedat Nedim Tör müzesine doğru kafamda türlü türlü düşüncelerle yola çıktım. Gümüşsuyu tarafına yönelip parkın içinden geçtim, biri beni çevirip "Nedir bu saat meselesi, niçin daha fazla merak merak içindesin?" dese, cevabım hazır artık: "Pişmek için, adam olmak için..."

Müzeye gitmeden önce yemek vaktidir Selahattin Özpalabıyıklar yerinde yoktur deyip önce Aslıhan'daki sahaflara uğrayıp oradan müzeye geçmeye niyetlendim, Selahattin Bey'i arayınca onun da yakınlarda olduğunu öğrendim ve nitekim dakikalar sonra birlikte yürüyorduk. Müzeye döndük sonra, Recep Gürgen usta ve Şule Gürbüz'le de hoş bir tesadüf yine orada karşılaştık. Bu anı kaçırmamak için bir fotoğraf çekmeyi düşündüm, sağ olsunlar kabul ettiler, fotoğrafa dikkatle bakılınca saatçiliğimizin en önemli isimlerinden Ahmed Eflaki Dede'yi de görmek mümkündür:



Konuştuğumuz sıralarda içli bir saat ezgisi salona yayılmaya başladı, bunu daha evvel de duymuş ve konuşmuştuk fakat insan bu ezgiyi her duyduğunda durup düşünmek ve konuşmak ihtiyacını hissediyor. Şule Hanım kendisinde bulunan bir saatin çok daha buruk bir müziği olduğunu söyledi. Tuhaftır kimi saatlerin sesleri bazen doğrudan kulaktan önce kalbe yol alıyor.

Recep Ustamız kimi saatleri kurdu, kimilerini sevdi, kimilerine şöyle bir "Nen var kuzum?" der gibi baktı. Neden sonra müzeden çıkıp atölyeye kadar yürüdük, yolda Recep Gürgen Usta kolumdaki saatlerden birini (Tissot'yu) beğenince çocuklar gibi sevindim.

Akşama doğru Recep Gürgen ustanın atölyesine misafir olduğum vakit adeta beynim boşalmış gibiydi, evvela sergi kitabını imzalattım kendisine, sonra yazdıklarını okudu, saatlere olan sevgimin sürmesini dilemiş, ben o sırada yüzlerce saatin arasında şaşkınlıktan ve heyecandan neredeyse "Ağacın kabuğu yenir mi?" gibi sorular soracaktım -ki benzeri saçmalıkta sorular da sordum aslında ve cevabını da afiyetle aldım, düşünmeden konuşmamak gerektiğini, istiab haddine dikkat etmeyi öğrendim. Fani bir insan için önemli dersler bunlar...

Recep Gürgen Usta ben oradayken işine devam edemedi, sonra birden hasta saatleri duyar gibi oldum, tedaviye ihtiyaçları vardı ve ben de fotoğraf çekerek fuzuli şeyler sorarak Usta'yı oyalıyordum, aynı duyguyu Şule Hanım'ın atölyesinde de hissetmiştim, hiç ayrılmak istemesem de hemencecik ayrılmak hem saatler için hem de ustanın rahat rahat çalışması için daha doğru dedim ve saatlerin ülkesinden sokağın kalabalığına karıştım.

Sergi kitabını da yazmak gerek, fakat bu kitaba müstakil bir yazı yetiştirmek istiyorum. Bir de dürüstçe söylemek gerekirse kitapta Şule Hanım'ın ustası Recep Gürgen ile yaptığı sohbeti görünce, sabah kendi yaptığım söyleşinin notlarına utanarak baktım. Kitapta öyle güzel yazılar var ki, saat hakkında, zaman hakkında, kültür tarihimiz hakkında azıcık merakı olanları bile şaşırtabilecek bilgilerle dolu dolu. Saatseverlerin ne yapıp edip bu kitabı kütüphanelerine katmaları şart diyorum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...