Watch Plus



Watch Plus dergisinin ikinci sayısı elime ulaştığında çok sevindim. Alır almaz yutarcasına okudum. Her şeyden önce daha derginin kapağından görüleceği üzere kaliteli bir dergi. En çok hoşuma giden Hublot yöneticisi Jean-Claude Biver ile yapılmış olan söyleşi oldu.

Efsane bir saat markasına dönüşen Hublot'u Hublot yapan bir insanın söyledikleri önemli. Bir yerde şöyle diyor Jean-Claude Biver:

"Biz saat satmıyoruz; kim olduğunuzu, ne düşündüğünüzü, nasıl hareket ettiğinizi söyleyen bir iletişim cihazı satıyoruz."


Saat dünyasından haberlerin de olduğu dergide Panerai saatleriyle ilgili güzel bir yazı da var. Ama asıl o kapaktaki muhteşem saatle ilgili (Quai de L'ile) yazıyı büyük bir keyifle okudum. Bu saatle ilgili bütün yazıları okumak istiyorum aslında :)

Eleştirmek için sayfalarını karıştırmaya başladığım ve bitirene kadar elimden bırakamadığım Watch Plus dergisini çok beğendim. Tasarımı güzel bir defa, insanı boğmuyor, yazıları fotoğrafları rahat rahat görebiliyoruz. İçeriğin daha yoğun olmasını tercih ederdim. Sayfa sayısı da daha fazla olsaydı keşke, bana kalırsa 64 sayfa az. Saatlerle ilgili daha çok şey okumak isterdim doğrusu. Bir de derginin adı benim gibi Türkçeseverleri yaralayacak cinsten. Ama saatler dışarıdan geldiği için konuyla azıcık ilgilenmeye başlayanların ingilizce ile karşılaşmaları doğal. Yabancı bir derginin ülkemizdeki temsilcisi olmadıktan sonra Türkiye'de ve Türkçe yayımlanan dergilerin isimlerinin de Türkçe olması gerektiğini düşünenlerdenim. (Ancak bu saatten sonra derginin adını değiştirmezler sanırım.)

Saatçilik sadece saat üreticileriyle ilgili bir konu değildir, felsefeden bilimden astronomiden şiire matematiğe oradan makine mühendisliğine kadar gider. Acıdır ki bu konuda Türkçe içerik çok zayıf, bu tarz dergiler çoğalmalıdır.

(Dünyada saat dergiciliğinde sürekli bir gelişme var, mesela Singapur kökenli bir şirket kadınlara yönelik 24:7 isimli bir dergi çıkarmaya başlamış.)

Bizde hep ihmal edilen bir alan oldu saat dergiciliği. Oysa bir saat kültürü yaratmanın önemli koşullarından biri yayın yapmaktır, kitap veya dergi yayımlamaktır. İnsanlar saat kültürü edindikçe ve bu sayede marka bilinci oluştukça daha kaliteli ürünlere yöneleceklerdir.

Saat dergileri üzerine


Saatlerle ilgili gördüğüm en güzel dergi Patek Philippe'in çıkardığı The Patek Philippe International Magazine isimli dergiydi. Sahafları gezinirken rastlamıştım bu dergiye, sadece üretici firmanın saatleriyle ilgili basit bir tanıtım dergisi değil bu, kültüre ve sanata/sanatçılara değer veren bir dergi.

Bizim ülkemizde ne yazık ki böylesine kaliteli bir saat dergisi yok. Elbette saatçileri gezerken rastladığım bir dergi var. Esnaf odası yayını olduğundan tasarım ve içerik beklediğim düzeyde değil, her sayıda aynı basmakalıp görüşleri biteviye tekrarlayan, üretici firmaların gönderdiği saat tanıtım yazılarını saymazsanı geriye bir şey kalmıyor, son sayfalardaki haberler bölümü biraz dikkat çekici, uzaktan gördüğüm ve merak ettiğim bir camiaya ait fotoğraflara merakla bakıyorum, ancak bu haberler de 1980'li yılların gazetelerindeki magazin/cemiyet haberleri kıvamında.

Dün bu yazının notlarını alırken bir e-posta geldi, söz etmezsem olmaz, yeni bir derginin olduğunu haber veriyordu. Henüz iki sayı çıkan Watch Plus adındaki bu dergiyi çok merak ediyorum. İnceler incelemez bir yazı yazacağım.

Başka saat dergilerine de bakalım: WatchtimeMagazine, QP Magazine, iW, hr: Watches Magazine, HH Journal

Erkek saati seven kadınlar



kaynak: http://www.watch4moi.com/

Mekanik araçlara olan sevgisiyle bilinen Okan Bayülgen "Erkeklerin Saatlerini Takan Kadınlar" adıyla sergilediği fotoğraflarla dikkatleri mekanik saatlerin kadınlar arasında giderek yayıldığını göstermişti. Ayrıca bu konudaki fikirlerini de en derli toplu şekilde Sema Denker'in yaptığı bir röportaj ile duyurmuştu.

Aslında bu durum sadece Bayülgen'in keşfettiği bir şey değil, daha önce örneklerine az rastlanıyordu, ancak son yıllarda daha da artan sayıda kadın tüketicilerin erkek saatlerine yönelmesi saat üreticilerinin de dikkatini çeken bir durumdu.

Bayülgen'in "(...) erkeksileşmiş kadınlar bunlar." değerlendirmesi bana kalırsa hem tuhaf hem de çok yüzeysel bir değerlendirme. Çünkü bunun kadınların güçlü olduklarını göstermek dışında başka nedenleri var.

Saat sektörü geçtiğimiz yüzyılın başından beri erkeklere değer veriyor. Tasarıma cinsiyetçi açıdan yaklaşıldığı için yaratıcılık ve yenilikçilik kaynakları hep erkek saatleri üzerinde görülüyor. Öyle ki kadın saatleri diye kategorilendirilen saatlerin tek albenisi değerli taşlar ve madenler oldu, tasarım göz ardı edildi, küçük olsun, yuvarlak hatlı olsun, mekanizma ile uğraşmasın da bir de pilli olsun.

İşte kafası çalışan kadınların aldatılmayı reddettiği noktalar bunlar. Neden küçük bir saat takmak zorunda olsun bir kadın? Neden pilli bir saat takmak zorunda olsun? Neden ayın evrelerini gösteren veya en basitinden kronometreli bir saat kadınlardan esirgeniyor? Elbette önyargılar yüzünden . Kadınlar bunu ister, kadınlar şunu ister diyerek yüzyıllar öncesinde kalmış bir kadın figürü üzerinden tasarımlar yapıldı ve yapılıyor. Mekanik ve komplike saatleri kadınlar da hak ediyor. Uçak, Araba, motorsiklet, fotoğraf makinesi kullanmayı seven kadınlar da var sevmeyenler de. Bu sadece bir tarz meselesi.

Nerede okudum şimdi hatırlamıyorum, büyük bir saat üreticisi şirketin yöneticine kadın ve erkek saatlerinin satış dağılımı soruluyor. O da sağlıklı sayısal veriler söylemenin zor olduğunu çünkü kadınların da "erkek saati" satın aldığını söylüyor.

Bana kalırsa "kadın saati" ve "erkek saati" diye ayırım yapmanın gereksiz olduğu bir gün kadınların ve erkeklerin daha özgür olduğu gündür.

Konuyla ilgili okumalar:

1. Women wearing Mens Watches

2. Hold on to your watches, gentlemen, as more women are opting to wear large, chunky men's models

3. "Women are wearing men’s watches"

4. Quartz versus mechanical – do women care?

Guido Castellini



Fortune dergisinin ingilizce baskısında ve Nisan 2008'de yayımlanan "Investing safe haven: Collectible watches" yazısı ardından Fortune Türkiye dergisinde geçtiğimiz Temmuz ayında çıktı, başlığı da "Şık yatırım aracı olarak saatler" diye çevrildi. Yazarı ise Scott Cendrowski. Dergiyi yeni gördüğüm için biraz gecikerek de olsa yazıyla ilgili bilgileri arşive hemen ekliyorum.

Alternatif bir yatırım aracı olarak mekanik saatlerle ilgili olan yazı italyan işadamı Guido Castellini üzerinden saat koleksiyonculuğunu ve saat kültürünün küçük yaşlardan itibaren insana neler kazandırdığını anlatıyor.

Guido Castellini'ye büyükbabasından 19. yüzyıl cep saatleri miras kalmış. Zaten aileden gelen bir saat kültürü olan Castellini daha çocukluğundan itibaren saatlerle ilgileniyormuş. Daha sonra da bu mirası akıllıca kullanarak genişletmiş, 100 yıllık bir Audemars Pigueot gibi 30'dan fazla güzel saate sahip şimdi.

Haber ilginç bilgilerle dolu. Mesela Castellini'nin daha 18 yaşındayken ayın evrelerini de gösteren 9 bin dolar değerindeki Patek Philippe saati bugün 250 bin dolar ediyormuş.

Yazıda ayrıca yeni saat koleksiyonu yapanlar için püf noktaları da var. Bunlar, belgeler, yılların izleri, monogramlar, kayışlar, kadranlar başlıkları altında özetleniyor.

Romain Jerome'un yenilikçilik ruhu


Sadece gündüzü ve geceyi gösteren devrimci zaman makinesi: Romain Jerome Day & Night


Romain Jerome çok ilginç bir saat üreticisi; bu yılın başlarında Titanic DNA Day & Night gibi bir şaheser ürettiler. Ki bu devrimci saat aslında saati bile göstermiyor, ikili tourbillon düzeneği sayesinde kadrana bakıldığında sadece gece mi gündüz mü ancak onu öğrenebiliyorsunuz. Bu yüzden Day&Night ile dalga geçenler de var, olsun, bu saatin önemi azaltmaz (değerini azaltmaz diyecektim ki sildim, zaten çok değerli bir sanat eseri.) Romain Jerome böyle bir saat üreterek zamanı öğrenmek isteme arzumuzla alay etmişti, bence iyi de yapmıştı.

Son olarak yöneticileri Yvan Arpa tarafından 12 Kasım 2008'de tanıtımını yaptıkları ve Baselworld'de görücüye çıkaracakları "Moon Dust-DNA" gibi kimilerine çılgınca gelecek fikirlerle dolu saatin duyurusunu yaptılar. (Moon Dust DNA haberi çok ilginç aslında ancak nedense Birgün dışında ülkemizdeki gazeteler tarafından pek ciddiye alınmadı. Birgün gazetesi de 12 Kasım 2008'de ajanslar tarafından duyurulan bu haberi 21 Kasım 2008 günü arka sayfasında yayımladı.)

Moon Dust DNA
Aslında bence önemli olan bu saatler değil, zaten sınırlı üretim yapıyorlar ve saatleri korkunç pahalı ve bana kalırsa bir Patek Philippe kadar prim yapmıyor RJ. (Bunu bir kenara yazalım, Patek Philippe saatçilik dünyasında zaman içinde en fazla değerlenen saat markası.)

Üzerinde durduğum nokta Romain Jerome saatlerinin saatçilik dünyasına getirdiği yenilikler ve kullanılan malzeme anlayışı. Yenilikçi olmak, yeryüzündeki sayısız malzemeden saat üretimine katkı sağlamak, üstelik bunu tarihe ve kültürel olaylara dayanarak yapmak. (Mesela Yavuz zırhlısını jilet yapmaktansa saat yapmak güzel olmaz mıydı? Bana kalırsa bütün silahlar eritilip saat yapılmalı.)

Uzun yıllar kısır bir döngüde ilerleyen mekanik saat üretimi özellikle son 20 yıldır büyük bir değişim geçiriyor, eskiden hedef kitlesi belirlenir üretici firma kendini bu hedef kitlesi üzerinden tarif ederdi, bu anlayıştaki şirketler halen aynı düzeni sürdürüyor, ancak şimdilerde Romain Jerome gibi konulu tasarıma odaklanan üreticiler saatçilik gündemini değiştiriyorlar.

Kuşkusuz saatler zamanı göstermek için yapılıyor, ancak aslında bazı saatler sadece zamanı göstermek için yapılmıyor, lüks tutkusunu paraya dönüştürmek için üretilen saatler de var. Elbette tasarımın çekiciliğinde bir de tehlike var, tasarımın şehvetine kapılmak.

Dağıldı konu, toparlayalım:

Romain Jerome son ürününde (Moon Dust-DNA) yine bir yaratıcılık örneği göstermiş: Ürettikleri bu saatin yüzeyi aydan getirilen taşlardan elde edilen kumla kaplı, saatin kasasında Apollo 11 ve Soyuz gemilerinden parçalar kullanılmış, kayış ise Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) görevi sırasında kullanılan giysilerden yapılmış. Fiyatı ise modeline göre 15 bin ile 500 bin dolar arasında değişecekmiş.

"Saati göstermeyen saat olur mu hiç?" diyenler için Romain Jerome Titanic DNA Day & Night 2 isimli saati üretti.

Vacheron Constantin macerası



10 Kasım 2008 günü Nişantaşı yönünden Altın Sokak'a girdim. Daha önceki bir yazıda Altın Sokak'tan söz etmiştim. Kutsal bir bölgeyi ziyaret eder gibi sokağın hemen başındaki Vacheron Constantin saatlerinin görüldüğü butiğe yöneldim. Amacım ellerinde bir katalog olup olmadığını sormaktı. Kibarca içeriye alınmadım, ama satış görevlisi kapıda bekleyen beni çok sevindirdi ve küçük bir Vacheron Constantin kataloğu getirdi. Bu arada karşılaştığım tavra hiç bozulmadım, satış görevlisine hak verdim, çünkü zaten bir Vacheron Constantin (söylenişi bile heybetli) alacak görüntüm yoktu, pejmürde bir haldeydim. Satıcılar böyle şeyleri bilir, duruşunuzdan kıyafetlerinizden, konuşmanızdan ve daha nice küçük ayrıntılardan sizin kim olduğunuzu anlarlar.

Kitapçığa gelince, küçük bir şey, ancak çok önemli bir özelliği var, daha sonra aldığım kataloglar da ispatladı ki, üst sınıf saatlerin tanıtım katalogları arasında Türkçe yayımlanmış tek katalog bu. Kitapçığın sonlarında "Printed in Switzerland" yazıyor. Hemen anlaşılacağı üzere katalog Türkiye'de basılmamış. Bu Türk alıcılara gösterilen güzel bir incelik.

Vitrin de küçük bir müze gibi, saat üretiminde kullanılan nesneler sergileniyor.



Vacheron Constantin saatlerini de yakından (vitrine burnumu dayadım) gördüm, sırtım yere gelmez artık :)

Şaka bir yana, Vacheron Constantin saatlerinin saatçilik tarihi içinde özel bir yeri var. Bunun nedenlerinden biri de (kalite, işçilik, yenilikçilik gibi unsurları bir yana bırakırsak) bu saatlerin heyecan verici olmasında yatıyor. Vacheron Constantin saatlerine baktığınızda zaman bir yerde önemli değil, kolunuzda bir sanat eseri var çünkü. İnsanın kolunda bir Gicometti heykelini taşır gibi hissetmeli. Sanat ile zanaati bir arada sunabilen ender insan yapımı ürünlerden biri olan bu saatlere hayranım.

Şöyle bir modeli var mesela, görüp de etkilenmemek elde değil:



Altın Sokak burada bitmiyor. Bir de üstüne Mim Kemal Öke Caddesi maceramı anlatacağım. Bir sonraki yazıya artık.

25 bin YTL’lik saat için 50 Türk sırada

İsviçreli ünlü saat üreticisi Raymond Weil, bundan sonda tamamen lüks marka olmaya karar verince en büyük destek Türkiye’den geldi.

Raymond Weil, 500 adet ürettiği 19 bin 200 franklık (25 bin 550 YTL) Nabucco Cuore Caldo modeli erkek saatleri ile bu değişikliği ilan ederken bu saatlerin 50 tanesi Türkiye’ye ayrıldı. Raymond Weil’in 100 ülkede 4 bin satış noktası bulunması, ülke başına ortalama 5 adet düşmesi anlamına gelmesi bu rakamı oldukça ilginç kılıyor. Raymond Weil saatlerin Türkiye Distribütörü Günsal Saat’in Yönetim Kurulu Başkanı Güneş Hüner, "Lüks saate talep konusunda Dubai ile yarışamayız, bu alanın birincisi o ama Türkiye’de ilk 10’da yer alıyor" dedi.

En ucuzu 3 bin dolar

Bugüne kadar fiyatından daha çok Don Giovanni, Othello, Parsifal gibi ünlü operaların isimlerini verdiği koleksiyorıyla tanınan Raymond Weil, 32 yıllık faaliyetlerini bu yıldan itibaren lüks kategorisinde sürdürmeye karar verdi. Markanın bu konuda en iddialı modeli Nabucco Cuore Caldo olurken, bir de 3 bin 390 franklık (4 bin 500 YTL civarında) Freelancer Chronograph modeli üretti. Hüner her iki modelin de özellikleri ile oldukça iddialı olduğunu belirtirken, bundan sonra lüks kategorisinde yarışacak olan Raymond Weil’in en ucuz saatinin 3 bin 500 frank olacağını söyledi. Az adetle daha yüksek ciro elde etmeyi amaçlayan Raymond Weil’in, Türkiye’de özellikle koleksiyonerlere sesleneceğini belirten Hüner, "Ayrıca saat artık bir prestij göstergesi olarak kabul ediliyor Türkiye’de" dedi. "Saat istemeden verilen bir kartvizittir" benzetmesi yapan Hüner, Türkiye için 50 bin adet saat ayrılırken, bunun bir yıl içinde satılmasını öngördüklerini kaydetti. Lacoste saatlerinin de dünyada en fazla satış yapan distribütörü olan Hüner, "Raymond Weil gibi lüks markalara saate özel bir düşkünlüğü olanlar, koleksiyonerler ilgi gösteriyor" dedi.

Raymond Weil ile buluşma ’yanlışlıkla’ oldu

RAYMOND Weil ile Günsal Saat’in birlikteliği 32 yıl öncesine, her iki şirketin de yeni kurulduğu yıllara dayanıyor. 1960 yılından bu yana saat sektöründe faaliyet gösteren Güneş Hüner, bundan 30 yıl kadar önce başka bir markanın temsilciğini istemek üzere İsviçre’ye gidiyor. Ancak yanlışlıkla başka bir saatçinin kapısını çalıyor. Güneş Hüner, Raymond Weil ile kısa bir sohbetin ardından, bu işte bir yanlışlık olduğunu fark ediyor. Bay Weil, ise "Biz de saatçiyiz ama sadece İsviçre’de faaliyet gösteriyoruz. Bizim saatlerimizi de Türkiye’de satabilir misiniz" diye farklı bir teklif sunuyor. Güneş Hüner bunu kabul edince, bugün 100 ülkede faaliyet gösteren Raymond Weil’in dünyadaki ilk distribütörü oluyor.

Hürriyet, 20.10.2008, Sayfa 13.

Çok pahalı saatler ne işe yarar?

Kaya Çilingiroğlu kızgın bir tonda da olsa çok pahalı saatlerin ne işe yaradığını anlatıyor:

Saatimi satıp borcumu ödedim

"Bizim ailede elektrik faturası gününde yatar, maliye kağıtları atılmaz, vergiler gününde ödenir falan... Ben böyle büyüdüm. Borç aldın mı, borcunu verirsin. Çok sıkıştım, saatimi sattım, borcumu yine ödedim. Kimsenin haberi yok. Millet Hülya Avşar’ın kocası diyor! Minnet etmem. Çıkarırım üç tane saatimi satarım, arabamı satarım, tarlamı satarım, yine borcumu öderim.

Benim Hülya ile böyle bir ilişkim olsaydı, saatimi satar mıydım? Ya da derdim para olsaydı bir günde mi boşanırdım? Saatimi sattığım adam da Kapalıçarşı’da... İsmi Zafer, gidip sorun. Bu kadar da açık söylüyorum. Yeri geldi 100 bin dolarlık arabamı, 80 bin dolara sattım. 20 bin dolar zarar ettim ama kimseye Kaya Çilingiroğlu borcunu ödemez, bizi mağdur etti dedirtmedim."


Hürriyet Kelebek, 06.10.2005, Sayfa 3.

Değerini koruyan saat

Gazetelerde yayımlanan reklamlardaki değişimi anlatmak gerektiğinde 13 Aralık 1992'de Milliyet gazetesinde yayımlanmış bu ilanı gösteriyorum. Artık saat reklamları Türkçe yayımlanmıyor ne yazık ki. Üstelik bir zamanlar detaylı mekanik ayrıntılar verip kullanıcıyı bilgilendiren reklam yerine bugünlerde sadece görsel güzelliği ön plana çıkartan reklamlar yayımlanıyor. Güzel veya yakışıklı bir oyuncu/sporcu eşliğinde yayımlanan bu ilanlarda saatin mekanizması, güç birikimi gibi hayati bilgiler minik harflerle bir köşede keşfedilmeyi bekliyor. Muhtemelen İngilizce bilmeyenler için de bu bilgilerin bir önemi yok elbette.

Ne yazık ki 150 yıldan beri Türkiye'de saat üretilmiyor artık. Saatlerin tümü yurtdışından geliyor, bunun ezici bir ağırlığı da İsviçre'den ithal ediliyor. Malum "Swiss Made" sözcükleri kalite göstergesi. Her şey ithal, evet ama bari reklamlar Türkçe olsun demek istiyorum.

Saatlerin televizyon kanalı olur mu?



Düşüncenin sınırı yok. Konusu saatler olan bir televizyon kanalı olsa ne güzel olur diye düşünüyordum. İnternette gezinirken TimeTv ile karşılaştım. Bu sitede şahane videolar mevcut. Biraz önce Audemars Pigueot Ceo'su Georges-Henri Meylan ile yapılmış olan bir video röportaj izledim mesela çok güzeldi.

Öğrenmenin sonu yok. Saatlerin büyülü dünyası yüzyıllardır insan uygarlığın şık bir simgesi ve keşfettikçe arkası geliyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...