Saat Kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Saat Kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Efsane Saatler 4: Jaeger-LeCoultre Reverso, 1931


Jaeger-LeCoultre Reverso, 1931


Söylemesi zor bir marka adına sahip olan olan Jaeger-LeCoultre (JeycerLeKult) her biri farklı 1200'den fazla mühendislik ve sanat eseri sayılan mekanizma üretmiş efsanevi bir saat üreticisi. 80 yaşındaki taze delikanlı Reverso modeli ise bunca saat içinde ilk sıralarda sayılan kült bir saat. Reverso'nun öyküsü Hindistan'ın İngiliz işgali altında bulunduğu zamanlara kadar uzanıyor. O vakitler polo oyuncularının, oyun sırasında saatleriyle başı dertteymiş. Saatler oyundaki sert darbelere karşı çok dayanıksız olduklarından sağlam bir saate ihtiyaç duyulmuş. 

Reverso sistemi, tıpkı Zippo çakmakları gibi işlevsel tasarımlardan, kült mertebesine erişen zarif bir örnek.

Ölümsüz bir tasarıma sahip Jaeger-LeCoultre bugün bile ilk kez görenlerin hayranlıkla karşıladığı bir şekilde saatin gövdesi ihtiyaç duyulduğunda patentli raylı bir sistemle kendi ekseni çevresinde dönerek kilitlenebiliyor. Böylelikle saatin narin yüzü bir muhafaza altına alınıyor ve mekanizmaya gelecek zararlardan korunmuş oluyor. 

Personalize your Jaeger-LeCoultre Reverso
Bu kadarla da bitmedi, kasanın arkası ön tarafa gelmiş olduğunda boş metalik yüzeye bakanlar yeni fikirler üretmeye başladı. Reverso sahipleri bu boş yüzeyi kişiselleştirip aile armaları, resimler veya yazılarla doldurdular. Bu durum Reverso Sanatı adı verilebilecek bir tür saat süslemeciliğine de yol açtı. Günümüzde geldiğimizde ise Reverso sahiplerinin büyük çoğunluğu artık polo oyuncusu olmadığından hem saat sahipleri hem Jaeger-LeCoultre kasanın arka yüzeyini yaratıcı çözümler ve yeni fikirlerle gizli bir hazine gibi değerlendiriyor.


Zaman ve Sanat



P dergisi eşine az rastlanır o güzel dergilerden.

Her sayısı hayranlık uyandırıcı bir tasarım ve konu bütünlüğüne sahip. Usta eller ve akıllar tarafından hazırlandığı için de hiç hayal kırıklığı yaşatmayan dergilerden biri. Her sayısı özel bir konuyu ele alıyor ve bu konu sanat bağlamında inceleniyor.

P dergisinin 'Zaman ve Sanat' konulu 28. sayısının kapağı, en güzel dergi kapaklarından biridir bence. Ancak yüzeyden bakarak görsel olarak övmek haksızlık olur, bu dergi sadece gören gözlere değil saat meraklıları için kültürel bir hazine değerinde olan içeriği ile akla ve zevk sahibi insanlara da sesleniyor.

İçindeki konu başlıklarına ve yazarlara bakarsak mekanik saat meraklıları için ne kadar önemli bir dergi olduğunu da görebiliriz:

Yaşanan Zaman Ölçülen Zaman, Gerhard Dohrn van Rossum

Maya Ve Aztek Takvimlerinde Zaman, Güneş Taşı, Yıldız Çoban

Ortaçağ Ve Rönesans’ta Dua Saatleri Kitapları, Kutsanmış Zaman, Barbara Drake Boehm

Çin Resminde Mevsim Değişimleri, Theresa McNichol

Japon Şiiri Ve Resminde Zaman Değişimleri, Prenses Şokuşi’nin Dört Mevsimi, Prenses Şokuşi

İslâm Uygarlığında Takvim, Salim Aydüz

Takîyüddîn El-Rasid’in Gözlemleriyle İstanbul Semalarında Zaman, Yavuz Unat

Topkapı Sarayı Müzesı Saat Koleksiyonu, Zamane Bir Şark Masalı, Ali Esad Göksel

Monet’nin Rouen Katedrali Resimleri, Zamanın Rengi, Coşkun Irmak

Zamanın Sesi: Müzik, Filiz Ali

Jorge Luis Borges’in Zaman Dolambacında Küçük Bir Gezinti, Yollari Çatallanan ‘Anlar’, Serhan Ada

Tuğrul Selçuk’un Heykellerinde, Zamanın Düşü Ve Gerçeği, Ayşegül Hatay

Blogged with the Flock Browser

SAAT KÜLTÜRÜ OKYANUSUNDA TÜRKİYE



Evdeki kitapları dergileri düzenlerken katalogların çokluğuna şaşırdım. Hemen hepsi İsviçre saatçiliğinin meşhur markalarına ait katalogların yanında diğer kitaplar pek zavallı göründü gözüme, katalogları alt raflara indirdim ama düşünmeden edemedim:

Ülkemizde saatçilik sektörü sadece kendine dönük yaşadığından kültürü ve bilgiyi hiç önemsemiyor. Bunda İsviçre saatçiliğinin de payı var kuşkusuz, ancak her şeyi oluruna bırakmamak gerek. Kurumlar para kazandığı işe yatırım da yapmalı. Yatırım da sadece maddi anlamda olmaz, manevi yatırım da vardır, kültürüel ve sosyal yatırımlar da vardır. Küçük gibi görünen kıvılcımları önemsemeliyiz, dergiler bir adım, daha ilerisi kitaplardır, bir ötesi bir saat ansiklopedisidir, daha ötesi kütüphane ve ve bir sivil müze oluşturulmasıdır.

Ülkemizin yegâne saat müzesi olan Dolmabahçe Saat Müzesi devletin önemli bir adımıdır, bazıları devleti küçümser, oysa sivil birikimin akıl edemediğini yaparak daha önde olan devlet ile birlikte topluma daha büyük yatırımlar yapılabilir. Neden İzmir'de, Adana'da, Hakkari'de, Bursa'da, Edirne'de bir saat müzesi/kütüphanesi olmasın?

Oysa daha dünya saat kültürünün belli başlı klasik olmuş kitapları (David Landes) dahi ne yazık ki Türkçe'ye çevrilmemiş durumdadır, öylesine önemli kitaplar var ki, onlar olmadan bir saat kitaplığından söz edilemez, oysa bu tarz kitaplar ne yazık ki Türkçe olarak yoklar, görünmezler.

Almanca, Fransızca ve İngilizce kaynakların çokluğu yanında Türkçe'de olan tek tük kitaplar okyanusta damla sayılır.

Dünya saat kültürünü bir yana, daha ülkemizdeki Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi saatçiliği hakkında külliyat oluşturacak birikimi bırakın bir iki kitap hariç ve sergi kataloğunun (onlar da saat kuleleri ve güneş saatleri üzerinedir) dışında yayın yoktur.

Çeşitli dergilerde (İstanbul, Toplumsal Tarih, P, Atlas) yayımlanmış makaleler var elimizde ve biraz sevindirici olan bazı dergilerin özel sayıları var işte o kadar. İsimlere bakıyorum hep aynı kişiler, kahramanca bir şeyler anlatmaya çalışan araştırmacılar ki onların da sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor...

Demek istediğim, saatçilik dünyasındaki etkili yetkili bazı arkadaşlarımın "yok ben ETA'nın her ayrıntısını biliyorum", "replika saat aslında hakiki saate giden aydınlık ve pek mukaddes bir yoldur", "yok dinozor kemiği parçaları bulunan bir saat yapılmış, fiyatı da şu kadar", "Çin'de saat yaptırıyorum" diye hem yapay gündemi takip edip hem maddi dünyanın getirileriyle övünürken, mesela Mustafa Şem'i Pek üstadımızdan haberdar olmamalarını pek manidar buluyorum.

Açıkçası saat konusunda sohbet etmeyi, markaları çekiştirmeyi çok seviyoruz da, kalıcı işler üretmeyi pek düşünmüyoruz. Ben de İsviçre saatçiliğinin hakkını teslim etmek gerektiğinden yanayım (ancak eleştirilerim/itirazlarım var elbette) ve çok güzel saatler ürettikleri için onlara hayranlığım değişmez. "Ama meraklıların gayet iyi bildiği gibi Almanya'da, Fransa'da, Japonya'da da çok güzel saatler üretiliyor, bunların arasında Türkiye'nin de adı geçseydi hani hiç fena olmazdı" deyince hayalpererest olmakla itham ediliyorum. Oysa demek istediğim başka, saat bilgisinin kültürünün artması demek saatseverlerin çoğalması demektir diyorum, saat kültürü de insanlığın ortak miraslarından biridir, öyleyse memleketleri bir yerde geçmek, insan ve eşyanın tabiatını/kalitesini yükseltmek gerekir diyorum, bunun için ilk yapılacak şey kendi mirasımızı ve dünya mirasını bilmektir. Durum şu: Ne kendimizi biliyoruz ne de dünyayı hakkıyla tanıyoruz, gereksiz bilginin çokluğu ise korkunç miktarda, zihin bulandırıcı ayrıntıların çokluğu karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor doğrusu.

Bir de muhafazakar bir toplumda yaşadığımız söyleniyor, köklerimize bağlılık her fırsatta dile getiriliyor da Osmanlı saat ustalarının kadrini kıymetini bilen de yok bu şaşaalı meydanda, çok tuhaftır, en acı olan kısım da şudur aslında: Üniversitelerimiz de son derece ilgisizdir bu konulara. Cumhuriyet tarihimizde Osmanlı Saatçiliği ile ilgili yapılmış tezlerin sayısını yazarsam epeyce bir gülünür sanıyorum, o yüzden yazmamak daha iyi. Saatçiliğimiz konusundaki çalışmalar maalesef ciddiye alınacak oranda değil. Her şeyden önce bir zihniyet değişimi yaşamalıyız, değişimin ilk adımı farkındalıktır, yaşadığımız toprağın farkında değiliz, edebiyatımızın farkında değiliz, bu böyle daha gider...

Terbiye ocağı olarak mekanik saatler



Mekanik saatleri seven insanların bir tekamül süreci vardır.

Başlangıçta her şey bir ağacın tohumu gibi son derece basit görünür, sonuçta bu da bir zevktir, saatlere bakar beğenirsiniz veya beğenmezsiniz olur biter. Her insanın geçmişinden gelen, kişiliğine uygun bir düzeyde olan ve zaten ana hatlarıyla oluşmuş bir kalitesi vardır. Bu minvalde mekanik saatler herkes için farklı noktalardan çıkılan bir yolculuk gibidir, bundan sonrası artık kişinin öğrenme ve gelişme azmine bağlıdır.

Ancak yolculuğun seyir defterine eklenen, gördüğünüz ve göremediğiniz saatlerin çokluğu, azlığı bir yerde beğeniyi de etkiler. Fakat beğenimiz bu haliyle boş bir yüzeyden ibarettir, bir işe yaramaz, bütün bunlara okuduğumuz kitapları, tanıdığımız, sevdiğimiz ve sevemediğimiz insanları, resimleri, fotoğrafları, mimariyi, yazıyı, kalemleri, defterleri, çiçekleri, duvarları, bahçeleri de eklemeniz gerekir. Arkasında yüzlerce yıllık birikim taşıyan bir saatin yanında insan olarak zavallı durmamak için, bizim de kendimizi yeniden inşa etmemiz, kendimizi bu yolculukta yine bizzat kendimizinin büyütmesi gerekir.

Bu yolda ise beğeni düzeyinin gidişatı elbette kimsede aynı değildir. Kimi zaman hastalıklı bir ruh haline de işaret edebilir. Bazı tutkuların bir saplantıya dönüşmesi olağan olmasa da affedilir bir durumdur, yeter ki bu saplantı başkalarına bir zarar vermesin, onları hiç üzmesin.

Dünyanın türlü türlü hali var. Ben de görüldüğü gibi saatleri seviyorum, bazı saatleri, bazı insanlar gibi diğerlerinden ayrı tutuyorum, onları daha çok seviyorum, manevi yükü ağır olan saatlerin ise bambaşka bir yeri oluyor insanın gönlünde, hep sevilen, hep el üstünde tutulan ve aşık olunan insanlar gibi...

Demek istedğim mekanik saatler terbiye ocağıdır aynı zamanda. Eğer saatine bakan aklı selim bir insan, dünyanın ve kendisinin gelip geçici bir yolcu olduğunu göremiyorsa, taktığı saatin bir zaman makinesi olduğunun farkına varamıyorsa asıl o zaman derin bir hastalığı vardır diye düşünürüm.

Saati salt bir nesne olarak veya bir mevki göstergesi olarak görüyorsa insan, işte orada vahim bir durum var demektir. Bu insanların saat nedir bilmedikleri aşikardır.

Hem mekanik saatlerden çok anladığını iddia edip hem de insanların gönlünü kırıp, onların ıstırap duymasına neden oluyorsa bir insan, benim gözümde o kişinin bir kıymeti yoktur, hangi zaviyeden baktıysa artık saatleri de yanlış anlamıştır.

Çocukları saatin akrep ibresine benzetirim, zaman onlar için ağır geçer, orta yaşlar ise dakika ibresi gibidir, artık hissedilir zaman, ortayı geçince saniye ibresiyle karşılaşırsınız, artık zaman bir hazinedir. Çünkü:

Saat, ölüm demektir.

Saat, terbiye demektir.

Saat, haddini bilmek demektir.

Saat, yaşama sevincini hissetmektir.

Saat, diline ve aklına hakim olmayı öğrenebilmektir.

Saat, sanatın ve edebiyatın ruha ilaç gibi iyi geldiğini anlamak demektir.

Saat, dünyanın kötülüklerle dolu bir yer olduğunu bilmek, ancak güzellikleri de görebilmek, onları takdir etmek demektir.

Nihayet saat, yeryüzünde bizden başkalarının da yaşamış olduğunu, bize benzediklerini ve ileride bizden başkalarının da yaşayacağını, onların da elbette bize benzeyeceğini bilmek, ona göre dünyaya hüzün ile, ibret ile bakmak, kavgaya gürültüye karışmadan, kalpleri kırıp dökmeden, hep iyiyi, hep doğruyu, hep masumiyeti tavsiye etmek demektir.

Zaman makinelerine övgü




"Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya"
(Gülten Akın)

Belki biliyorsunuz, bütün saatler öncelikle insanların öyküsünü anlatır. Bu bitmeyen öyküde muhtemelen en az üç bin yıl önce gündüzü bölümlere ayırarak işe başlayan atalarımızdan miras fikirlerin tarih boyunca geliştirilerek günümüzdeki saatlere dönüşmesi gibi heyecan verici olaylar yazılıdır, yeni fikirlerle de yazılmaya devam edilmekte.

Saatlere salt bir makine olarak baktığımızda bile insanın gücünü, insanın dehasını ve nihayet insanın zayıf yönlerini görebiliriz. Bununla birlikte saatler, yani süreölçerler sadece bir makine değiller, saati sıradan bir makineye indirgemek ve öyle değerlendirmek zamanı da yanlış değerlendirmek anlamına gelebilir.

Hep bir şeyler anlatır saatlerimiz. Üzerimizde rahatlıkla taşıyabildiğimiz yüzlerce parçadan oluşan zamangöstergelerinin anlattığı şeylerden birincisi, bir insanın zamanı bütünüyle kontrol edemeyecek olması, ikincisi ve daha çarpıcı olanı ise zamanın gücüne asla boyun eğmeyeceğimizi de cesaretle vurgulamasıdır. Zafer ve yenilginin aynı anda sunulduğu bir nesnedir saat.

Güzelliğin ve teknik gelişmelerin bileşimi olan bu cihaz, kalbimize benzeyen düzeneğiyle hayatımıza eşlik ediyor, bizimle yürüyor, bizimle duruyor. Pahalı ya da ucuz, platin veya çelik, ne türlü malzemeden yapılmış olursa olsun, bir saat, ne zaman ihtiyacımız olursa o zaman baktığımız bir saat, günlük yaşantımızı bir düzene kavuşturan bir saat, aslında o kadrana her bakışımızda kendimizi, ömrümüzde olup biteni görmekte olduğumuzu da hatırlatır.

Bize özel üretilmiş kutsal bir metin gibi zamanın izlerini her okuduğumuzda ruhumuza da iyi gelen, bazen durmadan hep aynı yerden geçiyormuşçasına zamanda kaybolmuşluk hissi veren, bazen acımızı hafifleten, bazen artıran, bazen sevincimizi azaltan, bazen çoğaltan saatlerimiz, sadece saniyeleri, dakikaları değil böylelikle hayatımızın işaretlerini de gösterirler.

Acaba, duygusal bağlar kurduğumuz, mekanizmasına ve işleyişine hayran olduğumuz saatlerimizi nasıl seçiyoruz? Belirli bir zaman içinde ve yoğun emek verilerek hazırlanmış olan, kolumuzda durmayı hak eden saatleri arzuladığımız vakit, kalbimizde ve zihnimizde bizi anlatan bir şeye bakarak karar veriyoruz belki.

Güzel ama nedir bu şey? Hiç kuşkusuz kültürle ilgili bir şey olmalıdır, dünya ile nasıl iletişim kurduğumuzla ilgili bir şey, hayatta durduğumuz yerle, sanata olan ihtiyacımızla, zanaatkârlığa duyduğumuz güvenle, yeryüzünün birikimlerine olan ilgimizle, binlerce yıldır gelişmeye çabalayan hem olağanüstü hem de oldukça dertli olan uygarlığımızın düşündürücü yapısıyla ilgili bir şey.

Kolunuzdaki mekanik sistem sadece saatin kaç olduğunu gösteren bir zaman makinesi değildir, sizin kim olduğunuzu da anlatan simgesel özellikleri olan bir düzenektir. Saatiniz geçmişe duyduğunuz saygıyı, geleceğe olan inancınızı gösteren bir bağlantıdır.

Özellikle çevre dostu olan mekanik saat teknolojisinin yüzlerce yıllık bir tarihi vardır. Saatiniz estetik beğeninizin düzeyini de işaret eder, klasik, modern veya başka çizgilerden hangisine yakın durduğunuz saatinize bakılarak söylenebilir.

Saatimizi kolumuzdan/gövdemizden çıkarıp masaya bıraktığımızda hemen soğuması, belirli bir süre kullanmayınca da durmasının mühendislik tarafını bir kenara bırakırsak, sevdiklerimizle/hayata dair hissettiklerimizle ilgili bir anlamı daha olabilir belki.

Bütün bu sözü edilen fikirlerden azade, birlikte yaşamayı seçtiğimiz saatler iyi/kötü veya ucuz/pahalı fark etmeden bize zamanın akışına tanık olmayı sağlar ki, bu da bir ölümlü için az şey değildir hani.

Watch Plus



Watch Plus dergisinin ikinci sayısı elime ulaştığında çok sevindim. Alır almaz yutarcasına okudum. Her şeyden önce daha derginin kapağından görüleceği üzere kaliteli bir dergi. En çok hoşuma giden Hublot yöneticisi Jean-Claude Biver ile yapılmış olan söyleşi oldu.

Efsane bir saat markasına dönüşen Hublot'u Hublot yapan bir insanın söyledikleri önemli. Bir yerde şöyle diyor Jean-Claude Biver:

"Biz saat satmıyoruz; kim olduğunuzu, ne düşündüğünüzü, nasıl hareket ettiğinizi söyleyen bir iletişim cihazı satıyoruz."


Saat dünyasından haberlerin de olduğu dergide Panerai saatleriyle ilgili güzel bir yazı da var. Ama asıl o kapaktaki muhteşem saatle ilgili (Quai de L'ile) yazıyı büyük bir keyifle okudum. Bu saatle ilgili bütün yazıları okumak istiyorum aslında :)

Eleştirmek için sayfalarını karıştırmaya başladığım ve bitirene kadar elimden bırakamadığım Watch Plus dergisini çok beğendim. Tasarımı güzel bir defa, insanı boğmuyor, yazıları fotoğrafları rahat rahat görebiliyoruz. İçeriğin daha yoğun olmasını tercih ederdim. Sayfa sayısı da daha fazla olsaydı keşke, bana kalırsa 64 sayfa az. Saatlerle ilgili daha çok şey okumak isterdim doğrusu. Bir de derginin adı benim gibi Türkçeseverleri yaralayacak cinsten. Ama saatler dışarıdan geldiği için konuyla azıcık ilgilenmeye başlayanların ingilizce ile karşılaşmaları doğal. Yabancı bir derginin ülkemizdeki temsilcisi olmadıktan sonra Türkiye'de ve Türkçe yayımlanan dergilerin isimlerinin de Türkçe olması gerektiğini düşünenlerdenim. (Ancak bu saatten sonra derginin adını değiştirmezler sanırım.)

Saatçilik sadece saat üreticileriyle ilgili bir konu değildir, felsefeden bilimden astronomiden şiire matematiğe oradan makine mühendisliğine kadar gider. Acıdır ki bu konuda Türkçe içerik çok zayıf, bu tarz dergiler çoğalmalıdır.

(Dünyada saat dergiciliğinde sürekli bir gelişme var, mesela Singapur kökenli bir şirket kadınlara yönelik 24:7 isimli bir dergi çıkarmaya başlamış.)

Bizde hep ihmal edilen bir alan oldu saat dergiciliği. Oysa bir saat kültürü yaratmanın önemli koşullarından biri yayın yapmaktır, kitap veya dergi yayımlamaktır. İnsanlar saat kültürü edindikçe ve bu sayede marka bilinci oluştukça daha kaliteli ürünlere yöneleceklerdir.

"İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"



Melis Alphan
Fotoğraf: Garbis Özatay

Ünlü İsviçre saatlerinin Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ:
"Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu birinin hemen algılaması zor. Ancak ilgilenen anlayabilir. İlgilenenlerin sayısı da giderek artıyor"


Saat aslında insana dair sanıldığından çok daha fazla bilgi veriyor. Birinin saatine bakarak onun kişiliğini ve sosyal konumunu üç aşağı beş yukarı anlamak mümkün. Tabii artık saat bir ihtiyaç olmaktan çıktı ve giysileri tamamlayan bir aksesuvar halini aldı. Durum bu olunca, tek bir saatle yetinmek de zor oldu. Artık insanlar iş kıyafetleriyle ayrı, gündelik kıyafetleriyle ayrı, bir davete giderken ayrı, plajda ayrı saat takıyor. Her ne kadar rakamlar erkeklerin daha çok saat aldığını doğrulasa da burada da bir yanılsama var. Büyük saat her daim moda olduğu için birçok kadın erkek saatlerini tercih ediyor. İsviçreli saat markalarının Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ şöyle diyor: "Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla. Değerli derken, erkekler genelde taşlı, pırlantalı saat almıyor. Onların aldığı değerli saatler gerek malzemesi gerek içindeki mekanizmasından dolayı pahalı oluyor. Erkekler bu konuya daha çok özen gösteriyor."

LPI ne zaman kuruldu?

1993'ten beri bazı İsviçre saatlerinin Türkiye'deki mümessilliğini yapıyoruz. 13 yıl önce ilk markamız Tissot ile bu işe başladık. 1994'te Maurice Lacroix'nın, 1996'da ise TAGHeuer'in Türkiye mümessilliğini aldık. 2004'te yeni markalarla görüşmelerimiz başladı. Önce Baume&Mercier ve Cartier, ardından da geçen yılın sonunda Glashütte ve Blancpain'in Türkiye mümessili olduk.

"Saat bugün ciddi bir aksesuvar"

Bu işe girmeden önce de saatlere meraklıydınız herhalde.

İlk başta değildim. 1993'te tesadüfen saat işi yapmaya başladım. Sonradan ilgim arttı. Saat değişik bir ürün. Tekstil işiyle uğraşan biri her gördüğü kıyafete o kadar detaylı bakıyor mu bilmiyorum ama dünyanın her yanında saat işiyle uğraşanlar saate konsantre oluyor ve sevmeye başlıyorlar.

İnsanların genellikle tek bir saati mi var?

Bu biraz gelişmişlikle ilgili bir şey. Örneğin, Almanya'da insanların sahip oldukları yüz do- ların üzerindeki saat sayısı dört-beş yıl önce kişi başına 4,3'tü. Türkiye'de bununla ilgili bir araştırma yok ama saat 1970'lere kadar saat sa- dece fonksiyonundan dolayı alınan bir üründü.

1980'den sonra saat sadece fonksiyonuyla ön planda olan bir ürün olmaktan çıktı. Bugün ciddi bir aksesuvar. Modayla da çok bağlantılı. Farklı versiyonlarda saatler var. O yüzden de artık insanlar tek bir saatle idare etmiyor.

Saat kişinin kıyafetine mi uygun olmalıdır?

Sizde ne ön plandaysa, saat de ona uygun olmalıdır. Bir erkek çok iddialı bir ayakkabı giyiyor, çok iddialı bir kemer takıyorsa, takım elbisesi de buna uygun- dur. Saatin de bütün kıyafete uygun olması beklenir. Kadınlarda kıyafetin yanında kullanılan diğer aksesuvarlarla uyumlu olması önemli.

Bir de fonksiyonellik var. Deniz kenarında deri kayışlı bir saat kullanmanız çok mantıklı değil. Gece çok şık bir davete giderken spor saat takmanız da uygun değil, biraz daha abiye bir saat takmanız gerekir.

Hem kılık kıyafetiniz hem de içinde bulunduğunuz ortam hangi saatin takılmasının doğru olacağıyla ilgili ipuçları verir.

Saatin bir modası var mı?

Kısmen var, kısmen yok. Aslında saat çok klasik bir ürün. Otomobiller, binalar 50 yıl öncesinden çok farklı, teknolojinin bundaki etkisi büyük. Bugün saat üretiminde de teknoloji kullanılıyor ama prensibinde geçmişe göre çok büyük farklılıklar yok.

Biz ilk bu işe başladığımız yıllarda bayiler saate yandan bakıp inceliğiyle onun güzelliğini değerlendiriyordu. Bugün tekrar yandan bakıyor, inceyse "Bu ince" diyorlar, o kadar.

Kaba, biraz büyük saatler, özellikle yaz aylarında renkli saatler ilgi çekiyor. Ama genel olarak belirli bir fiyatın üzerinde saat alan erkekler deri kayışlı saatleri tercih ediyor.

Son dönemde pembe altın saatler rağbet görüyor. Koyu renkli kadranlar moda. Bütün moda markalarının da saatleri var. Bu yıl erkeklerin ceket kolu boyları kısa tutulmuş ki saatler gözüksün.



Müşterilerinizin çoğunluğu erkekler mi?

Bütün dünyada saat tüketicilerinin yüzde 60'ı erkekler, yüzde 40'ı ise kadınlar. Fakat bu oran son dönemde biraz yanlışlık içermeye başladı.

Kadınlar da çok iri, büyük erkek saatlerini alıyorlar. O yüzden bu konuda çok net bir şey söylemek mümkün değil ama erkekler daha çok saat kullanıyor. Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla.

"Osmanlı saate meraklıydı"

Siz daha önce "Bizde saat kültürü yok" gibi bir açıklama yapmıştınız.

Bu biraz abartıldı. Saate gelişmiş ülkelerde olduğu kadar özen göstermiyoruz. İnsanlar maddi durumları iyileştikçe oturdukları evi, mobilyalarını, arabalarını, cep telefonlarını değiştiriyorlar ama çoğunluk saate bu özeni göstermiyor. Yoksa bunu kültür eksikliği olarak algılayamayız.

Sonuç olarak Türkiye'de 1983-84 yılına kadar resmi ve ciddi bir ithalat yapılması mümkün değildi. Halbuki Avrupa, Japonya ya da ABD'de yıllardır saatçilik sektörü gelişmiş vaziyette. Bizde hem insanlara bu sunulmamış hem insanların bunu alma imkanı çok küçük bir zümreyle sınırlı kalmış. Öyle olunca da insanların alışkanlıkları, ilgileri gelişmemiş.

Başka bir nokta daha var. Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Ama şu anda sizin benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu hemen algılamanız mümkün değil. Ancak çok ilgilenen birisi anlayabilir. Bilenlerin sayısı giderek arttığı için artık insanlar da saati yavaş yavaş bir statü sembolü olarak görmeye başlıyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda da saat prestij unsuruymuş. Hatta İsviçre'nin saat konusunda bu kadar güçlenmesinin nedeni de Osmanlı'ymış.

Osmanlı İmparatorluğu 1800'lerin başına kadar zenginliğin olduğu bir dönem. Avrupa ise o zamanlar çok iyi bir durumda değil. Daha sosyal bir yapıyla gelişiyor. O yüzden İsviçreliler o dönemde padişahın çevresine çok servis vermişler.

Hatta birçok saat markası yaptıkları özel modelleri önce getirip padişahlara göstermiş. Padişahlar da birçok saat ustasını çağırıp İstanbul'da misafir etmiş ve kendilerine özel saatler yaptırmışlar.

Saat kulelerine de çok özen gösterilmiş o dönemde. Dini faktör de var. Örneğin Teşvikiye Camii'nin yanındaki Teşvikiye kafe eskiden saat merkeziymiş. Orada saatlerin ayarları yapılıp halkın vaktinde camide olması sağlanırmış. Topkapı sarayında da çok değerli saatler var.

Saat alırken nelere dikkat etmek lazım?

Kullanma şartlarınıza uygun olmalı. Örneğin, devamlı denize giriyorsanız deri kayışlı bir saat almamalısınız. Bütün takılarınız beyaz altınsa sarı renkli, altın veya altın kaplama bir saat almanız çok tavsiye edilen bir şey değil.

***

Kişiye özel kadran

Yedi İsviçre markasının mümessilliğini yapıyorsunuz. Bu markalardan biraz bahseder misiniz?

Tissot en uygun fiyatlı markamız. Fiyatlar 150-200 YTL'den başlıyor, 1000 YTL'ye kadar çıkıyor. Tissot'nun fiyat avantajına rağmen çok teknolojik saatleri var. Maurice Lacroix ağırlıklı olarak mekanik saatler yapıyor. Fiyatları 500-20 bin YTL arasında değişiyor. TAG Heuer dünyanın en prestijli spor saat markası. Hem şık hem spor saatleri var. Fiyatlar 1000- 5 bin YTL arasında. Baume&Mercierlüks ve kısmen mücevher saatler üretiyor. Fiyatları ortalama 3-4 bin YTL civarında. Cartier'nin kalem ve çakmaklarını satışa sunuyoruz. Glashütte ve Blancpain İsviçre'nin üst düzey ve pahalı saat markaları. El işçiliği söz konusu, özel malzemeler kullanılıyor. Bu markalardan saat alan kişilere özel kadranlar yapılabiliyor, makinesinin üzerine isim yazdırılabiliyor. Fiyatları 4-20 bin YTL arasında değişiyor.

Şimdiye kadar hep toptancılık yaparken kısa süre önce ilk mağazanızı açtınız.

Yedi-sekiz ay konsept üzerinde çalıştık. Mağazada saat ve çikolatayı kombine ettik. Başka yerlerde de, hatta yurtdışında da şubeler açacağız. "İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"

Milliyet Moda, 21.09.2006, sayfa: 6.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...