tissot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tissot etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Düşünmek için bir saat



Bir bardak su, bir saat, düşünmek için yeterli.

Bir zamanlar su saatleri vardı. Sudan yararlanıp çeşit çeşit otomatlar yaptı zamanbilimciler.

Su, insanın zamanının başlangıcında vardı, bitiminde belki olmayacak, zaten pek çok şey bittiğinde özne orada bulunmaz.

Mekanik saatleri suya benzetiyorum bazen. Bir bardak su kadar ferah bir havaları var. İnsana benziyorlar, bazen bir işe yarıyorlar, bazen üzüyorlar, bazen sevindiriyorlar, bir sürü parçaları var. Onlar da hastalanıyor, onlar da yıpranıyor ve tuhaf hayatımıza tanık oluyorlar. Denizin koca karanlık suyu gibi tarihe tanıklık ediyorlar, sadece o kadar. Bir bardak su. Bir saat.

Dünyada kendimizi çok önemsiyoruz galiba. Kainatta bir noktacığın içinde bir noktacık olarak haddimizi aşıyoruz bazen. Oysa su gibi olmak lazım hayatta. Akıp gitmek gerekli, zamanın içimizden kanatlanıp geçmesine izin vermeliyiz, bir şeyleri tutmaya çalışmayalım, biz faniler, zamanı olduğu yerde tutmaya çalıştıkça keskin köşelerini giderek kaybeden taşlar gibi ufalanıyoruz.

Bir bardak su, bir saat, düşünmek için yeterli.

Yüzüklerin Efendisi, Gollum, Tissot. Tevfik Aydın

"KIYMETLİ SAATLERİNİZİN TAMİRİ ORİJİNAL PARÇALARI İLE İTİNALI OLARAK YAPILIR"


6 Haziran Çarşamba günü Tevfik Aydın'ın Sirkeci'deki mağazasına gittim. Şanslıymışım ki Ömer Aydın da mağazadaydı. 

Elbette mekanik saatlerden söz ettik. Ömer Aydın'ın kızı ve ailenin yeni kuşak temsilcisi Canan Hanım da mağazadaydı. Böyle kuşaktan kuşağa geçen bir yapının içinde misafir olmak çok güzel. 

Aklıma Ekşi Sözlük'teki Tevfik Aydın maddesinin altındaki en güzel tanımlardan biri geldi: 
"Anneannemin annemi, annemin beni götürdüğü saatçi." 
Sevgili Tissot'um da bakıma ihtiyacı vardı. Güngörmüş saatler arada sırada bakımdan geçmelidir. Aslında Tissot'mu aylardır bakıma vermeyi düşünüyordum. Fakat aramızda nasıl bir bağ oluştuysa artık bir türlü Tissot'mdan ayrılamıyordum. 

Saati verirken, kendimi efsanevi kitap 'Yüzüklerin Efendisi'ndeki, esiri olduğu güç yüzüğünü kaptıran Gollum gibi hissettim. Elim titreyerek Ömer Bey'e uzattım saatimi (kıymetlimisss). 

Ömer Aydın da benim bu durumumu hemen anladı ve saati birkaç gün sonra alabileceğimi belirtti. Ardından yukarıda görülen fişi doldurdu. 

Daha önce de çeşitli saatçilere tamir ve bakım için saatlerimi vermiştim. Fakat böyle bir fiş vermemişlerdi bana.

Şimdi bileğimde bir Zenith var. Ama karanlık diyar Mordor'da yaşıyor gibiyim, hiç keyifli değilim.

Benim saatim, senin saatin


Geçtiğimiz Perşembe günü kendime bir iyilik yaptım ve Tissot'mun kordonunu değiştirdim. Kosova Saat'e gitmiştim, çok yakışıklı Ali Aydınoğlu ve torunları dükkândaydı.

Ne güzel, dedim kendi kendime, dünya hâlâ eskisi gibi dönüyor.

Bir süre vitrindeki saatleri izledim. Vitrindeki saatler beni hafiften gıdıklasa da, aradığım saatimi bulmuştum çoktan, zaten bileğimde duruyordu. Amacım gösterişsiz ve sade bir kordon almaktı. Fakat bana önerilen, -önce olmaz dediğim- koyu yeşil renkli bir kordonla çıktım dışarıya.

Sonra dünya güzeli bir arkadaşıma gittim. Kendisi bir yayınevinde editördür. Saati koluna taktım ve gördüğünüz fotoğrafı çektim.

Saatimi bir başkasının kolunda görmek bende tuhaf duygular uyandırıyor, hemen fotoğrafı çekip bir an önce ona kavuşmak istiyorum! Sahip olduğum diğer saatlerle böyle bir ilişkim yok oysa. Nedense Tissot'ma gönülden bağlı hissediyorum kendimi. Şimdi böyle bir kordonla daha bir neşeli oldu sanki.

2009'da bıraktığım projeye yukarıdaki fotoğrafla dönmüş oldum. O zaman da sevdiğim arkadaşlarımın koluna Tissot'mu takmış hem fotoğraf çekmiş hem de saatimin başkasında nasıl durduğuna bakmıştım. (Fotoğraflara bakıyorum da o zaman gösterişsiz, kahverengi bir kordon kullanıyormuşum.)

Bu fotoğraf çekilirken çok sevdiğim, bana fotoğraf makinesini ödünç veren, on parmağında on marifet (yazar, ressam, gezgin, rehber, fotoğrafçı, reklamcı) arkadaşımın koluna da takmak istedim fakat yer uygun değil diye düşündüm. Onun evinde veya bir müzede olmalıymışız gibi geldi bana. Bir dahaki buluşmamızda muhakkak onun bileğinde de olacak saatim. (Gerçi Tag Heuer saatini çıkarmak istemeyecektir belki, fakat çikolata ile kandırırım diye planlar yapıyorum.)

Oradan çıkıp kuyumcu dostuma uğradım. Hezarfen arkadaşım da yanımdaydı. Bir anda kaynaştık, sohbeti koyulaştırdık. Sonra aklıma yeni kordonlu saatim geldi, kuyumcu büyüğümün bileğine usulca bıraktım:



İlkbahar ve yaz, emektar Tissot'ma pek yakışan bu tatlı yeşil kordonla ve güzel arkadaşlarımla geçsin istiyorum.

Kirli dünya, temiz Tissot,


Günlük kullandığımız ve çok sevdiğimiz saatlerimiz var, bir de sürekli kullanmaya kıyamayıp arada sırada kullandıklarımız. Fakat ne yaparsak yapalım önce haddinden fazla sevdiklerimiz bizden zarar görüyor. En çok da saatlerin camları çiziliyor, saatlerin kasaları da ikinci sırada zarar görenler.

Benim dünya güzeli Tissot'm da böyle her gün benimle beraber, ben nereye gidersem bir kolumda daimi yeri olduğu için (diğer kolumdaki saat hep değişir) çok zarar gördü, yüzü gözü çizikler içinde kaldı.

Yine de bu çiziklere bile alışmıştım, fakat geçenlerde Saat Hastanesi'nin bulunduğu yapının önünden geçerken Mehmet Ali Karaçuha'ya bir selam vereyim, bir de saatimi göstereyim dedim. Duvarlarda epeyce guguklu saat olan bu dükkan temiz ve düzgün hizmet veren bir yer.

Saatim de pırıl pırıl oldu öyle ki kordonunu da değiştirince (hayır hâlâ nato kordon bulamadım) gözlerime inanamadım.

Demem o ki yanınızda yörenizde saatlerin temizliğini yapan saatçiler varsa, saatiniz de kirliyse hiç üşenmeyin, gidip saatinizi temizletin.

Çok sevdiğim saatimi temizletmenin bir başka faydası da şu oldu, saatin kolumda şıkır şıkır durduğunu görünce daha bir özen göstermeye başladım. Tekrar çizilmemesi için daha dikkatli olup, önceden önlemlerimi alıyorum: Mesela dolmakalemlerime mürekkep doldururken ne olur olmaz diye kolumdan çıkartıp güvenli bir yere bırakıyorum artık veya evde bir eşyanın yeri mi değişecek, saatimi kolumda göremez kimse, güvenli bir yerde tehlikenin geçmesini beklemeye bırakıyorum. Çizilme kırılma (evlerden ırak!) tehlikesi geçince, kaybettiğim kıymetli bir yadigâra kavuşur gibi memnun mesut yeniden bileğime takıyorum saatimi.

Darısı yüzü gözü tanınmaz bir hâle gelmiş derbeder saatlerin başına...

(Tissot'nun üzerinde durduğu kitap: "Why photography matters as art as never before")

Tissot Visodate 1957


 

Dün çok güzel bir gündü. Önce Saat Dünyası dergisine uğradım, saatlerden, dergi tasarımından, Europe Star dergisinden başka dergilere, dergi kapaklarına kadar bol bol konuştuk. Sonra Tevfik Aydın'a uğradım, zaten Tevfik Aydın'ın güzel vitrinini görmek, içerde bulunmak yeterince iyidir her zaman, bir de her vakit bulamadığım Ömer Bey ile sohbet etme olanağı da yakalayınca günüm daha bir güzelleşti. İkimizin de okuduğu ve 1940'larda yayımlanmış bir kitap dolayısıyla biraz konuştuk ama her zaman dönüp dolaştığımız konu saat oluyor elbette, saatler benim de hayatımın temel noktası değilse de önemli bir yer tutuyor (dolayısıyla saatlerden anlayan birisini görmek hele bir de edebiyata ilgisi varsa bulunmaz nimettir benim için) ama saatler ve kalemler Ömer Bey'in hem işi hem hayatı. 

Ancak hayatımızda kitapların da çok elzem bir yeri var: Dolayısıyla İlhan Ayverdi'nin hazırladığı ve yeni baskısı yapılan 1411 sayfalı Misalli Büyük Türkçe Sözlüğü de heyecanla anlattım, Ömer Bey beni hiç yadırgamadı ve ilgiyle dinledi. Edebiyat ve sanat düşkünü ama saatlerden uzak duran bir arkadaşıma Tissot Visodate 1957 modelini anlatsam hiç ilgilenmezdi oysa. Oysa Maurice Blanchot ile mesela Longine marka kadranı dalgalı olan bir saat arasındaki bir bağ var, Breguet ve Max Jacop arasında da ayrı bir bağ var, dolayısıyla saatler edebiyatın içinde, saatlerin de içinde edebiyat var. İşte bu tarz konularla ilgilenen, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı seven insanlar benim için çok kıymetli, gördüğüm vakit bırakmak istemiyorum, daha çok konuşalım veya bir saate bakıp susalım istiyorum. 

Neyse sözü uzatmayalım aklımda epeydir Tissot'nun Visodate 1957 modeline canlı olarak bakmak ve kurcalamak vardı, bu isteğim de dün gerçekleşti. Bu saat internet üzerinde görüldüğü gibi değil. İnternetteki fotoğraflarında da hoş görünüyor fakat biraz klasik ve sıradan bir izlenim de bırakmıyor değil. Ancak bu saati gidin ve görün, bence gözlerinize inanamayacaksınız, öylesine güzel ve şık bir saat ki uzun süre elimden bırakamadım. 

Tissot'nun Visodate 1957 modelinin en güzel yanı ışıl ışıl olması, kasanın çelik aksamı ve saatin kadranında çok temiz bir işçilik var ve saat pürüzsüz hatlara sahip. Bazı saatler ışığı yutar adeta, ama Visodate 1957 için bu geçerli değil ışık nereden gelirse gelsin yüzeyinden yansıyor ve saati daha da çekici kılıyor. Gün ışığıyla yıkanmayı seven bir saat bu. 

Ayrıca saatin arka tarafındaki mekanizmasını seyretmesi de çok hoş. Arkası açık her model bu kadar güzel olmuyor oysa, çünkü artık hemen her saatin arkası camdan seyredilecek bir şey var. Ne yazık ki bazı saatlerin mekanizmaları öyle sıradan ve sıkıntı verici ki keşke kapatsalarmış diyor insan!  

ZALİM YÖNETİCİLERİN YAŞATTIĞI LOGO EZİYETİ 

Visodate modeli ilk kez 1953 yılında Tissot'nun 100. yılı şerefine düşünülmüş, yukarıda fotoğrafı görülen yeniden yorumlanmış Visodate modelinde ise eski logo kullanılmış. Bence eski logo çok güzel bir tasarım ve hatırlanması da önemli, belki bir pişmanlık da olabilir, geriye dönüş olmayacağı için küçük bir özür belki de. 

Eski logonun kullanılması bazı şeylerin değişmemesi gerektiğini bir kez daha gösteriyor. Demek istediğim, yeni olan her şeyin güzel olmadığıdır. Bu saat güzel çünkü hem eski logoyu taşıyor hem de geçmişe bir selam gönderiyor, 'unutmadık', 'hatırlıyoruz' diyor. Şimdiki logo ise son derece çirkin bence, çok düz ve çok basit, Tissot'nun logosundaki büyük ve haşmetli 'T' harfi yıllar içinde kırpıla kırpıla, azala azala bambaşka bir şeye dönüştü! Oysa harf karakterlerinin markaya has bir şahsiyetleri vardır. Harflerin de kendilerine göre ifade ettikleri simgesel anlamlar vardır. Kurumların sık sık logo değiştirmesi fayda yerine zarar getiriyor, kafa karışıklığına neden oluyor. Bazı kurumlar yüzyıllardır aynı logoyu kullanarak sağlam ve güçlü olduklarını söylemek ister, bu da anlaşılır. Logo değişimi ise bana kalırsa bir kimlik bunalımını ifade eder, kendine güvenen logosunu değiştirmez, yani kurumlar için arzulanan amacın dışında bir okuma da sağlayabilir. 

Kimi şirketlerin yöneticileri aman kolayca tanınsın, aman herkes adını bilsin diye logolarını basitleştirerek düzleştirerek kişiliksiz, yavan bir logoya geçiyorlar, bunu yaparken de müşterilerine hiç sormuyorlar. Geçtiğimiz günlerde büyük bir giyim firması logosunu değiştirince o markayı sevenler ayaklandılar, Facebook üzerinde binlerce kişiye ulaştılar ve şirketin geri adım atmasına neden oldular. Bütün bu fiyaskoların altına imza atan ruhsuz ve darkafalı yöneticiler pahalı koltuklarında oturarak markayı geliştirmekle uğraşacaklarına can sıkıntısından böyle abukluklara neden oluyorlar, bu tür yöneticiler densizliklerini kadirbilmezliklerini de bayrak yaptıklarının farkında değil. En iyisi durmadan logo değiştiren bu tür markaları cezalandırmak ve müşteri olarak uzak durmaktır. 

Neyse yine sözü uzattım. Ben susayım biraz, siz de yazılanları tamamen unutun ve yukarıdaki saate bakın. 

Değişmeyen duygulara, mütevazı oluşa, işe yararlığa, işçiliğe ve güzelliğe bir övgüyu göreceksiniz.

"İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"



Melis Alphan
Fotoğraf: Garbis Özatay

Ünlü İsviçre saatlerinin Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ:
"Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu birinin hemen algılaması zor. Ancak ilgilenen anlayabilir. İlgilenenlerin sayısı da giderek artıyor"


Saat aslında insana dair sanıldığından çok daha fazla bilgi veriyor. Birinin saatine bakarak onun kişiliğini ve sosyal konumunu üç aşağı beş yukarı anlamak mümkün. Tabii artık saat bir ihtiyaç olmaktan çıktı ve giysileri tamamlayan bir aksesuvar halini aldı. Durum bu olunca, tek bir saatle yetinmek de zor oldu. Artık insanlar iş kıyafetleriyle ayrı, gündelik kıyafetleriyle ayrı, bir davete giderken ayrı, plajda ayrı saat takıyor. Her ne kadar rakamlar erkeklerin daha çok saat aldığını doğrulasa da burada da bir yanılsama var. Büyük saat her daim moda olduğu için birçok kadın erkek saatlerini tercih ediyor. İsviçreli saat markalarının Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ şöyle diyor: "Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla. Değerli derken, erkekler genelde taşlı, pırlantalı saat almıyor. Onların aldığı değerli saatler gerek malzemesi gerek içindeki mekanizmasından dolayı pahalı oluyor. Erkekler bu konuya daha çok özen gösteriyor."

LPI ne zaman kuruldu?

1993'ten beri bazı İsviçre saatlerinin Türkiye'deki mümessilliğini yapıyoruz. 13 yıl önce ilk markamız Tissot ile bu işe başladık. 1994'te Maurice Lacroix'nın, 1996'da ise TAGHeuer'in Türkiye mümessilliğini aldık. 2004'te yeni markalarla görüşmelerimiz başladı. Önce Baume&Mercier ve Cartier, ardından da geçen yılın sonunda Glashütte ve Blancpain'in Türkiye mümessili olduk.

"Saat bugün ciddi bir aksesuvar"

Bu işe girmeden önce de saatlere meraklıydınız herhalde.

İlk başta değildim. 1993'te tesadüfen saat işi yapmaya başladım. Sonradan ilgim arttı. Saat değişik bir ürün. Tekstil işiyle uğraşan biri her gördüğü kıyafete o kadar detaylı bakıyor mu bilmiyorum ama dünyanın her yanında saat işiyle uğraşanlar saate konsantre oluyor ve sevmeye başlıyorlar.

İnsanların genellikle tek bir saati mi var?

Bu biraz gelişmişlikle ilgili bir şey. Örneğin, Almanya'da insanların sahip oldukları yüz do- ların üzerindeki saat sayısı dört-beş yıl önce kişi başına 4,3'tü. Türkiye'de bununla ilgili bir araştırma yok ama saat 1970'lere kadar saat sa- dece fonksiyonundan dolayı alınan bir üründü.

1980'den sonra saat sadece fonksiyonuyla ön planda olan bir ürün olmaktan çıktı. Bugün ciddi bir aksesuvar. Modayla da çok bağlantılı. Farklı versiyonlarda saatler var. O yüzden de artık insanlar tek bir saatle idare etmiyor.

Saat kişinin kıyafetine mi uygun olmalıdır?

Sizde ne ön plandaysa, saat de ona uygun olmalıdır. Bir erkek çok iddialı bir ayakkabı giyiyor, çok iddialı bir kemer takıyorsa, takım elbisesi de buna uygun- dur. Saatin de bütün kıyafete uygun olması beklenir. Kadınlarda kıyafetin yanında kullanılan diğer aksesuvarlarla uyumlu olması önemli.

Bir de fonksiyonellik var. Deniz kenarında deri kayışlı bir saat kullanmanız çok mantıklı değil. Gece çok şık bir davete giderken spor saat takmanız da uygun değil, biraz daha abiye bir saat takmanız gerekir.

Hem kılık kıyafetiniz hem de içinde bulunduğunuz ortam hangi saatin takılmasının doğru olacağıyla ilgili ipuçları verir.

Saatin bir modası var mı?

Kısmen var, kısmen yok. Aslında saat çok klasik bir ürün. Otomobiller, binalar 50 yıl öncesinden çok farklı, teknolojinin bundaki etkisi büyük. Bugün saat üretiminde de teknoloji kullanılıyor ama prensibinde geçmişe göre çok büyük farklılıklar yok.

Biz ilk bu işe başladığımız yıllarda bayiler saate yandan bakıp inceliğiyle onun güzelliğini değerlendiriyordu. Bugün tekrar yandan bakıyor, inceyse "Bu ince" diyorlar, o kadar.

Kaba, biraz büyük saatler, özellikle yaz aylarında renkli saatler ilgi çekiyor. Ama genel olarak belirli bir fiyatın üzerinde saat alan erkekler deri kayışlı saatleri tercih ediyor.

Son dönemde pembe altın saatler rağbet görüyor. Koyu renkli kadranlar moda. Bütün moda markalarının da saatleri var. Bu yıl erkeklerin ceket kolu boyları kısa tutulmuş ki saatler gözüksün.



Müşterilerinizin çoğunluğu erkekler mi?

Bütün dünyada saat tüketicilerinin yüzde 60'ı erkekler, yüzde 40'ı ise kadınlar. Fakat bu oran son dönemde biraz yanlışlık içermeye başladı.

Kadınlar da çok iri, büyük erkek saatlerini alıyorlar. O yüzden bu konuda çok net bir şey söylemek mümkün değil ama erkekler daha çok saat kullanıyor. Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla.

"Osmanlı saate meraklıydı"

Siz daha önce "Bizde saat kültürü yok" gibi bir açıklama yapmıştınız.

Bu biraz abartıldı. Saate gelişmiş ülkelerde olduğu kadar özen göstermiyoruz. İnsanlar maddi durumları iyileştikçe oturdukları evi, mobilyalarını, arabalarını, cep telefonlarını değiştiriyorlar ama çoğunluk saate bu özeni göstermiyor. Yoksa bunu kültür eksikliği olarak algılayamayız.

Sonuç olarak Türkiye'de 1983-84 yılına kadar resmi ve ciddi bir ithalat yapılması mümkün değildi. Halbuki Avrupa, Japonya ya da ABD'de yıllardır saatçilik sektörü gelişmiş vaziyette. Bizde hem insanlara bu sunulmamış hem insanların bunu alma imkanı çok küçük bir zümreyle sınırlı kalmış. Öyle olunca da insanların alışkanlıkları, ilgileri gelişmemiş.

Başka bir nokta daha var. Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Ama şu anda sizin benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu hemen algılamanız mümkün değil. Ancak çok ilgilenen birisi anlayabilir. Bilenlerin sayısı giderek arttığı için artık insanlar da saati yavaş yavaş bir statü sembolü olarak görmeye başlıyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda da saat prestij unsuruymuş. Hatta İsviçre'nin saat konusunda bu kadar güçlenmesinin nedeni de Osmanlı'ymış.

Osmanlı İmparatorluğu 1800'lerin başına kadar zenginliğin olduğu bir dönem. Avrupa ise o zamanlar çok iyi bir durumda değil. Daha sosyal bir yapıyla gelişiyor. O yüzden İsviçreliler o dönemde padişahın çevresine çok servis vermişler.

Hatta birçok saat markası yaptıkları özel modelleri önce getirip padişahlara göstermiş. Padişahlar da birçok saat ustasını çağırıp İstanbul'da misafir etmiş ve kendilerine özel saatler yaptırmışlar.

Saat kulelerine de çok özen gösterilmiş o dönemde. Dini faktör de var. Örneğin Teşvikiye Camii'nin yanındaki Teşvikiye kafe eskiden saat merkeziymiş. Orada saatlerin ayarları yapılıp halkın vaktinde camide olması sağlanırmış. Topkapı sarayında da çok değerli saatler var.

Saat alırken nelere dikkat etmek lazım?

Kullanma şartlarınıza uygun olmalı. Örneğin, devamlı denize giriyorsanız deri kayışlı bir saat almamalısınız. Bütün takılarınız beyaz altınsa sarı renkli, altın veya altın kaplama bir saat almanız çok tavsiye edilen bir şey değil.

***

Kişiye özel kadran

Yedi İsviçre markasının mümessilliğini yapıyorsunuz. Bu markalardan biraz bahseder misiniz?

Tissot en uygun fiyatlı markamız. Fiyatlar 150-200 YTL'den başlıyor, 1000 YTL'ye kadar çıkıyor. Tissot'nun fiyat avantajına rağmen çok teknolojik saatleri var. Maurice Lacroix ağırlıklı olarak mekanik saatler yapıyor. Fiyatları 500-20 bin YTL arasında değişiyor. TAG Heuer dünyanın en prestijli spor saat markası. Hem şık hem spor saatleri var. Fiyatlar 1000- 5 bin YTL arasında. Baume&Mercierlüks ve kısmen mücevher saatler üretiyor. Fiyatları ortalama 3-4 bin YTL civarında. Cartier'nin kalem ve çakmaklarını satışa sunuyoruz. Glashütte ve Blancpain İsviçre'nin üst düzey ve pahalı saat markaları. El işçiliği söz konusu, özel malzemeler kullanılıyor. Bu markalardan saat alan kişilere özel kadranlar yapılabiliyor, makinesinin üzerine isim yazdırılabiliyor. Fiyatları 4-20 bin YTL arasında değişiyor.

Şimdiye kadar hep toptancılık yaparken kısa süre önce ilk mağazanızı açtınız.

Yedi-sekiz ay konsept üzerinde çalıştık. Mağazada saat ve çikolatayı kombine ettik. Başka yerlerde de, hatta yurtdışında da şubeler açacağız. "İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"

Milliyet Moda, 21.09.2006, sayfa: 6.

Yarım asırlık Tissot saat yuvasına döndü

ESKİŞEHİRLİ İnşaat Yüksek Mühendisi, 72 yaşındaki Saim Eriçek, 50 yıl önce aldığı ve bugüne kadar hiç bozulmayan Tissot marka saatini üretici firmasına geri verdi. Saat İsviçre'deki Tissot Müzesi'nde sergilenecek. Weitnauer firması tarafından Türkiye'ye getirilen Tissot marka saati 50 yıl önce Sirkeci'deki Tevfik Aydın Saat'ten aldığını söyleyen Eriçek, "Saatimi 2000 yılına girerken yuvasına teslim ediyorum. Artık yaşlandım onu muhafaza edemem, kırlangıçlar gibi evine dönsün istedim." dedi. Yıllar önce sattığı saati geri alan 85 yaşındaki Tevfik Aydın ise, "Bu saat bir 50 yıl daha dayanır. Saat 50 yıl kullanılmasına rağmen hala sapasağlam." diye konuştu. Yarım asır hiç bozulmadan zamanı gösteren kurmalı Tissot marka saatin yerine Weitnauer firması Eriçek'e yeni bir Tissot hediye etti.

Yayın Adı: Hürriyet Yayın Tarihi: 10.11.1999 sayfa: 31

Üçüncü mekanik saatim ve Kosova Saatçisi



Epeyce bir düşünüp taşındıktan sonra üçüncü mekanik saatimi 12 Temmuz 2008 Cumartesi günü, ikindi vakti satın aldım.

Dün Kosova Saat'e oğlumla beraber uğradım ve dede Ali Aydınoğlu yönetimindeki küçümen dükkanda, torun Aydın Aydınoğlu'ndan 1970'lerin başında doğmuş (benimle yaşıt olmalı) bir Tissot Seven Automatic aldım (ETA 2481 mekanizma, 21 taşlı, ayrıntılar şurada).





Saatin sesi olağanüstü! Gece uyurken kulağıma yakın tutarak uyudum :)



Saat tıkır tıkır çalışıyor, sağlam bir mekanizması var. İçini de merak ediyorum. Uygun bir vakitte Kosova Saatçisi'ne uğrayıp saatin mekanizmasına bir göz atmak için kapağını açmasını rica edeceğim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...