Gentlemen, Dünya gazetesinin de bulunduğu grup bünyesinde yayımlanan italyan kökenli ve erkeklere yönelik bir yaşam kültürü dergisi. Erkeklere yönelik derken daha çok zevk sahibi erkek işadamlarına, onların hayat biçimlerine ve hobilerine seslenen bir dergi demek belki daha doğru bir tanım olacaktır.
Derginin tasarımı dünya globus'un diğer yayınları gibi geleneksel olarak çok sıradan ve zayıf, fakat sayfa boyutlarından kaynaklanan gösterişli bir tarzı olduğu da görülüyor. Derginin kapağı ince olduğundan köşe uçları çabucak kırılıyor
Bütün bu fasılları bir yana bırakırsak Gentlemen dergisini bence sözü edilmeye değer kılan yönü saatlere layıkıyla yer vermesi. Robb Report dergisi bile -ki dünyada saatlere hakkını veren ölçüde yer en önemli küresel dergilerden biridir- artık Türkiye baskısında saatleri unutmuş görünüyor.
Bir saat meraklısı Gentlemen dergisinin 46. sayısına baktığında ise 14. sayfada Mont Blanc saatlerini, 22. sayfada Zenith El Primero 36.000'i, 40-41. sayfalarda Parmigiani Fleurier ve Montreaux Caz Festivalini, 93-95. sayfalarda ise Pırlant'ın saat hastanesinden söz edildiğini görebilir.
Dergide en ilginç sayfalardan biri bence Bursa Korupak AVM içinde bulunan bu saat hastanesinden söz edildiği kısımlar. Pırlant'tan Fatih Akpınar ile görüşülmüş ve sadece ayrıntılarıyla, ustalarıyla, çalışanlarıyla saat hastanesinin oluşumu ve nasıl hizmet verdiğini değil Pırlant'ın da tarihini anlatmış bir yerde.
Pırlant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pırlant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KULAKTAN KALBE: ORIS
1904 yılında doğan, adını ise kurulduğu bölgedeki vadiden alan Oris, zamanın şarkısını söylemeye başlayalı 100 yılı geçti ve üstüne yeni yılları eklemeye başladı.
Oris kelimesinin kökeni Orusz, su yolu, ırmak yani akarsu anlamında, sadece mekanik saatler üreten bir şirket için bundan güzel tarif de olmaz zaten. Zaman su gibi akıp gidiyor.
Oris saatleri 4 aileden mürekkep: Motor sporları, havacılık, dalış ve kültür. Benim ilgimi kültür ailesi çekiyor elbette. Bu ailede çoğunluk caz müzisyenlerinde. Ama arada bir matematikçi, bir de çok sevdiğim Bob Dylan da var. Bütün bu isimlerin ortak noktası klasik ve özgün olmaları. Oris tarafından hatıraları onurlandırılan, insan kalbine dokunan eserlerin yaratıcısı olan müzisyenlerin ismini sayarsak ne demek istediğim daha iyi görülecektir: Miles Davis, Charlie Parker, Dizzy Gillespie ve çok sevdiğim Duke Ellington, hepsi baba müzisyenler. Ayrıca Oris, Londra'da düzenlediği festivallerde Sabahat Akkiraz'ı da tanıtmış ve müziğimizin başka kulaklara da akmasına olanak sağlamıştı.
Oris saatlerine olan sevgim Tevfik Aydın’ın vitrinine bakarken çoğaldı. Hep söylüyorum yolum ne vakit Sirkeci’ye düşse bu saatlere bakmadan geçmez olmuştum. İlk başta kendine özgü duruşunu sevdim, sonra yavaş yavaş gönlümü çelmeye başladı. Bu saatlerin ortak noktalarını fark etmemek mümkün değil: Kendine güvenen, sakin bir duruşu olan ve hiç şaşırtma telaşında olmayan bir hava.
Böylece Oris hakkında daha fazla bilgi edinmeye başladım, fakat dergilerde gazetelerde insanın kafasına kakılan, gözüne sokulan saat markalarından biri olmadığı için daha bir sevdiğimi söylemem lazım.
Oris yalnızlığı seven, dirençli ve hiç yılmayan insanlara benziyor. Bir gün hayran olduğum Şule Gürbüz’ün bileğinde de kadınlara çok yakıştığını düşündüğüm oval biçimli bir Oris görünce daha bir sevindim.
Oris saatlerini bunca çekici kılan nedir diye düşünüyorum. Birincisi bu saatler çok temiz. Her Oris, su gibi çıplak ve açık. Zerre abartı yok, her parçanın bir amacı var. Temiz bir işçilik hemen göze çarpıyor. Bütün Oris’ler incelikli ama güçlü bir yapıya sahip. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de her Oris saatinin arkasında duran bir fikir var, bir kişiden veya bir nesneden yola çıkarak tasarlanıyor. Burada şirketin yenilikçi tavrını takdir etmemek mümkün değil. Sınırlı sayıda üretilmiş modellere ağırlık verilmesi de güzel. Elbette saatin değerinin zamanla artıyor olması her koleksiyoncu için önemlidir, fakat koleksiyoncu olmayıp da sadece saatini sevenler için de bu keyifli bir unsur.
Bir de şirket politikası var ki bence asıl üzerinde durulması gereken belki de budur: Kaliteyi olabildiğince uygun fiyatla sunmak. Bazen gazetelerde dergilerde haberlere konu olan kimi saatlerin dudak uçuklatan fiyatlarını görünce şaşırmadan edemiyorum, elbette o parayı hak ediyorlardır fakat bu kadar ihtişamlı saatler amacından uzaklaşmış gibi geliyor bana. Oysa kaliteli bir sayısal fotoğraf makinesi (DSLR) fiyatına satılan Oris saatlerinin değil 1 fotoğraf makinesi, 10 fotoğraf makinesinden daha da uzun bir ömrü var.
Oris başka türlü bir şirket. Ürettikleri saatler ince bir zevkin ve kültür mühendisliğinin ürünü. Bu yüzden her çıkardıkları saat klasik oluyor. Çılgınca şeyler de yapmıyorlar, satışlarını artırmak için korkunç kampanyalar düzenlemiyorlar, hem müzisyenleri takdir ediyorlar hem müzikseverleri. Bu duruma en çok sevinen de müzik aşığı saatseverler oluyor.
Oris ülkemizde Pırlant tarafından temsil ediliyor. Pırlant 1976 doğumlu bir kuruluş. RobbReport dergisinde yayımlanan Hayrettin Akpınar söyleşisinden ve saat müzesi girişiminden söz etmiştim. Umarım bu müze gerçek olur, bir de temennim var Pırlant temsil ettiği gibi Oris gibi 100 yılı devirsin istiyorum. Türkiye'de köklü kurumların çoğalması toplumsal hafızayı da güçlendirir diye düşünüyorum. Hep sözünü ettiğim Tevfik Aydın kaç yılında kurulmuş diye baktım ve tarihi görünce paylaşayım istedim: 1889! Nice yıllara :)
Oris kelimesinin kökeni Orusz, su yolu, ırmak yani akarsu anlamında, sadece mekanik saatler üreten bir şirket için bundan güzel tarif de olmaz zaten. Zaman su gibi akıp gidiyor.
Oris saatleri 4 aileden mürekkep: Motor sporları, havacılık, dalış ve kültür. Benim ilgimi kültür ailesi çekiyor elbette. Bu ailede çoğunluk caz müzisyenlerinde. Ama arada bir matematikçi, bir de çok sevdiğim Bob Dylan da var. Bütün bu isimlerin ortak noktası klasik ve özgün olmaları. Oris tarafından hatıraları onurlandırılan, insan kalbine dokunan eserlerin yaratıcısı olan müzisyenlerin ismini sayarsak ne demek istediğim daha iyi görülecektir: Miles Davis, Charlie Parker, Dizzy Gillespie ve çok sevdiğim Duke Ellington, hepsi baba müzisyenler. Ayrıca Oris, Londra'da düzenlediği festivallerde Sabahat Akkiraz'ı da tanıtmış ve müziğimizin başka kulaklara da akmasına olanak sağlamıştı.
Oris saatlerine olan sevgim Tevfik Aydın’ın vitrinine bakarken çoğaldı. Hep söylüyorum yolum ne vakit Sirkeci’ye düşse bu saatlere bakmadan geçmez olmuştum. İlk başta kendine özgü duruşunu sevdim, sonra yavaş yavaş gönlümü çelmeye başladı. Bu saatlerin ortak noktalarını fark etmemek mümkün değil: Kendine güvenen, sakin bir duruşu olan ve hiç şaşırtma telaşında olmayan bir hava.
Böylece Oris hakkında daha fazla bilgi edinmeye başladım, fakat dergilerde gazetelerde insanın kafasına kakılan, gözüne sokulan saat markalarından biri olmadığı için daha bir sevdiğimi söylemem lazım.
Oris yalnızlığı seven, dirençli ve hiç yılmayan insanlara benziyor. Bir gün hayran olduğum Şule Gürbüz’ün bileğinde de kadınlara çok yakıştığını düşündüğüm oval biçimli bir Oris görünce daha bir sevindim.
Oris saatlerini bunca çekici kılan nedir diye düşünüyorum. Birincisi bu saatler çok temiz. Her Oris, su gibi çıplak ve açık. Zerre abartı yok, her parçanın bir amacı var. Temiz bir işçilik hemen göze çarpıyor. Bütün Oris’ler incelikli ama güçlü bir yapıya sahip. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de her Oris saatinin arkasında duran bir fikir var, bir kişiden veya bir nesneden yola çıkarak tasarlanıyor. Burada şirketin yenilikçi tavrını takdir etmemek mümkün değil. Sınırlı sayıda üretilmiş modellere ağırlık verilmesi de güzel. Elbette saatin değerinin zamanla artıyor olması her koleksiyoncu için önemlidir, fakat koleksiyoncu olmayıp da sadece saatini sevenler için de bu keyifli bir unsur.
Bir de şirket politikası var ki bence asıl üzerinde durulması gereken belki de budur: Kaliteyi olabildiğince uygun fiyatla sunmak. Bazen gazetelerde dergilerde haberlere konu olan kimi saatlerin dudak uçuklatan fiyatlarını görünce şaşırmadan edemiyorum, elbette o parayı hak ediyorlardır fakat bu kadar ihtişamlı saatler amacından uzaklaşmış gibi geliyor bana. Oysa kaliteli bir sayısal fotoğraf makinesi (DSLR) fiyatına satılan Oris saatlerinin değil 1 fotoğraf makinesi, 10 fotoğraf makinesinden daha da uzun bir ömrü var.
Oris başka türlü bir şirket. Ürettikleri saatler ince bir zevkin ve kültür mühendisliğinin ürünü. Bu yüzden her çıkardıkları saat klasik oluyor. Çılgınca şeyler de yapmıyorlar, satışlarını artırmak için korkunç kampanyalar düzenlemiyorlar, hem müzisyenleri takdir ediyorlar hem müzikseverleri. Bu duruma en çok sevinen de müzik aşığı saatseverler oluyor.
Oris ülkemizde Pırlant tarafından temsil ediliyor. Pırlant 1976 doğumlu bir kuruluş. RobbReport dergisinde yayımlanan Hayrettin Akpınar söyleşisinden ve saat müzesi girişiminden söz etmiştim. Umarım bu müze gerçek olur, bir de temennim var Pırlant temsil ettiği gibi Oris gibi 100 yılı devirsin istiyorum. Türkiye'de köklü kurumların çoğalması toplumsal hafızayı da güçlendirir diye düşünüyorum. Hep sözünü ettiğim Tevfik Aydın kaç yılında kurulmuş diye baktım ve tarihi görünce paylaşayım istedim: 1889! Nice yıllara :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)