Doğan HIZLAN
Saat kullananlar azaldı mı? Neden sordum biliyor musunuz? Çünkü genç kuşaktan birine saati sorduğumda, hemen arka cebinden cep telefonunu çıkarıp saate bakıyor. Oysa benim için her áletin kendine özgü bir kişiliği ve varoluş sebebi vardır.
Ben cep saatimi unutsam, hemen eve döner alırım, çünkü zaman duygusunu kaybedeceğim duygusuna kapılır, rahatsız olurum.
Şimdi çoğu evlerde sarkacıyla saat başını hatırlatan ağır saatler pek yok, yuvasından çıkıp saati bildiren guguklu saatlerin sesi de pek duyulmuyor.
Saatin tarihini merak edenler, özellikle Osmanlı sultanlarının saat tutkusunun nerelere vardığını öğrenmek için, tatlı bir dille yazılmış Otto Kurz’un Sultan İçin Bir Saat kitabından söz edeceğim.
Benim gibi cep saati kullananlar, cep saatlerinin geçirdiği estetik aşamaları ve zevk basamaklarını okudukça, insanoğlunun saate olan düşkünlüğünün derecesini de öğrenecek bu kitaptan. Tabii cep saati kullananlarla sınırlandırmaya gerek de yok aslında.
Doğu’da saatçilik nasıl başladı, nasıl Batı’ya geçti ve nasıl oldu da öncülüğü Batı aldı.
Ottu Kurz’un kitabını her okur kendince okuyabilir. Saatin, saatçiliğin teknolojik tarihi de burada, Osmanlı sultanlarının saate verdikleri önem de...
Eğer biri değerli bir armağan düşünüyorsa, akla ilk gelen ya da getirilen, saattir. İstanbul’daki büyükelçilerin çoğu bu konuda ülkelerindeki yöneticileri uyarırlar.
Güneş saati, su saati, ‘batan çanak’ su saati neydi gibi soruların cevabını öğrendiğimiz kitaptan bir şey daha öğreniyoruz: Batı’ya ulaşan ilk İslám saati bir su saatiydi.
Eski saatlerin ayrıntısı bugün bizi şaşırtabilir. Sözgelimi ‘Fil Saati yarım saatte bir çaldığında; aynı anda (olan biteni görmek için) bir çift gözün yetemeyeceği kadar çok şey gerçekleşir. Üstteki kuş ötmeye başlar, kubbe döner; sol üstteki adam kolunu hareket ettirir; doğan, canavarlardan yukarı olanın ağzına, gagasından bir metal bilye düşürür; iki canavar hareket eder ve bilye sonunda küçük vazoya düşer; kátip dönüp bir cetvelin üzerinde saati gösterirken fil sürücüsü elindeki üvendireyi hareket ettirir ve filin kafası üzerindeki trampeti çalar.’
Saatler ülkeden ülkeye giderler, yolculuklarında gelişmeyi tamamlarlar, Çin’den gelip Arabistan’a uğrar, oradan batıya geçer. Araştırmacının söylediğine göre, bugün kullandığımız en modern saatlerin bile düzenekleri eski ilkelere göredir.
Gelişen saate Doğu’da ilk ilgi gösteren Konstantinopolis fatihi II. Mehmed’dir.
‘Bu yeni icatlara, iki yüz yılı aşkın bir süre Doğu’da hiç kimse en ufak bir ilgi göstermedi. Tek istisna, Konstantinopolis fatihi II. Mehmed’dir. Elimizdeki bilgi, Kutsal Topraklar üstüne 1524’te bir kitap yayınlayan Fra Francesco Suriano’dan (1450-yaklaşık 1529) geliyor. Kitapta, II. Mehmed’in 1477’deki barış antlaşmasından sonra Venedik senyöründen, kendisine christallini (kristal işçisi) yapacak yetenekte birini, çalar saat yapabilecek birini ve iyi bir ressam göndermesini istediği söylenir. Söz konusu ressam, sultan için bir Meryem Ana resmetmek gibi beklenmedik bir sipariş alan Giovanni Bellini’ydi. Üstat Giovanni Bellini bütün bunları, Venedik’e dönüşünden sonra benim önümde nakletti’
Sonradan bu ilgiyi sürdüren Avrupalıların ‘Muhteşem’ diye nitelendirdiği I.Süleyman’dı.
‘Sultan Süleyman’a ulaşan saatlerden birisi epeyce farklı boyutlardaydı; arz odasına taşınabilmesi için on iki adam gerekliydi. 1541 yılıydı; Türkler Macaristan’ın başkentini fethetmişti, Kral Ferdinand çaresiz durumdaydı ve ancak bir barış antlaşmasıyla kendisini kurtarabilirdi. İlk iş, Avusturya elçilerini kabul etsin diye sultanın memnun edilmesiydi.’
15., 16. yüzyıllarda Avrupa’da, özellikle Augsburg’lu saatçilerin yaptıkları en görkemli saatler İstanbul’a gönderilirdi. Bu saatlerde Türk figürleri kahramanlığın simgesi olarak gösterilmişlerdi.
Bir tanesinde; saat çaldığında Türklerin koşup atlarına atlayıp savaştıkları, saatin çalması bittiğinde tekrar içeri girdikleri görülür.
Peki bu saatler saraya gönderildikten sonra, bakımını kimler yapardı:
‘Bir süre III. Murad’ın saray hekimliğini yapan ve daha sonra İtalya’ya göç edip 1593’te orada vaftiz edilen bir Yahudi olan Dominico Yerushalmi’ye göre sarayda, her ne zaman gerekirse saatleri tamir etmeleri için, özel eğitilmiş olan içoğlanları vardı.’
*
Osmanlı başkentinde saat ve cep saatleri onarılıyor ama taşrada durum böyle değildir.
17. yüzyılda, artık elçilik heyetlerine bağlı cep saatçilerinden söz edilmediğini belirtiyor araştırmacı, çünkü, ‘Cenevreli bir cep saatçileri kolonisi, İstanbul’un banliyösü ve yabancılar semti olan Galata’da yerleşmişlerdi.’
Yavaş yavaş onların da ünleri sona ermiş. Galata’ya giden son cep saatçilerinden biri de Jean-Jacques Rousseau’nun babası Isaac Rousseau’dur. Rousseau, ünlü kitabı İtiraflar’da anlatır:
‘Babam, tek kardeşimin doğumundan sonra İstanbul’a doğru yola koyuldu ve orada saray saatçiliğine getirildi. Onun yokluğunda annemin güzelliği, zekásı ve ev kadınlığı bir dizi hayranı cezbetti, bunların arasında Mösyö de La Closure en ısrarla ilgi gösterenleriydi. Otuz yıllık bir sürenin ardından annemden söz ederken derinden duygulandığını gördüğüme göre, tutkusu olağanüstü şiddetli olmalıydı. Annemin, erdeminden daha kuvvetli bir savunma siláhı vardı. Kocasını şefkatle seviyordu. Onun geri dönmesi için diretti. O da tüm beklentilerinden vazgeçip Cenevre’ye koştu. Dönüşünün talihsiz meyvesi, bendim.’
Ünlü düşünür Voltaire de, çiftliğinde cep saatleri yapıp Türklere sattı.
Kitaptaki, Türk pazarı için yapılmış İngiliz saatleri önemli bir bölüm. Edward Prior imzalı saatler konusunda ayrıntılı bilgi, saatin tarihine yaşama biçiminden notlar düşüyor.
Sultan İçin Bir Saat, sadece Osmanlı’nın saate olan tutkusunu, bir mücevher gibi algılanışını anlatmıyor, saatin Doğu’dan Batı’ya sonra tekrar Batı’dan Doğu’ya gidişini, gelişimini anlatıyor. Hiç kuşkusuz, bu doğrultuda zevklerin tarihi de diyebiliriz.
Saatçilik tarihinin içinde, Osmanlı’nın Batı’yla olan ekonomik ilişkilerinin bir yüzünü de görebilirsiniz.
Okurken, öğrenebilir, eğlenebilirsiniz. Saatçilik tarihinden fotoğraflar da kitabı görsel açıdan zenginleştiriyor.
Saate meraklıysanız ve Osmanlı tarihine dair farklı bir detayı görmek istiyorsanız, sakın bu kitabı kaçırmayın.
Sultan İçin Bir Saat
Yakındoğu’da Avrupa Saat ve Saatçileri
Otto Kurz
Kitap Yayınevi
KİTAPTAN
Avusturya haracı
Artık, otorite sahibi her Türk saatlerden payını almakta diretiyordu. Türk başkentine yaklaşan bir büyükelçi kervanının yükleri, bir saatçi dükkánını andırıyordu. Yol üstünde mahalli paşalara nezaket ziyaretleri yapılıyor, saatler takdim ediliyor ve paşaların himayesi sağlanıyordu.
Zaman ilerledikçe, saatler daha iddialı bir hale geldi, bu da onların artık saatçiler, kuyumcular, ince iş marangozları, ressam ve mekanik müzik uzmanlarından oluşan bir ekip işi olduğu anlamına geliyordu: Bu gerekli işbölümü, değişik loncaların, yasa veya geleneğin gücüyle kendi ayrıcalıkları olan bir iş için hariçten birince asla yapılmamamış gerektiği konusundaki ısrarıyla daha da karmaşıklaştı. Çok sayıda ustayla sanatçının bir arada ve zamana karşı çalışması gerektiğinden, elçilik heyetinin kimi zaman Türkiye’ye gitmek üzere yola çıkamadığı ve saatler Augsburg’dan henüz gelmemiş olduğu için Viyana’da bekletildiği oldu. Daha da utandırıcı bir durum, 1606’da. saatçiler, günü gelmiş alacakları kendilerine ödeninceye dek sultan için tahsis edilen hediyeleri ellerinde tutmaya karar verdiklerinde ortaya çıktı. İmparator kendisine ait bazı saat ve cep saatlerinden zaman zaman yoksun kalmak ve onları Türkiye’ye göndermek zorunda kalıyordu.
Hürriyet, 26.02.2005