Yadigâr bir saat
Geçen gün çok sevdiğimin arkadaşımla kahvaltı masasında konuşurken, dede yadigârı bir saat çıktı ortaya ve doğal olarak eski günlerden söz açıldı.
Ben arkadaşımın dedesini gördüğüm için tabii sabahın o vaktine kadar unuttuğum bir fotoğraf belirdi zihnimde, adeta 1930'ların Türkiye'sinden gelmiş bir insan, şapkasıyla, paltosuyla yaşadığımız şu kaba saba çevreye ters düşen ince bir insan...
Bu sadece benim gördüğüm. Ama arkadaşımın dedesi olduğu için, onun çok daha başka bir bağlantısı vardı. Doğal olarak benim saate baktığımda gördüklerimle, canım arkadaşımın gördükleri farklıydı. Yine de benim görüşüm onu ve dedesini tanımayanlardan çok daha yakındır onun bakışına.
Ya onu hiç tanımayanlar bu mekanik zaman aracına nasıl bakacaktır? Sıradan bir nesne olarak bakılması muhtemeldir sanırım. Saatin çelik kasalı makinesi Revue markasını taşıyor ancak bu saatin bazı kişilere göre adı ve anlamı çok daha farklı:
Nesilleri birbirine bağlayan bir hatıra ağacı aslında bu saat.
Bu saat İsviçre'de üretilmiş. Ama aslında üzerine Şişli, biraz da Beşiktaş ve Sarıyer kokusu sinmiş.
Bu saatin kalbinde "Veritatis simplex oratio est" yazıyor. Yani "Hakikatın dili yalındır" manasında euripides'e ait bir söz. Hakikatın sadeliğiyle, insanın süslü püslü hırslarıyla, plastik yalanlara aldırmayan tavrıyla durmuş, oturmuş haliyle, gün görmüş bir saat. Hakikat sağlam olduğundan, kolayca yıkılmayacağından daha nice yıllar göreceği, nice gözlerin bakacağı bir saat. Kimi gözler artık bakamasa da bu mekanik kayıt cihazı gibi kendindeki şarkıyı başkalarına da duyuracak cinsten bir saat.
Bu saat bahçeli bir evi işaret ediyor, bahçesinde çiçeklerin, duvarlarında heykellerin olduğu bir ev.
Belleğin arka sıralarında birikmiş bilgilerin silinmesi halinde bile tortusunun kaldığını fısıldıyor bu saat.
Hayatın geçici olduğunu anlatan bu saat, kadim dostların arasında yeni bir köprüyü daha gösteriyor.
Bu saat kalbin ve aklın biribirine yakın durması gerektiğini söylüyor.
Hep aynı şeyi söylüyorum: Saatler bizi atalarımıza bağlayan bir zaman makinesi aslında.
Ahmed Eflaki Dede
Geçen asrın mevlevi Dedelerinden ve bugün artık mevcut olmıyan Türk saatçiliğinin nev'i şahsına münhasır son büyük ustalarından.
Nureddin Rüşdi Büngül, "Eski Eserler Ansiklopedisi" adındaki eserinde bu san'atkârın hayatını şöylece naklediyor:
"Halveti şeyhlerinden Kırımlızade Ali Efendi'nin oğludur. 1808'de (Hicri 1223) Tekirdağı'nda doğmuş ve 18 yaşında İstanbul'a gelmiş. Yenikapı Mevlevihanesi'nde çile çıkarıp dede olmuştur. Tekkede heves edip öğrendiği saatçiliği ilerletmek için bir aralık Paris'e giderek Bireke [Breguet] fabrikasına girmiş ve mihver altına yakut vazını da kendisi Fransızlara öğretmiştir.
Avrupa dönüşünde İkinci Mahmud'a muvakkit olmuş ve saatçiliği fevkalade ileri götürmüş ve kendi zekasıyla on adet saat ibda etmiştir. Bunlardan ikisi elime geçti, birisini Topkapı Sarayı'na, diğerini de çok sene evvel şimdi hatırlamadığım bir zata satmıştım. Diğer sekizini görmedim.
Benim sattığım iki adedi aynı şekilde masa saati idi ve altlarında rehavileri vardı; Avrupa saatlerine asla benzememektedir. Daha sonra ise dede üstad bu saatleri beğenmemiş ve yeni baştan bir saat ibdaına muvaffak olmuştur ki "Muvakkiti cennetmekân Sultan Mahmud Han Ahmed Eflakî el mevlevi" ibaresini hâvidir. Bu harikulade saat müzemize konulmak üzere mühimve bir para ile benden satın alınmıştır. Dolmabahçe salonundaki büyük kule şeklindeki saatin küçüğüdür. Başta dört cepheli yani dört tarafında dört saat bir küre ve ortasında bir saat ve daha altında bir de tıb saniyesi görülmektedir. Küredeki makinelerde kuvvetli çelik zembereklere merbut olan bu saatin nadide çarkları ve güzel bir yakutu vardı.
Rakkası ile avrupalıların görüp de taklid ettikleri muhakkak olan görülmemiş, zarif bir tarzda düyek ayar edilmiş ve mevlevilerin "İsmi Celâl" çekmesi tarzında "Allah Allah" der gibi işlemektedir.
Gerek "Eflaki Dede Asitane" yazılı olan minası ve gerek bütün çark makine aksamı ve gerek fevkalâde zarif ve kuvvetli civa yaldızı ile altınlaştırılmış olan aksamı hariciyesi dede merhumun zekâsından ve kudretli elinden çıkmıştır. Bu saatın 1870'de Paris sergisinde teşhir edilmiş olduğu Topkapı Sarayı'nda zuhur eden "Eflâki dedenin nev icadı Paris'te sergide teşhir edilmiştir." diye bir kağıt parçasile vesikalıdır.
Bir Türk ruhu ile ve Türk zevki selimiyle ibdâ edilen saat harikulade değerlidir. Dede merhumun en mükemmel eseri budur ve bir de Dolmabahçe Sarayı'nın salonu içerisindeki gayet büyük kule şeklindeki saatidir.
Üstadın Sultan Mecid emri ile İngiltere'ye seyahat edip oradan saatçı aletleri aldığı da muhakkaktır. Yalnız Bireke [Breguet] fabrikası her nedense böyle bir adamın fabrikalarında çalıştığı hakkındaki malûmatı tekzip etmektedir.*
Kendisi muvakkit olduğundan Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına gider ve saatleri ayar edermiş. Bunu takdir ile seyreden Fuad Paşa merhum da:
Parmağıyla döndürür saati Eflâkî Dede
Döndürür hem yandırır mîkâtı Eflâkî Dede
diye latifeler yaparmış.
Ahmed Eflâkî Dede 1876'da (H.1293) Cağaloğlu'nda İshakağa çeşmesindeki hanesinde vefat etmiştir."
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşad Ekrem Koçu, İstanbul 1958, Birinci cild, s.361-362.
* Ahmed Eflaki Dede, Breguet'nin yanında değil dönemin ünlü saat üreticisi Paul Garnier'nin fabrikasında çalıştığı Şinasi Acar'ın çalışmasıyla belgelenmiştir.
[Not: Ufak tefek düzeltmeler ve rahat okunması gayesiyle paragraf düzenlemeleri yapılmıştır.]
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)