Guido Castellini
Fortune dergisinin ingilizce baskısında ve Nisan 2008'de yayımlanan "Investing safe haven: Collectible watches" yazısı ardından Fortune Türkiye dergisinde geçtiğimiz Temmuz ayında çıktı, başlığı da "Şık yatırım aracı olarak saatler" diye çevrildi. Yazarı ise Scott Cendrowski. Dergiyi yeni gördüğüm için biraz gecikerek de olsa yazıyla ilgili bilgileri arşive hemen ekliyorum.
Alternatif bir yatırım aracı olarak mekanik saatlerle ilgili olan yazı italyan işadamı Guido Castellini üzerinden saat koleksiyonculuğunu ve saat kültürünün küçük yaşlardan itibaren insana neler kazandırdığını anlatıyor.
Guido Castellini'ye büyükbabasından 19. yüzyıl cep saatleri miras kalmış. Zaten aileden gelen bir saat kültürü olan Castellini daha çocukluğundan itibaren saatlerle ilgileniyormuş. Daha sonra da bu mirası akıllıca kullanarak genişletmiş, 100 yıllık bir Audemars Pigueot gibi 30'dan fazla güzel saate sahip şimdi.
Haber ilginç bilgilerle dolu. Mesela Castellini'nin daha 18 yaşındayken ayın evrelerini de gösteren 9 bin dolar değerindeki Patek Philippe saati bugün 250 bin dolar ediyormuş.
Yazıda ayrıca yeni saat koleksiyonu yapanlar için püf noktaları da var. Bunlar, belgeler, yılların izleri, monogramlar, kayışlar, kadranlar başlıkları altında özetleniyor.
Romain Jerome'un yenilikçilik ruhu
Sadece gündüzü ve geceyi gösteren devrimci zaman makinesi: Romain Jerome Day & Night |
Romain Jerome çok ilginç bir saat üreticisi; bu yılın başlarında Titanic DNA Day & Night gibi bir şaheser ürettiler. Ki bu devrimci saat aslında saati bile göstermiyor, ikili tourbillon düzeneği sayesinde kadrana bakıldığında sadece gece mi gündüz mü ancak onu öğrenebiliyorsunuz. Bu yüzden Day&Night ile dalga geçenler de var, olsun, bu saatin önemi azaltmaz (değerini azaltmaz diyecektim ki sildim, zaten çok değerli bir sanat eseri.) Romain Jerome böyle bir saat üreterek zamanı öğrenmek isteme arzumuzla alay etmişti, bence iyi de yapmıştı.
Son olarak yöneticileri Yvan Arpa tarafından 12 Kasım 2008'de tanıtımını yaptıkları ve Baselworld'de görücüye çıkaracakları "Moon Dust-DNA" gibi kimilerine çılgınca gelecek fikirlerle dolu saatin duyurusunu yaptılar. (Moon Dust DNA haberi çok ilginç aslında ancak nedense Birgün dışında ülkemizdeki gazeteler tarafından pek ciddiye alınmadı. Birgün gazetesi de 12 Kasım 2008'de ajanslar tarafından duyurulan bu haberi 21 Kasım 2008 günü arka sayfasında yayımladı.)
Moon Dust DNA |
Üzerinde durduğum nokta Romain Jerome saatlerinin saatçilik dünyasına getirdiği yenilikler ve kullanılan malzeme anlayışı. Yenilikçi olmak, yeryüzündeki sayısız malzemeden saat üretimine katkı sağlamak, üstelik bunu tarihe ve kültürel olaylara dayanarak yapmak. (Mesela Yavuz zırhlısını jilet yapmaktansa saat yapmak güzel olmaz mıydı? Bana kalırsa bütün silahlar eritilip saat yapılmalı.)
Uzun yıllar kısır bir döngüde ilerleyen mekanik saat üretimi özellikle son 20 yıldır büyük bir değişim geçiriyor, eskiden hedef kitlesi belirlenir üretici firma kendini bu hedef kitlesi üzerinden tarif ederdi, bu anlayıştaki şirketler halen aynı düzeni sürdürüyor, ancak şimdilerde Romain Jerome gibi konulu tasarıma odaklanan üreticiler saatçilik gündemini değiştiriyorlar.
Kuşkusuz saatler zamanı göstermek için yapılıyor, ancak aslında bazı saatler sadece zamanı göstermek için yapılmıyor, lüks tutkusunu paraya dönüştürmek için üretilen saatler de var. Elbette tasarımın çekiciliğinde bir de tehlike var, tasarımın şehvetine kapılmak.
Dağıldı konu, toparlayalım:
Romain Jerome son ürününde (Moon Dust-DNA) yine bir yaratıcılık örneği göstermiş: Ürettikleri bu saatin yüzeyi aydan getirilen taşlardan elde edilen kumla kaplı, saatin kasasında Apollo 11 ve Soyuz gemilerinden parçalar kullanılmış, kayış ise Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) görevi sırasında kullanılan giysilerden yapılmış. Fiyatı ise modeline göre 15 bin ile 500 bin dolar arasında değişecekmiş.
"Saati göstermeyen saat olur mu hiç?" diyenler için Romain Jerome Titanic DNA Day & Night 2 isimli saati üretti. |
Vacheron Constantin macerası
10 Kasım 2008 günü Nişantaşı yönünden Altın Sokak'a girdim. Daha önceki bir yazıda Altın Sokak'tan söz etmiştim. Kutsal bir bölgeyi ziyaret eder gibi sokağın hemen başındaki Vacheron Constantin saatlerinin görüldüğü butiğe yöneldim. Amacım ellerinde bir katalog olup olmadığını sormaktı. Kibarca içeriye alınmadım, ama satış görevlisi kapıda bekleyen beni çok sevindirdi ve küçük bir Vacheron Constantin kataloğu getirdi. Bu arada karşılaştığım tavra hiç bozulmadım, satış görevlisine hak verdim, çünkü zaten bir Vacheron Constantin (söylenişi bile heybetli) alacak görüntüm yoktu, pejmürde bir haldeydim. Satıcılar böyle şeyleri bilir, duruşunuzdan kıyafetlerinizden, konuşmanızdan ve daha nice küçük ayrıntılardan sizin kim olduğunuzu anlarlar.
Kitapçığa gelince, küçük bir şey, ancak çok önemli bir özelliği var, daha sonra aldığım kataloglar da ispatladı ki, üst sınıf saatlerin tanıtım katalogları arasında Türkçe yayımlanmış tek katalog bu. Kitapçığın sonlarında "Printed in Switzerland" yazıyor. Hemen anlaşılacağı üzere katalog Türkiye'de basılmamış. Bu Türk alıcılara gösterilen güzel bir incelik.
Vitrin de küçük bir müze gibi, saat üretiminde kullanılan nesneler sergileniyor.
Vacheron Constantin saatlerini de yakından (vitrine burnumu dayadım) gördüm, sırtım yere gelmez artık :)
Şaka bir yana, Vacheron Constantin saatlerinin saatçilik tarihi içinde özel bir yeri var. Bunun nedenlerinden biri de (kalite, işçilik, yenilikçilik gibi unsurları bir yana bırakırsak) bu saatlerin heyecan verici olmasında yatıyor. Vacheron Constantin saatlerine baktığınızda zaman bir yerde önemli değil, kolunuzda bir sanat eseri var çünkü. İnsanın kolunda bir Gicometti heykelini taşır gibi hissetmeli. Sanat ile zanaati bir arada sunabilen ender insan yapımı ürünlerden biri olan bu saatlere hayranım.
Şöyle bir modeli var mesela, görüp de etkilenmemek elde değil:
Altın Sokak burada bitmiyor. Bir de üstüne Mim Kemal Öke Caddesi maceramı anlatacağım. Bir sonraki yazıya artık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)