Belleğin azmi




Bunca acının ve sıkıntının yaşandığı bir dünyada benim saatlerden söz etmem tuhaf olabilir. Saatlerle ilgilenmek tıpkı şiir gibi, resim gibi, fotoğraf gibi hayata tutunmanın yollarından biri.

Ayrıca saatlerin insanı avutan bir yanı da vardır. "Bu da geçer" diye mırıldanır gibidir saatler, nitekim geçer de, zaman acı veya tatlı bir ilaç gibidir.

Her an hayatla ölüm arasındaki çizgiyi koşan saniyeler, arkasına yelkovanı, akrebi alıp, geçmişin yükünü bırakarak hep ileriye gider.

Böyle zamanlarda Salvador Dali'nin eriyen cep saatlerini çizdiği resim gelir aklıma. Resmin adı da çağrışımlara ve yorumlara açıktır: Belleğin azmi (La persistencia de la memoria)

Bu resim biraz da 'matematik'le ilgili olmalı. Değişmeyen bir dil matematik, dünyanın neresine giderseniz gidin farklı ülkelerden farklı kültürlerden insanların üzerinde mutabık kalacakları çözümler içerir ve üretir. Saat bilimi de böyledir, zamanı ölçmek için giderek hassaslaşan bir teknoloji ürünüdür, günümüzde sezyum püskürtmeli atom saatleri kullanılıyor mesela.

Peki ama resimdeki saatler neden eriyor? Matematik eğilip bükülebir mi? Zamanın göstergeleri değişebilir mi? Sert görünümlü, asık suratlı dakikalar pelteye dönüp yumuşayabilir mi? İşte bence bu noktada resimde olmayan ancak varlığını hissettiğimiz bir etken devreye giriyor: İnsan.

Resmin adının "Belleğin azmi" olması düşündürücü. İnsan belleği aslında saatlerle ve matematikle zıt yapıda. Zaten dinsel, pratik ve ekonomik ihtiyaçları bir tarafa bırakırsak saatlere olan ihtiyacımızın kökeninde belleğimizin eriyebilmesi, zamanı olduğundan farklı algılayabilmesi, bunun da hemen hemen her insanda farklı düzeylerde tezahür etmesi yatıyor.

Kolumuzdaki saatler bizi ortak bir zamanda buluşturuyor belki, ancak kolumuzu çevirip baktığımızda hissettiklerimiz farklı.

1 gün 20 saat olabilir mi?



Dün gazetelerde güzel bir haberin yanında hoş reklamlar da vardı, ne yazık ki Haşmet Babaoğlu yazısını yazayım derken bu yazıyı bir gün gecikmeli aktarıyorum:

Öncelikle dünkü güzel ilanlar şöyle: Milliyet'te Brietling (3.sayfa) Hürriyet'te Longines (2.sayfa) ile Raymond Weil (4.sayfa) ve son olarak Türkiye'de Longines (tam sayfa). Bugün de (30 Aralık 2008) gazetelerde Longines (Hürriyet, Türkiye) ve Raymond Weil (Referans, Hürriyet, Vatan, Türkiye) ilanları güzeldi.

Sözünü ettiğim haber dün sadece 2 gazetede yayımlandı, bunu söylerken internet sitelerini dikkate almadığımı belirteyim.

Sabah gazetesinin arka sayfasındaki haber daha güzel kullanılmış bence, aynı haber Vatan gazetesinde arka sayfada logonun yanına yapıştırılmış gibi duran bir habercik olmuş.

Haber şöyle:

"İsviçreli saat tasarımcısı David Chanson, zaman kavramına yeni bir boyut getirdi. 34 yaşındaki tasarımcı, kendi adını taşıyan kol saatlerinde bir günü 24 değil 20 saat olarak hesapladı. Saatinin kadranında 12 değil 10 saat dilimi bulunan; dakika ve saniyeleri de buna uyarlayan Chanson, böylece kullanıcıların işinin "daha kolay" olacağını iddia eti."

Tabii haberi yazan bilmiyor, ancak bu sistem aslında hiç de yeni değil, 1789 devriminden sonra bir süre Fransa'da uygulanmış ancak tutulmamış. Hatta adını unuttuğum bir Türk saat ustasının 1910'larda bu şekilde yaptığı bir saat dahi var.

Oysa bir zamanlar Avrupa'da Aziz Benoit kuralları gereği gündüzler 7 saat, gece ise bir saatti :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...