Bir saat dergisi hayali



Watch Plus dergisinin Yaz 2010 sayısı çıkmış! Akşam eve geldiğimde beni bekleyen yeni bir derginin olduğunu öğrenince bütün yorgunluğum gitti, hemen dergiyi karıştırmaya başladım, elbette önce Şule Hanım'ın yazısını okudum.

Keşke saatlere ilişkin daha fazla sayıda Türkçe dergi ve kitap olsa, bu blogun sayfalarından güç sahibi belli kesimleri hep eleştirdim, ancak tekraren söylemek zorundayım 'yüksek saatçiler' sadece konunun ekonomik yönüne odaklandıklarından kültürel alanları boş bırakıyorlar maalesef. Neyse bu tür konularda çok söyleniyorum ardından eleştiri postaları geliyor kraldan çok kralcı olanlardan, fazla da uzatmak istemiyorum konuyu, sonra beni dükkanlarda saatlere bakarken tanıyıp kovarlar neme lazım!

Fakat düşünmeden de edemiyorum, türlü türlü fikirler geliyor aklıma, mesela sadece eski antika saatlere ilişkin bir dergi olsa güzel olmaz mıydı? Bir süre bunun hayalini kurdum. Tabii hayalimdeki derginin kapağında bu ay Pendule Sympathique olurdu muhtemelen :) Neyse konuya dönelim...

Okuma notları:

Yaz 2010 sayısının kapağında Girard Perregaux var.

Yıldız Hamidiye Saat Kulesi ile ilgili Şule Gürbüz'ün kendine has üslubuyla yazdığı yazı mükemmel (s.72-73).

Breguet şaheserleri Topkapı Sarayı'nda başlıklı yazı Topkapı Sarayı'ndaki halen devam eden sergi ile ilgili. Breguet'nin icatları ve getirdiği yenilikler sayfası da şahane olmuş, hemen arşıve bir kopyasını aldım (s.24-29).

Oris'in Oscar Peterson adına çıkardığı yeni caz saati çok hoşmuş (s.43).

Özel dosya: Büyük kadranlı saatler, bazı saatlerin boyutlarına çok şaşırdım (s.64-71).

Yine güzel bir dergi olmuş, meraklılar kaçırmasın derim...

Yadigâr bir saat



Geçen gün çok sevdiğimin arkadaşımla kahvaltı masasında konuşurken, dede yadigârı bir saat çıktı ortaya ve doğal olarak eski günlerden söz açıldı.

Ben arkadaşımın dedesini gördüğüm için tabii sabahın o vaktine kadar unuttuğum bir fotoğraf belirdi zihnimde, adeta 1930'ların Türkiye'sinden gelmiş bir insan, şapkasıyla, paltosuyla yaşadığımız şu kaba saba çevreye ters düşen ince bir insan...

Bu sadece benim gördüğüm. Ama arkadaşımın dedesi olduğu için, onun çok daha başka bir bağlantısı vardı. Doğal olarak benim saate baktığımda gördüklerimle, canım arkadaşımın gördükleri farklıydı. Yine de benim görüşüm onu ve dedesini tanımayanlardan çok daha yakındır onun bakışına.

Ya onu hiç tanımayanlar bu mekanik zaman aracına nasıl bakacaktır? Sıradan bir nesne olarak bakılması muhtemeldir sanırım. Saatin çelik kasalı makinesi Revue markasını taşıyor ancak bu saatin bazı kişilere göre adı ve anlamı çok daha farklı:

Nesilleri birbirine bağlayan bir hatıra ağacı aslında bu saat.

Bu saat İsviçre'de üretilmiş. Ama aslında üzerine Şişli, biraz da Beşiktaş ve Sarıyer kokusu sinmiş.

Bu saatin kalbinde "Veritatis simplex oratio est" yazıyor. Yani "Hakikatın dili yalındır" manasında euripides'e ait bir söz. Hakikatın sadeliğiyle, insanın süslü püslü hırslarıyla, plastik yalanlara aldırmayan tavrıyla durmuş, oturmuş haliyle, gün görmüş bir saat. Hakikat sağlam olduğundan, kolayca yıkılmayacağından daha nice yıllar göreceği, nice gözlerin bakacağı bir saat. Kimi gözler artık bakamasa da bu mekanik kayıt cihazı gibi kendindeki şarkıyı başkalarına da duyuracak cinsten bir saat.

Bu saat bahçeli bir evi işaret ediyor, bahçesinde çiçeklerin, duvarlarında heykellerin olduğu bir ev.

Belleğin arka sıralarında birikmiş bilgilerin silinmesi halinde bile tortusunun kaldığını fısıldıyor bu saat.

Hayatın geçici olduğunu anlatan bu saat, kadim dostların arasında yeni bir köprüyü daha gösteriyor.

Bu saat kalbin ve aklın biribirine yakın durması gerektiğini söylüyor.

Hep aynı şeyi söylüyorum: Saatler bizi atalarımıza bağlayan bir zaman makinesi aslında.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...