Saat Müzesi'nde şenlik



Dün öğle olmadan yola çıkmıştım, fakat öyle bir trafik vardı sarmalı vardı ki neredeyse müze açılışını kaçıracaktım. Taksim'de inip hızlıca parktan geçerek Dolmabahçe'ye indim. Hazırlıklar son aşamadaydı. Basın için bir masa oluşturmuşlardı. Önce Şule Hanım'ı gördüm, sonra da Recep Gürgen'i, ikisi de oradan oraya koşturuyordu.

Hava da pek güzeldi elimde fotoğraf makineleri çevrede gezindim biraz. Şule Hanım'ın işaret ettiği güneş saatine baktım. Üzerindeki fanus ile çok acayip fantastik bir saat bu. Saraya gidenlerin bu saate özellikle bakmaları gerek bence, hemen yanında bulunan yazı da pürdikkat okunmalı, güneş saatleri kadim saatlerdir. Meclis başkanı beklendiği için biraz daha vakit var deyip çevrede gezindim, bol bol fotoğraf çektim. Viyolonsel, gitar ve flüt çalan bir grup müzisyen havayı hafif ve neşeli bir hale getirmişlerdi zaten. Bu tür müzikler insanda bir iyimserlik hâli yaratıyor.

Günün en güzel sürprizlerinden biri, büyük usta Recep Gürgen ve Şule Hanım tarafından 'saat meraklısı ve doğuştan saat tamircisi' Burak Aydınoğlu ile tanıştırılmış olmamdı belki. Hep methini duyduğum Burak Aydınoğlu ile kısa da olsa sohbet ettim biraz. Hangi saatleri sevdiğini sordum (saat markalarından oluşan bir cümle beklerken) "Mekanik olsun da nasıl olursa olsun" dedi. Sonra ekledi, "Hani tel maşa diye pek önem verilmeyen saatler vardır ya, onlar da güzeldir, onları da severim." Benim duygu ve düşüncelerime yakın olan bu görüş karşısında "Haklısınız" dememden daha doğal bir karşılık veremezdim. Sonra birlikte konuşmakta olan Şule Gürbüz ile Recep Gürgen'e baktık. "Onlar da saat meraklısı" dedi, birlikte gülümsedik, haklı elbette, merak olmasa, hiç yapılamayacak saatler yapılır mıydı?

Basın tarafından pek ilgi görmeyen bir etkinlik olduğundan gazetecilerin sayısı azdı bunun dışında bir iki televizyon kanalından gelmiş haberciler vardı çevrede (AA, DHA ve TRT çalışanlarını gördüm). Zaten herkes Anadolu Ajansı'na güvenmiş, öyle ki bugün internette bir arama yaptığımda kullanılan metnin birbirinin tekrarı olduğunu görünce bunu daha iyi anladım. Zaten müzenin açılışı haberi bugünkü gazetelerde (Cumhuriyet gazetesinde kısa ama doyurucu bilgilerin bulunduğu bir haber ve Zaman gazetesindeki Musa İğrek'in Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndeki kahramanı Hayri İrdal'ın ağzından yazılmış gibi kurguladığı geniş ve güzel yazısı dışında) dişe dokunur bir haber yoktu. Bir umut, belki yarın diğer gazetelerde görebiliriz. Açılışa gazeteciler pek ilgi göstermedi ama dergilerden gelenler vardı, Saat Dünyası ve Watch Plus'tan arkadaşlar oradaydı. Saat Dünyası'ndan gelenleri yakalayamadım ama Watch Plus'tan Ömer Sevil ile konuşabildim biraz.

O sıralarda ben Recep Gürgen'in yanına gideyim dedim, şaşkınlıktan farkedememişim meğer Recep Bey ve Şule Hanım protokoldeymiş ve TBMM Başkanını bekliyorlarmış! Uyarıyı alınca hemen oradan uzaklaştım. :)

Bu arada kalabalık birden artınca TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in geleceğini anladık. Hemen ardından anonslar yapıldı ve kalabalık bir grup eşliğinde Meclis Başkanı ve diğer üst düzey yöneticiler geldi. Önce TBMM Milli Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız bir konuşma yaptı. Ben bu tür konuşmalarda çok sıkılırım, fakat bulunduğumuz yer adeta bir bayram ve şenlik havasında olduğu için konuşmaları dikkatle dinledim. Güzel bir konuşmaydı.

Sonra söz TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'e bırakıldı. TBMM Başkanı güzel konuştu ama sözü nedense bir anısı anlatırken saat kulelerine getirdi, lise yıllarında bir gün derste iken muzip bir arkadaşı öğretmene anlatılan konuyu göremediğini söyleyince, öğretmen de "Eminönü'ndeki saatin altında" demiş meğer. Eminönü Meydanı'nda öyle bir saat olmadığını bilenler gülümsediler doğal olarak. Belki söylenmek istenen bir zamanların pek ünlü Türkiye İş Bankası'nın kumbara saati olabilir. Yine de vahim bir hata değil aslında, samimi bir konuşmaydı çünkü. Kimse de bu ayrıntıya takılmadı zaten.

Sonunda müze açılışı yapıldı ve içeriye girebildik. Müze bambaşka bir yere dönüşmemiş belki ama ayrıntılarla o kadar fark yaratmış ki hayran olmamak elde değil.

Ben müze içinde kalabalığın az olduğu bölgelerde gezinirken kimi yerde bazı saatlerin başındaki ilgiyi görünce geride kalan devlet görevlileri meğer saatlere çok meraklıymış diye düşündüm ve yaklaştım ama bu kişilerin araya karışan turistler olduğunu farkettim. ;)

Yalnız şu bir gerçek ki devletin bu saatlere gösterdiği ilgiyi hiç bir özel girişimci gösteremedi. Devleti bazen küçümsüyoruz ancak bu doğru bir yaklaşım değil. Bu güzel özenli müze ile bunu bir kez daha anlamış oldum.

Not: Fotoğraf için Milliyet gazetesi fotomuhabiri Hüseyin Özdemir'e çok teşekkür ederim.

Ladoire punk rock saati



Ladoire Geneve henüz 3 yaşında taze bir kuruluş, fakat sağlam adımlarla bağımsız saatçilerin arasında yürüyor. Kendilerine özgü bir mekanizma ve yine kendilerine özgü bir kasa ve kadran tasarımıyla dikkat çekiyorlar. En beğendiğim modellerden biri sayfada fotoğrafları görülen biraz çirkin ama zyadesiyle gösterişli ve çekici görünen Ladoire RGT Punk Rock modeli.

Ben daha çok tasarıma takıldım. Hem öyle bir mekanizma ve kasa yapısı kurgulamışlar ki, her türlü geliştirmeye ve her türlü farklı biçimde yorumlanıp yine de kendisi olabilecek deli bir tasarıma imza atmışlar.

Ama işin en zor tarafı sıfırdan bir mekanizma tasarlamaktır sanırım, gövde bir noktada tasarıma da biçim veriyor. Bu tarz akrebi başka yelkovanı bambaşka bir yerde olan saatlerden hazzetmiyorum aslında, üzerinde düşünmek gereken nokta; böyle bir zamanda yeni bir marka ve yeni bir saat üzerinde düşünüp buna emek vermek, yatırım yapmak. Ortaya çıkan sonuç estetik olarak herkesin hoşuna gitmese de birilerinin mutlaka gönlüne göre bir ihtiyaca cevap veriyordur zaten, işin önemli bulduğum ve saygıyla eğildiğim kısmı cesaret.

Keşke ülkemizde de mevlevi dervişlerinin bir zamanlar yaptığı gibi yüzde yüz cesarete, inanca ve girişim ruhuna sahip insanlar olsa.



Yaratıcılık başka bir şey, Ladoire Geneve verimli olmadığı söylenen 'Mikro rotor' düzeneğe de `çağdaş` bir yorum getirmiş.

Daha fazlası için bakınız:

1. Ladoire Geneve
2. Ladoire Geneve – Helvetic timepieces

Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi 5 Kasım'da açılıyor



Sabahları gazete okumayı çok seviyorum. Kitap eklerinden dolayı bu sabah epeyce gazete aldım ancak sürpriz kitap eklerinden çıkmadı, bu sabahın en güzel haberi ve röportajı Milliyet gazetesinin Cumartesi ekinde bulunuyormuş meğer.

Gazetedeki haber yukarıda görüldüğü gibidir, internetteki hâline ise yüz vermeyiniz, gazetede başka türlü duruyor, dokunuyor, ışığa tutup fotoğrafları daha ayrıntılı inceleyebiliyorsunuz, üstelik haberi kesip saklayabilirsiniz, 'sil' tuşuna basınca da silinmez öyle, üstelik virüslere karşı da çok dayanıklıdır gazeteler, virüs nedir bilmezler çünkü, bilgisayar çökünce uçup giden hatıralar gibi kanat çırpmaz, kaçıp saklanmaz, istediğiniz an elinizin altındadır, dakikalarca saatlerce aynı cümleyi, değişik şekillerde okuyabilirsiniz. Zaten dijital ile analog bilgi arasındaki farklardan biri de budur, analog bilgiye daha güvenilir, dijital bilgi ise şüphe uyandırır. "Hem "Taşa yazılan bilgiler duruyor da cd'lere yazılan veriler neden uçuyor?" diye hep yeni olanın peşinden koşan ama hiç yakalayamayanların kulağına fısıldamak isterim. :)

Neyse yine sözü uzatmayalım, Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi'ne bakalım, epeydir kapalıydı, bu arada boş durulmamış bütün saatler elden geçmiş ve yeniden bakımları yapılmış. Zaten Dolmabahçe Sarayı Saat Müzesi'ndeki saatlerin çoğu türlerinin nadide örnekleri arasında.

Çiçek saati de saat müzesinin önüne alınmış, pek güzel olmuş.

Yasemin Bay'ın röportajı çok güzel ama Şule Gürbüz ile yapılan her röportajında muhakkak sorulan soruları bu kez de o sormuş! Muhabirler değişiyor ama sorular hiç değişmiyor.

Not: Bu gece 1 saat kadar zamanı geriye almayı unutmayınız.

Kol saatleri tarihe karışıyor(muş)!



İngiltere kaynaklı (daha doğrusu Britanya) bir haber var. Habere göre saat satıcıları Britanya'da satışların azalması üzerine anket yaptırmış ve sonuçta ancak her 7 kişiden birinin bir kol saatine ihtiyaç duyduğu ortaya çıkmış.

25 yaş ve aşağısı ise hemen hiç kol saati kullanmıyormuş.

Cep telefonları ve bilgisayarların saatleri yeterliymiş gençlere.

Böyle düşünenler çok elbette, fakat gençlerin eğilimleri değişkenlik gösterebilir, bunlardan "kol saatleri tarih oluyor" gibi bir anlam çıkarmak yanlış. Gençlerin kaderinde yaşlanmak da var.

Fakat saat satıcılarının elbette bu duruma uygun bir plan hazırlamaları kendilerinin lehine olacaktır.

Yeni olan her şey iyi değildir. Yeniliğin ruhu ve yapısıdır önemli olan. Cep telefonları bugün var yarın yok: Çünkü 10 yıl boyunca aynı telefonu kullanan insan yok (gerçi ben ilk cep telefonumu 7 yıl kullanmıştım, şimdi ikincisindeyim). Bu arada yeni bir icat daha çıkabilir ev telefonundan cep telefonuna geçiş süreci yeniden yaşanabilir.

Ama mekanik ve pilli kol saatleri öyle çöpe atılan cep telefonları, güncelleme yapılınca çöken programlar ve ekran kartı, sabit diski patlayan bilgisayarlar gibi değil. Çok daha uzun yıllar, üstelik modası geçmeden kullanılabilir.

Yeniyi anlamak için her zaman eski bilgilere bakan insanlar olacaktır. Her zaman eski dünyaya değer veren meraklılar olacaktır. Sahte ve akışkan görüntülere değil, sahici olana sarılmak isteyen aşıklar olacaktır. Her zaman canlı müzik dinlemekten hoşnut olan müzikseverler olacaktır. Her zaman kitap biriktiren, şiir okuyan, edebiyatın yüceliğine, sanatın iyileştirici gücüne inanan, ağaçlara ve hayvanlara değer veren vefalı dostlar olacaktır. Her zaman gündemde olana olana yüz vermeyen, tarihe bir de başka bir yerden bakayım diyen akıllı insanlar olacaktır. Her zaman yalnız oluşunda bir lezzet bulan güzel insanlar olacaktır.

Yeni bir sayfa açmak için her zaman eski sayfaları yakıp kül etmek gerekmiyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...