Saat Dünyası 35


Saat Dünyası dergisinin 35. sayısı çıkmış bulunuyor. Kadir kıymet bilmeyen bir ülkede saatlere ilişkin dergilerin yayımlanmasını bir kenara bırakalım 35. sayısı idrak etmiş bir dergi bulmak bile bence makus talihimizi yenme yolunda önemli bir adımdır.

Hemen söyleyeyim derginin kapağındaki saate aldırmayın. Asıl güzelikler derginin içinde saklı. (Bazen öyle saatler üretiliyor ki dehşete kapılıyorum.)

Dergide, daha ilk sayfalarda gözüme çarpan şey Aydın Saat'in Seiko reklamı oldu. Daha doğrusu Grand Seiko reklamı. Yarım asrı deviren bu mükemmel sadelikteki saati görmek şaşırtıcı. Grand-Seiko Japonya dışındaki ülkelerde zor görülen ve zor bulunan, mekanik saatçiliği ileriye götürmüş, standartları yeniden tanımlamış efsane bir saat. Aydın Saat'i zaman zaman eleştirdim ancak bu saatleri getirmesi takdire şayan, tebrik ediyorum.

fotoğraf: watchopenia

10. Cenevre Grand Prix d'Horlogerie yarışması ve ödül alan saatlerin anlatıldığı sayfalardan sonra 361 parçadan mürekkep Zenith tourbillon saatinin anlatıldığı sayfalar geliyor.(Bu arada Seiko da spor saat dalında büyük ödül almış, bu yarışma aslında İsviçreli saat üreticilerinin kendi aralarında ödül kazandıkları bir organizasyon görünümünde fakat Seiko gibi kendini kabul ettirenlerin de olması yarışmanın bir nevi aydınlık yüzü oluyor.)

Dergide Rado, Frederique Constant yöneticisi Peter Stas söyleşisi, IWC Big İngenieur Edition Zinedine Zidane saatinin anlatıldığı bölümleri geçtikten sonra Blancpain Fifty Fathoms efsanesinin tarihini, Grand Seiko'nun Türkiye'de satışa sunulması nedeniyle Robert Wilson ile yapılmış söyleşiyi de okuyabilirsiniz.

Longines Weems saniye düzeltmeli saatin anlatıldığı haber kadar sayfa tasarımı da dikkat çekici. Orient saatlerinin 60. yılı şerefine üretilen saatin ayrıntıları ve Jun Watanabe'nin açıklamaları da dergide mevcut.

Sayfa sayfa anlatmakla bitmiyor dergi, 120 sayfa olduğundan epeyce yazı var. Yalnız derginin sonlarındaki Patek Philippe Müzesi'nde bulunan Osmanlılar için üretilmiş cep saatlerine ilişkin yazı ve arkasından Prag'daki ünlü astronomik saatin anlatıldığı kısımlar ilgiyle okunacak cinsten. Bu arada Prag'daki astronomik saatin köşelerinde bulunan heykellere dikkatle bakıldığında avrupalıların korktuğu şeyleri de göreceksiniz, elinde ayna tutan kibirli insan, elinde altın kesesi tutan bir yahudi, yine elinde kum saati bulunan ve ölüm gerçeğini hatırlatan iskelet nihayet son olarak başında sarık bulunan kişi de Türkleri sembolize ediyor! Yani figürlere bakıldığında çok da romantik bir saat değil aslında günah ve önyargıları birleştiren bir zihniyetin dışavurumu.

Neyzen Fikret Kâmil Bertuğ ile yapılmış söyleşi dergide okuduğum en güzel söyleşilerden biri.

Bu sayı kapağı ile değil ama içeriği ile arşivlik bir dergi, kaçırılmasın derim.

Fikir yeni değil ama aklın saati çok taze


SIHH 2011 ile pek ilgilenmiyorum aslında, yine de merak bu yeni neler var diye bakmakta fayda var, gelen fotoğraflara, yazılara bakınca da bazen mekanik saatlerin eskilerini sevenlere güzel sürprizler çıkıyor, yeni yorumlar, eskiye saygı gösteren, geçmiş bilgilerin geçmediğini görüp zamanın hakkını teslim eden yeni güzellikler görüyorum.

Eski fikirlerin taze bir ruhla yeniden yorumlanması güzel.

Kaynak: Watch Happening, SIHH 2011 - BAUME & MERCIER - CAPELAND CHRONOGRAPHS

Saati sevmeyen saatçiler ne iş yapar?


Onların gözünde saatin manavdaki bir meyveden veya market rafında duran cam bir bardaktan öte bir anlamı yok.

Saati sevmeyen saatçilerden söz ediyorum, mesleklerini sevmeyen, mesleklerinin hakkını vermeyen saatçilerden bahsediyorum.

Onların arasında saatin maddi anlamının yanında manevi bir yanı, kültürel bir değeri olduğunu bilenler de vardır elbette, ancak öylesine azınlıktalar ki, netice hiç değişmiyor.

Hemen her mesleğin kendine göre ayrı bir zorluğu ve meşakkatli yönleri var, fakat (tamircisinden, sadece sattığı saatten komisyon alan satıcıya kadar herkes için saatçi tabirini kullanıyorum) başka bazı mesleklerin yanında saatçilik mesleğinin zorlu yanlarının yanında bir de güzel tarafları var. Bunların ayırdına varan ve erken örgütlenen pek çok meslek üyesi, kendi yaptıkları işin güzel yanlarının farkında olup, mesleki bilgilerini, görgülerini geliştirmek, kültürlerini artırmak, yarınlarını da düşünüp yatırım yaparak varlıklarını korumak, sanata yatırım yaparak gücünü artırmak derdinde olduğu halde, saatçiler kendi mesleklerine olan saygılarının azlığı mı desem, 'günü kurtaran tüccar' zihniyetinin yaygınlığı mı desem bilmiyorum, saatçiler kendi mesleklerinden yana hem umutsuzlar hem bilgisizler, hem de geleceklerini hiç düşünmüyorlar.

İlk paragrafa dönmek isterim, saatçilerde ne mesleklerini korumak, ne de geleceklerine yatırım yapmak hevesini ve heyecanını göremiyorum. Kimi istisnalar hariç satıcıların tek derdi elindeki ürünü satmak! Elbette bundan doğal ne olabilir diye düşünülebilir. Ama böyle düşünmek insanı küçümsemek, hayatı basit değerlere indirgemek demektir.

Arz-talep ilişkileri, ekonomik göstergeler, hesap kitap işleri, kâr-zarar oranları... iyi güzel de insan ruhu salt bunlardan mürekkep değildir ki?

Hem aslında sadece parasını düşünseydi insanlar saatçiler hiç saat satamazdı! Cep telefonları yetiyor da artıyor bile diye düşünürlerdi - ki halen öyle düşünen çok insan var, kolunda saat taşımayı gereksiz bulanlar çok.

Öyleyse saatçilerin birlik olup bu konuda biraz daha düşünmeleri gerektiği ortadadır.

Hayatımız sadece para-pul işlerinden ibaret değil. Çocuğumuza baktığımızda parayı, evimize baktığımızda, kitaplığımızdan okumak için bir kitap aldığımızda aklımızdan geçenler sadece para mıdır? Niçin kitap alıyoruz? Niçin kolumuzda babamızın, dedemizin saatini taşımak ve bununla gurur duymak istiyoruz?

Biraz düşünün saatçi arkadaşlarım (saat satarak geçimini temin eden, kendi yaşam standartlarını yükselten ama aslında saatçilik değil de komisyonculuk yapan işadamları da düşünsün isterim).

Ya satıcılar?

Müşterilerle doğrudan konuşan saat satıcıları siz de düşünün biraz, sizden kendi meşrebine uygun bir saat isteyen hemen herkese istisnasız neden "Kaç liranız var cebinizde?" diye soruyorsunuz? Bu tavrınızla insanları ürküttüğünüzü, saat satmakla değil sadece ceplerindeki parayla ilgilendiğinizi, saati sattıktan sonra müşteri denen kitlenin umurunuzda olmadığı izlenimi verdiğinizi biliyor musunuz?

Saatçi milletine bazı sorularım var:

Elde ettiğiniz gelirin ne kadarını saat sevgisini geliştirmeye ayırıyorsunuz?

Saatçiliğin tarihi ve kültürel gelişimine ilişkin ulusal veya uluslararası bilimsel/ciddi bir sempozyum düzenlediniz mi?

Saatlere ilişkin sözlükler, kitaplar yayımladınız mı?

Araştırma alanları arasında mekanik saatler ve saat kuleleri olan kültür tarihi araştırmacılarına hiç destek oldunuz mu?

İsviçre'den, Almanya'dan getirdiğiniz broşürleri, özgün dildeki katalogları aynen getirdiğiniz gibi insanların önüne koyarak neyi amaçlıyorsunuz?

Saat sevgisini anlatan resimler çizdirdiniz mi?

Her biri fahri elçiniz olan, sizin saatlerini eşe dosta tavsiye eden saat meraklılarına yönelik kurslar, söyleşiler düzenlediniz mi?

Fotoğraf/heykel sergileri açarak, sanatla bağlarınızı güçlendirdiniz mi?

Sözlü tarih çalışmaları yaparak kültürel bir değer olan saat tamircilerinin, güngörmüş ustaların anılarını, kadim bilgilerini bir yere kaydettiniz mi?

İçinde yüksek şahsiyetlerin değil, sarayın veya devlet erkanının değil, halkın kullandığı, manevi olarak bağlandığı saatlerin bulunduğu sivil bir müzeniz var mı?

Ya saatlere ilişkin araştırmaların yapıldığı bir enstitü, bir kütüphaneniz var mı?

Saatler hakkında farkındalığı artırmak amacıyla bir festival düzenlediniz mi?

Bence en önemlisi çocuklara saatleri sevdirecek neler yaptınız?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...