Saatleri insanlara benzetince şöyle bir manzara belirginleşiyor: Her saat bir değil. Huysuz olanı var, bencil olanı var, çalışkan olanı da var, sahte olanı var, kaliteli olanı var, tembel olanı var, kalitesiz olanı, rüküş olanı da var. Küstah ve kibirli saatler de var şu uçsuz bucaksız saat dünyasında, alçakgönüllü ve elbette hayatın kıymetini bilen insanı zamanın akışına aşkla bağlayan saatler de var.
Üst düzey saatlerin bir kısmını yakından gördüğüm için bir ölçüde şaşırmış olarak söyleyebilirim ki aslında etiketteki fiyatını hak etmediğini düşündüğüm saatler de var. Üst düzey saatlerin sadece sayın bir mertebeye gelmiş bir bölümü kendi tarihlerini de üzerlerinde taşıyarak fiyatlarına rağmen hak ettiği saygıyı ve sevgiyi görüyor, çünkü zanaat ile sanat eserinin bir arada görülebildiği nadir örnekler bunlar.
Fakat mütevazı saatlerin gönüllerdeki yerleri ile bulundukları yerler arasında açıklanamayan bir fark mevcut. Bütün bunların dışında şov yıldızları gibi ışıltılı bir cazibeye sahip olup da çok tutulan, çok konuşulan saatlerin bir noktada kof ve şişirilmiş olduklarını söylemek de olası. Bir de fiyatını sahiden hak eden, büyük bir organizasyon ve planlama sonucu neredeyse rönesans dönemi sanat yapıtlarının eriştiği mükemmel ölçülere sahip olan saatlerin de üretiliyor olması ancak geniş kitlelerin gözünden uzak durmayı yeğledikleri de aşikar.
Benim her vakit şaşırdığım şey estetik olarak son derece çirkin olan bazı saatlerin çok sevildiğini görmek olmuştur. Bu tür saatler hangi ölçülere göre değerlendiriliyor bilemiyorum. Zevkler ve renkler deyip de geçmek gerekirse de reklamlar ve dayatmacı yüzeysel saat kültürünün etkisini bir kenara not etmeliyiz.
Ancak yine de içimdekileri söylemeden edememem, dönüp bakılmayacak saatler vardır benim için, resim, edebiyat, şiir, mimarlık ve fotoğraf sanatının iyi ve üstün örneklerini hafızaya aldıktan sonra bu tür çirkin ve her yanından kibir akan, görüntü kirliliği yaratan saatlerin böylesine allanıp pullanmasını, böylesine el üstünde tutulmasını hayretler içinde izliyorum.
Bu nokta para ile ilgili değil, salt zevkin kalitesiyle, estetik algının derinliğiyle de yakından ilgilidir. Zaten sanat sevgisinden, resim, heykel ve edebiyattan uzak olanların bileklerindeki saatler kimin ne derecede olduğunu göstermektedir.
Saatler dışında biraz önce sözünü ettiğim sanat türlerinde de bu geçerli aslında. Eski çağlarda yaşayan insanların mağara duvarlarına yaptığı resimlerin, binlerce yıl sonra bugün mesela çağdaş kimi sanatçının eserinden çok daha 'sanatçı ruhuyla' yapılmış işler olduğunu düşünüyorum.
Mesela 1950'lerde yapılmış saatlere bakıyorum, çoğu zamanın ruhunu yansıtan, dünya savaşlarından çıkmış bedbaht insanlığın, her şeye rağmen umutlarının yıkılmadığını gösteren örnekler görüyorum. Bir de bugün yapılmış kimi saatlere bakıyorum da aradaki farkı görmemek mümkün değil, ruh değişmiş, daha şımarık, daha bencil bir estetik beğeniyle tasarlanmış ürünler meydana çıkmış. Eski dönemlerde yapılmış çirkin eserler de var, yok değil, fakat bugünün saatlerine baktığımda ne amaçla yapıldığını anlayamadığım örneklerin çoğunlukta olduğunu görüyorum, geçmiş zamanların saatlerinde bu tür örneklerin sayısı az.
Belki de mesele kalıcı olan ile uçucu olan kültür arasındaki farktır, bilmiyorum. Fakat anlıyorum da, kibirli insan kendisi gibi kibirli bir saat istiyor aslında, şımarık insan kendi şımarık ruhunu görmek istiyor, sadece görünene odaklanan insan, sadece saatin yüzeyine bakıyor, içinde ne var bilmiyor, önemsemiyor da. Olmadığı biri gibi görünme heveslisi insan ise aynı kendi gibi sahte bir ruhun taklidini kolunda görmek istiyor.
İlerlemenin, teknolojinin her zaman çok daha ileriye gidildiği anlamına gelmediğini, "çağdaş" "yeni teknoloji" diye satılan bazı ürünler belki de kötünün, pişmemişliğin ve mutsuzluğun varlığını duyuruyor.
Olgun insan daha ince, mütevazı ve hep daha kederli saatleri istiyor, seviyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder