Antika sınıfına girebilecek türden nesneleri de buldukça alıp satan bir kitapçı arkadaşıma arada sırada uğrarım.
Bir gün bir yığın irili ufaklı oyuncağın bulunduğu dolapta küçük bir masa saati gördüm, hani seyahatlarde kullanılan cinsten. Saat çalışmıyordu. Hor kullanılmış, bir kenara atılıp senelerce öyle durmuş bahtsız bir saat olduğu anlaşılıyordu. Biraz kurcaladım, kurma anahtarı da yoktu tabii. Fakat nasılsa müzik çalabiliyordu. Tam benim istediğim türden bir müzik, kırık dökük seslerden müteşekkil bir Alman ezgisi. Böyle zamanlarda aklıma hep Özdemir Asaf'ın "Onarmak zordur" şiirinin başlangıcı gelir:
"Şarkılar değil de
Hep kulaklar bitiyor,
Onarmak zordur."
Kulağım bu ezgide dalmışım. Yanımda saati alacak para yoktu, sonra alırım, çalışmasa bile müziğini dinlerim diyerek kalktım.
İş güç derken unutmuşum saati, 2 hafta geçmiş aradan, aklıma gelir gelmez ne yapacağımı şaşırdım, hemen para alıp gittim yine o kitapçı dükkanına, arkadaşım "çay ister misin?" derken, ben onu dinlemiyor, saati arıyordum, defalarca o minik oyuncakların arasını karıştırıp bulamayınca, sormak zorunda kaldım, saatin satıldığını öğrenince de çok bozuldum. Kendi kendime söylendim "Neden ciddiye almadın?", "Neden senden başkalarının da bu saati sevebileceğini düşünmedin?" diye diye kendime sinirlenip çayı içtim ve ardından sokağa çıktım, saçma sapan bir yürüyüşle bilmediğim sokaklara girmişim, bir saat sonra ana caddeye çıktım. Yavaş yürürüm her zaman ama öfkeyle hızlı hızlı yürürken sinirim geçti, fakat kendimi affedemedim bir türlü.
Bir daha öyle küçük bir masa saati bulabilir miyim bilmiyorum. Bildiğim bu Alman saatinin kalbimin bir köşesini yaktığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder