Yüzlerce yıl önce denizciler boylamı tam olarak hesaplayamadıkları için çok sayıda ölümlü deniz kazası yaşıyordu. Örneğin sadece 22 Ekim 1707’de 4 İngiliz gemisi yön tayininde yaşanan sorunlar yüzünden parçalanınca kazada 1647 kişi öldü. Boylamın bilinememesi nedeniyle uzun deniz yolculukları daha bir uzuyor, ekonomik zararları bir yana denizciler sağlıklı beslenemedikleri için türlü hastalıklardan dolayı acı çekerek ölüyorlardı.
Zamanı kullanarak boylamı hesaplamanın ilk şartı ise iki farklı yerde saatin kaç olduğunu bilmekten geçiyordu.
Gemma Frisius 1530 yılında 22 yaşındayken, boylamı bulmak için mekanik bir saat kullanma fikrini öne sürdü. Aradan 200 yıl geçtikten sonra bu fikri çağının ötesinde bir zekaya sahip saat ustası olan John Harrison gerçekleştirdi.
John Harrison, zamanın hatasız bir şekilde ölçülebilmesi ve bu ölçümü yapan makinenin taşınabilir olması konusunda uzmanlaşarak denizciliğin 1700’lere dek süregelen boylam sorununu neredeyse tek başına çözerek bir efsane oldu.
Aslında ilk büyük saat ustası olarak kabul edilen Christiaan Huygens, Harrison’dan yaklaşık 100 yıl kadar önce denizde kullanılmak üzere bazı saatler tasarlamıştı ancak güvenilir ve dakik bir deniz zamanölçeri yapmanın güçlüklerini tam olarak aşamadı. Neticede aralarında bilim tarihinin önemli simalarından Isaac Newton gibi kişiler bile boylam sorununun saat kullanılarak çözülemeyeceğine karar verdi.
Zamanı kullanarak boylamı hesaplamanın ilk şartı iki farklı yerde saatin kaç olduğunu bilmekten geçiyordu.
1714 yılında Britanya’da Boylam Kanunu kabul edildi. En yüksek ödül 20.000 sterlindi. O dönemde bir işçinin aylığı ancak 1 sterlin olduğundan bu para ödülü çok büyüktü.
John Harrison birmekaniğe çok meraklı bir marangozdu aslında ve ahşap saatler üretiyordu. Pirinç ve çelik gibi maddeleri ise sadece gerekli yerlerde kullanıyordu. Yaptığı ahşap saatler öylesine sağlamdı ki bugün bile çalışmaya devam ediyorlar.
1722’de yaptığı ilk kule saatinde normalde yağlanması gereken parçalar, kendi yağını salan kerestesi oldukça sert olan peygamberağacından yapıldığı için yağlanması gerekmeyen bir mekanizmaya sahipti. Bu saat Brocklsby Park’ta aradan 300 yıl geçmesine rağmen 1884 yılında işçilerin bakımını yapmak için durdurdukları zaman hariç durmaksızın işlemeye devam ediyor.
John Harrison 1730 yılında Londra’ya vardığında fikrini ilk anlattığı kişi Boylam Kurulu üyesi Edmond Halley oldu. Halley kurul üyelerinin bir saat kullanarak boylam sorununu çözme fikrine sıcak bakmayacaklarını bildiği için Harrison’ı ünlü bir saat ustası olan George Graham’a gönderdi.
Bildiklerini, öğrendiklerini kendine saklamayan bunları diğer saat ustalarıyla paylaşan “dürüst” lakaplı George Graham, Harrison’ın çizimlerindeki dehayı farkederek kendisini himayesine aldı ve maddi destekte bulundu.
Harrison 5 sene süren uğraşısı sonucu H-1 adını verdiği ilk saatini gerçekleştirdi. H-1 görünür olduğunda kendisinden önce yapılan saatlere hiç benzemiyordu, garip görünüşüyle kendisinden sonra üretilen saatlere de benzemedi.
H-1 yapılan ilk deniz yolculuğu testini başarıyla geçti.
Harrison, Boylam Kurulu’ndan daha iyi bir saat yapmak için destek istedi, 2 yıl sonra ortaya H-2 çıktı. Devrimci yeniliklere sahip bu zamanölçer zorlu testlerin hepsini geçti. Ancak mükemmeliyetçi bir insan olan Harrison bu saatten hoşnut değildi.
Bu arada seneler hızla ilerliyordu: Yapımına başladığında 48 yaşında olan Harrison’ın H-3’ü yapması 19 yılını aldı. İki yılda bir kule saati yapan, dokuz yılda dünya saat tarihini değiştiren ölçüde yenilikler barındıran 2 deniz saati üreten Harrison’ın H-3 için böylesine zaman harcamasına tarihçiler bir açıklama getiremiyor. 753 parçadan oluşan H-3 üzerindeki yenilikler ise günümüzde termostatlarda ve sıcaklık kontrol aletlerinde kullanılıyor.
Ancak zor beğenen Harrison yaptığı bu saati de beğenmiyordu. Aslında H-3’ü yaparken fikrini değiştirmişti. Cep saati boyutlarında bir deniz saati yapmaya karar verdi.
H-3’ten 4 yıl sonra H-4 dünyaya geldi. Bir cep saati olarak çok büyüktü (çapı 12,5 cm) ancak bir deniz saati olarak çok küçüktü (ayrıca mekanizmasının üzerinde John Harrison ve oğlu, MS 1759 yazıyordu). Romen rakamlarının saati, Arap rakamlarının saniyeyi gösterdiği bu saat devrimci özellikleriyle yeni bir çağın başlangıcını simgeliyordu.
Zamanın garip bir cilvesi olarak Ulusal Denizcilik Müzesi’nde milyonlarca ziyaretçi çeken bu saat çalışmıyor. Müze yöneticileri H4’ün kötü ellerde hoyrat kullanıldığı ve yeterince zarar gördüğünü düşündükleri için saatin çalışmasını istemiyor.
Bütün olumlu gelişmelere rağmen saatlerin bir boylam bulma aygıtı olamayacağını, astronomik yöntemlerin çok daha uygun olduğunu düşünen, son derece inatçı bir kişiliğe sahip olan Nevil Maskelyne, ödülün Harrison’a verilmesini engelledi.
Fakat Harrison ölmeden önce H-5’i de bitirdi.
Boylam Kurulu’nun Harrison’dan inatla esirgediği ödülü ancak Kralın baskısıyla Meclis verdi -o da bir kısmını-. Böylece ölmeden önce yaşadığı derin haksızlığın telafisine bir ölçüde tanık olan ve 1773 yılında onurlandırılan 1693 doğumlu John Harrison daha fazla yaşamadı, 24 Mart 1776’da 83 yaşında her fani gibi o da öldü.
Kitapta mekanik saatlerde çok yaygın olarak kullanılan bağımsız manivela maşayı icat eden Thomas Mudge (1714-1794), pimli tetik maşayı geliştiren John Arnold (1735-1799), deniz kronometrelerini kusursuzlaştıran Thomas Earnshaw (1749-1829) gibi diğer hatırı sayılır şahsiyetler hakkında ayrı ayrı bilgi verilmiş.
Konuyla ilgili ilk Boylam kitabının da yazarı olan Dava Sobel, yazdığı eserin genişletilmiş versiyonu olan ikinci kitabın diğer yazarı olan olan Harvard Üniversitesi’nin Tarihi Bilimsel Aletler Koleksiyonu Müdürü William J. H. Andrewes ile bir usturlab sergisinde tanışmış. Andrewes bu tanışmadan iki yıl sonra Dava Hanımı bir boylam sempozyumuna çağırmış. Sempozyum için gittiği vakit Ulusal Saat Koleksiyoncuları Derneği üyesi 500 kadar katılımcıyı İngiliz dahi John Harrison’ın 300. Doğum gününü kutlarken görmüş böylece “Boylam” kitabı yazarın zihninde filizlenmeye başlamış. William J. H. Andrewes, Harrison’ın yaptığı saatlerin sergilendiği Eski Kraliyet Gözlemevi ve Ulusal Denizcilik Müzesi’ndeki saatlerin bakımı üstlenmiş ve ustanın yapımını tamamlayamadığı bir ahşap saati işler duruma getirmiş. İşte bu iki meraklı biliminsanı birlikte, TÜBİTAK’ın Türkçeye çevirme ferasetini gösterdiği kitabı yazmış.
Kitap neredeyse mükemmel, yine de bir eleştirim var: Boylam kitabında “tüm zamanların en verimli saat yapımcısı ve saatçilik yazarlarından” diye takdim edilen Ferdinand Berthoud’dan söz edilmiş ancak keşke 1815 yılında Deniz kuvvetlerinin saatçısı olarak Berthoud’nun ardından onun yerine geçen ve tartışmasız saat dünyasının dev isimlerinden biri olan büyük mucit Abraham Louis Breguet birkaç sözcükle anılsaydı keşke, ancak adı bile anılmıyor ne yazık ki.
Bu kitabı okuyunca bir kez daha anladım ki saat insanlık tarihinin ortak mirası ve hazinesi. Saat dünyasının da bir milliyeti yok aslında; Hollandalılar, Amerikalılar, İngilizler, Polonyalılar, Türkler, Araplar, Fransızlar, İtalyanlar, Almanlar veya İsviçreliler saat tarihinin en onurlu sayfalarında birlikte gülümsüyorlar.
Özetle “Boylam”, bilhassa saat meraklılarının el altında bulundurması gereken eşşiz bir yapıt.