Cumartesi öğleden sonra müzisyen ve fotoğrafçı bir arkadaşımla buluşmak için Beyoğlu'ndaki Anabala Pasajı'na doğru gitmek için işten biraz erken çıktım. Kosova Saatçisi yolumun üzerinde olduğu için uğramadan geçmem zaten. Vitrindeki Omega Seamaster'a yine alıcı gözüyle bakıp içeriye girdim.
Dükkanda sadece torun Aydın Aydınoğlu vardı, dedesi Ali Aydınoğlu yoktu oysa ikisini yan yana çalışırken görmek çok güzel oluyordu. Neyse işi olduğu için fazla konuşmadan saatlere bakmaya başladım. bir ara bana bir Vacheron Constantin gösterdi, "Bak bakalım beğenecek misin?" dedi, alıp inceledim güzel gerçekten, fakat bana göre değil, böylesine korkunç pahalı şeyleri sevemedim, ama saygı duyarım ve incelemekten de zevk alırım orası ayrı. Saati koluma taktım ve şöyle bir baktım, yakışmadığına karar verdim.
Sonra içeriye siyah elbiseli, kırmızı babet ayakkabıları ve kırmızı çantasıyla bir kadın girdi. Kolunda nefis bir Longines vardı.
Aydın Aydınoğlu ile konuşmaya başladılar, eski ve kadranında minik kalpler olan şahane Nacar'ını almaya gelmiş. Aydın mekaniksaat blogundan söz edip tanıştırdı beni kendisiyle. Derya Hanım, minik kalplerle bezeli Nacar'ın hikayesini de anlattı.
1996 senesinde Çukurcuma'da 25 kuruşa almış. Saatin camı ve tacı yokmuş o zaman. Nacar yazısı da epeyce yıprandığından artık okunmuyor. Sonra diğer saatlerini de gösterdi.
İçlerinde Revue ve Falcon da olan küçümen fakat hoş bir koleksiyonu var.
Oradan ayrılırken çoğu insanın ne kadar düz bir yaşantısı olduğunu düşündüm, ne yazık ki saatlerin ve dolayısıyla zamanın, şiirin, öykülerin veya Gülten Akın'ın söylediği gibi durup ince şeylerin farkına varmadan yaşayıp gidiyoruz.
bizans@gmail.com