Ahmed Eflaki Dede
Geçen asrın mevlevi Dedelerinden ve bugün artık mevcut olmıyan Türk saatçiliğinin nev'i şahsına münhasır son büyük ustalarından.
Nureddin Rüşdi Büngül, "Eski Eserler Ansiklopedisi" adındaki eserinde bu san'atkârın hayatını şöylece naklediyor:
"Halveti şeyhlerinden Kırımlızade Ali Efendi'nin oğludur. 1808'de (Hicri 1223) Tekirdağı'nda doğmuş ve 18 yaşında İstanbul'a gelmiş. Yenikapı Mevlevihanesi'nde çile çıkarıp dede olmuştur. Tekkede heves edip öğrendiği saatçiliği ilerletmek için bir aralık Paris'e giderek Bireke [Breguet] fabrikasına girmiş ve mihver altına yakut vazını da kendisi Fransızlara öğretmiştir.
Avrupa dönüşünde İkinci Mahmud'a muvakkit olmuş ve saatçiliği fevkalade ileri götürmüş ve kendi zekasıyla on adet saat ibda etmiştir. Bunlardan ikisi elime geçti, birisini Topkapı Sarayı'na, diğerini de çok sene evvel şimdi hatırlamadığım bir zata satmıştım. Diğer sekizini görmedim.
Benim sattığım iki adedi aynı şekilde masa saati idi ve altlarında rehavileri vardı; Avrupa saatlerine asla benzememektedir. Daha sonra ise dede üstad bu saatleri beğenmemiş ve yeni baştan bir saat ibdaına muvaffak olmuştur ki "Muvakkiti cennetmekân Sultan Mahmud Han Ahmed Eflakî el mevlevi" ibaresini hâvidir. Bu harikulade saat müzemize konulmak üzere mühimve bir para ile benden satın alınmıştır. Dolmabahçe salonundaki büyük kule şeklindeki saatin küçüğüdür. Başta dört cepheli yani dört tarafında dört saat bir küre ve ortasında bir saat ve daha altında bir de tıb saniyesi görülmektedir. Küredeki makinelerde kuvvetli çelik zembereklere merbut olan bu saatin nadide çarkları ve güzel bir yakutu vardı.
Rakkası ile avrupalıların görüp de taklid ettikleri muhakkak olan görülmemiş, zarif bir tarzda düyek ayar edilmiş ve mevlevilerin "İsmi Celâl" çekmesi tarzında "Allah Allah" der gibi işlemektedir.
Gerek "Eflaki Dede Asitane" yazılı olan minası ve gerek bütün çark makine aksamı ve gerek fevkalâde zarif ve kuvvetli civa yaldızı ile altınlaştırılmış olan aksamı hariciyesi dede merhumun zekâsından ve kudretli elinden çıkmıştır. Bu saatın 1870'de Paris sergisinde teşhir edilmiş olduğu Topkapı Sarayı'nda zuhur eden "Eflâki dedenin nev icadı Paris'te sergide teşhir edilmiştir." diye bir kağıt parçasile vesikalıdır.
Bir Türk ruhu ile ve Türk zevki selimiyle ibdâ edilen saat harikulade değerlidir. Dede merhumun en mükemmel eseri budur ve bir de Dolmabahçe Sarayı'nın salonu içerisindeki gayet büyük kule şeklindeki saatidir.
Üstadın Sultan Mecid emri ile İngiltere'ye seyahat edip oradan saatçı aletleri aldığı da muhakkaktır. Yalnız Bireke [Breguet] fabrikası her nedense böyle bir adamın fabrikalarında çalıştığı hakkındaki malûmatı tekzip etmektedir.*
Kendisi muvakkit olduğundan Sadrazam Fuad Paşa'nın konağına gider ve saatleri ayar edermiş. Bunu takdir ile seyreden Fuad Paşa merhum da:
Parmağıyla döndürür saati Eflâkî Dede
Döndürür hem yandırır mîkâtı Eflâkî Dede
diye latifeler yaparmış.
Ahmed Eflâkî Dede 1876'da (H.1293) Cağaloğlu'nda İshakağa çeşmesindeki hanesinde vefat etmiştir."
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ, Reşad Ekrem Koçu, İstanbul 1958, Birinci cild, s.361-362.
* Ahmed Eflaki Dede, Breguet'nin yanında değil dönemin ünlü saat üreticisi Paul Garnier'nin fabrikasında çalıştığı Şinasi Acar'ın çalışmasıyla belgelenmiştir.
[Not: Ufak tefek düzeltmeler ve rahat okunması gayesiyle paragraf düzenlemeleri yapılmıştır.]
BİÇİM İŞLEVİ İZLER
Mekanik saatlerden konuşurken ister istemez eğer karşınızda tarihe, mühendisliğe, matematiğe ve sanata ilgi duyan biri varsa konu bir yerde sanat ve zanaat ilişkisine gelir. Mekanik saatler mekanizmalarıyla vardır, bu mekanizmaların özellikli olanlarından her biri ise (kalibreler) bir okuldur. Okul/ekol bağlantılı sözcükler zaten.
Mekanizmalar da bir okuldur, incelendiğinde tarihsel gelişmeler, bilimsel ilerlemelerin getirdiği birikimlerin sonuçları ve estetik düzenlemeler de görülebilir. Ben pek takılmıyorum ayrıntılara, ancak bugüne dek üretilmiş birbirinden farklı mekanizmaları düşündüğümde zanaat ile sanat arasındaki, zanaat ile bilim arasındaki ve yine sanat ile bilim arasındaki bağıntıları görmemek, bundan heyecan duymamak olanaksız.
Sanatın tüm alanlarını etkileyen Bauhaus okulunun da amacı sanat ile zanaatı bir araya getirmekti. Bauhaus fikrinin son temsilcilerinden biri yine akımın/okulun ortaya çıktığı Almanya'dan dünyaya bir yapı olarak saati sunan Nomos markası.
Özellikli mekanizmalar ve bu mekanizmaların bulunduğu saatler ayrı bir kültür ocağıdır ve hepsi nev'i şahsına münhasır bir derstir aynı zamanda, taş üzerine taş konularak geliştirilen, kimi zaman insani hırsları veya hayal gücünü gösteren süslü püslü de olsa, kimi zaman ise daha sade ve daha mütevazı örnekleriyle de olsa ayrı ayrı filizler veren bir yapılar bütünüdür saat.
Bir başka konuşulmaya değer konu da Glashütte kasabası. 2500 kişilik bir nüfusa sahip bu Alman kasabası haklı ününden dolayı dünyada saatçilik deyince (İsviçre dışında) ilk akla gelen yerleşimlerden. 1990 doğumlu Nomos da işte bu Saksonya eyaletine bağlı Glashütte kasabasından çıkan ünlü markalardan biri.
Nomos saatlerinde mekanizma dahil bütün parçaları kendi üreten isviçre dışındaki ender işletmelerden biri. (Bu arada saatin üstüne "Swiss Made" gibi "Glashütte" yazmak da öyle kolay değil, saatin üstüne bu kasabanın ismini yazdırmak isteyen, saati oluşturan 50 parçadan fazlasını bu bölgede üretmek zorunda. Yani Glashütte bir nevi kalite damgası gibi hukuken de korunmaktadır.)
Nomos modelleri, Tangente, Orion, Ludwig, Tetra, Club, Tangomat ve Zürich ailelerinden oluşuyor.
Bütün Nomos'larda biçim/işlev uyumu ve sadelik ilk dikkati çeken unsurdur. "Az, çoktur" felsefesine de gönderme yaparlar. Fazlalıklardan arınmayı da simgelerler. Fakat saatin arkasını çevirdiğinizde renkli ve kıpır kıpır bir dünya ile de karşılaşabilirsiniz. Velhasıl Nomos iyidir, güzeldir.
________________________________
Ek okumalar, önemli bağlantılar:
- From Basel: The Nomos Tangente, Orion, and Ludwig "33"
- Nomos Forum
- NOMOS Encyclopaedia
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)