Breguet Classique Grande Complication

Geçenlerde Levent Adliyesi'nden çıkınca Kanyon'a gitmiştim.

Tüm saatçilerin vitrinlerine bir göz atıp oradan da ofise geçecektim.

Tektaş dışındaki saatçilerin vitrinlerinde farklı ya da yeni bir saat yoktu.

Tektaş'ın vitrininde ise beni bir sürpriz bekliyordu: Breguet Classique Grande Complication.

Böyle yazınca ne olduğu pek anlaşılmıyor, biraz açmak lazım.

Bir mekanik saat meraklısı Tourbillon ya da Perpetual Calender ifadelerinden birini bile tek başına görse heyecanlanır. Bu saatte ise ikisi birden var. Anlatımı bir görselle şenlendirelim.


Resim


Birkaç dakika boyunca vitrindeki saati dikkatle inceledim. Ardından da içeri girip detaylı bir şekilde saati incelesem mi diye düşündüm. Kolumda basit bir Tissot ile içeri girip girmemekte kararsız kaldım açıkçası. Burnu havada bir tavırla karşılaşmak da canımı çok sıkabilirdi. Ancak cesaretim ağır bastı, içeri girmeye karar verdim.

Kapı kilitliydi. Zile bastım, satış temsilcisi genç beyefendi hemen açtı kapıyı. Çok nazik karşılandım açık konuşmam gerekirse, başta kaygılanmam yersizmiş. Kısa bir selamlaşma faslından sonra "Vitrindeki Breguet Tourbillon'u incelemem mümkün mü?" sorusunu yönelttim. Aldığım cevap ise "Derhal çıkartıyorum beyefendi." oldu.

Rahat bir koltuğa oturdum ve saati incelemeye başladım. Saatin çapı 39 mm, ki bu artık küçük denebilecek bir ölçü. Kasa 18 ayar altın. Deri kordonda klips yerine diken kapatma vardı. Saatin ön ve arka camı safir. Mekanizma ise 50 saat güç rezervine sahip. Elle kuruluyor, ama en önemlisi ise Tourbillon'a ve Perpetual Calendar'a sahip. İnsan işi değil yani.

Saatin yanı sıra, saatin markası ve geçmişi ise zaten çok farklı bir yerde saat dünyası içinde. Abraham Louis Breguet Tourbillon'u icat eden kişi. (Daha çok icadı var ama şu anda aklıma gelmiyor.)

Gelelim saat hakkındaki düşüncelerime: İşçilik inanılmaz. Onca özelliğe karşın saat kalın değil. Bilekte duruşu çok zarif. Mekanizma ise tartışılmaz.

Ancak, ben bu saati beğendiğimi söyleyemem. (Durun, hemen kedi-ciğer geyiğine girmeyin, önce dinleyin.) Öncelikle söylemem gerekir ki, sarı altın kadar rahatsız edici bir materyal yok benim için. Cidden çok çirkin buluyorum sarı altını.

İkincisi, benim odun bileğimde 39 mm küçük kaldı. 40 mm'lik saatler kullanıyorum ama onların boynuz tasarımı daha farklı olduğu için küçük durmuyor. Bu ise bana olmadı.

Üçüncü olarak şunu söylemem lazım: Saat çok okunaksız. Saat, tarih, gün, ay, saniye ciddi anlamda dikkatinizi vermeden okuyabilmek çok güç. Bu da bence en can sıkıcı sorun.

Saati sevmedim çünkü bana hiç hitap etmiyor. "Olsa takmaz mısın?" muhabbetine girmek çok sığ bir yaklaşım olur. Bu bütçe ile tek bir saat alacak olsaydım, seçimimi bu Breguet'ten yana kullanmayacağımdan eminim, bunu söyleyebilirim.

Saatin fiyatını sona sakladım: 154.000 CHF.

Polemik

Not: Tektaş'ın bilgili, güleryüzlü ve nazik çalışanlarına çok teşekkür ederim.

Yaşlı saatler, genç insanlar

haleti ruhiye

Bir çocuğun kolunda mekanik bir saat görmek garip duygular uyandırıyor bende. Bir yandan çok mutlu oluyorum, ne güzel diyorum bu çocuk bir geleneğin muhafızı, devam eden bir şeylerin, insanlığın kalbinde ateş gibi yanan merak duygusunun bir taşıyıcısı diyorum. Bir yandan da zamanın akışını bu kadar net bir biçimde saate bakmadan anlayıvermekle tedirgin de oluyorum. Saatler ölümlü oluşumuzun da göstergeleridir, bunu bir kez daha anlıyorum.

Sayıları çok az da olsa eski mekanik saatlere meraklı genç insanlar var mesela. Kolunda 50 yahut 70 yıllık bir saat taşıyan bu gencecik insanları gördüğüm vakit onlarla konuşmak istiyorum, neden böyle bir saati taktıklarını sormak istiyorum, bu saatin onlar için ne ifade ettiğini anlamak istiyorum. Sormuyorum bazen, çekiniyorum, belki terslenirim diye sadece merakla saatlerine bakmakla yetiniyorum.

Ama bazen merak duygusu öylesine baskın çıkıyor ki, kabuğu kırıp soruyorum, "Kolunuzdaki saat çok güzel, mekanik saatlere meraklı mısınız acaba?" diyorum.

Tahmin ettiğim gibi bazıları için kollarındaki saat dedeleri, babaları veya anneleri ile manevi yakınlaşmanın, onları hissetmenin, hatırlamanın bir yolu.

Suskun saatleri takan da var koluna. Çalışmayan bir saati neden taşır ki insan kolunda? "Tamir ettirmelisiniz bu güzel saati" diyecek oluyorum birine, "O zaman aynı saat olmaz" diye bir yanıt alıyorum.

Bilmeden sadece hoşuna gittiği için estetik kaygılarla eski saatleri sevip takan da var koluna.

Konuştuğum insanların çoğunluğu ile sokakta karşılaşmadım, onlarla ya bir fotoğraf sergisinde ya da sahafları dolaşırken tanıştım. Belki de rahat konuşabilmemin nedeni eski kitaplardır.

Eski kitaplar da mekanik saatler gibi çağın geçmişten habersiz unutkan verilerine ve günümüzün uçucu sayısal belleğine inat yaşıyorlar.

Rolex tasarımları demode mi, yoksa kült mü?



Rolex ile yazmak istediğim birkaç yazı daha olduğunu söylemiştim. Şimdi sıra ikinci yazıda.

Yazımın konusu, Rolex tasarımları. Başlık da temel sorunsalı ortaya koyuyor aslında: Rolex tasarımları kült mü, yoksa çağdışı, demode tasarımlar mı?

Çoğu Rolex modeli, tasarım olarak 50 yıldan fazla bir temele sahip. Submariner, Sea-Dweller, Day-Date, Datejust, GMT-Master 2, Explorer...Bunların hepsi de hala arzulanan saatler. Bu saatlerin ilk ve güncel modelleri arasında çok ciddi farklar yok. Day-Date'in ilk versiyonu ile son versiyonu aynı bile denebilir. Peki neredeyse tüm markalar sürekli olarak yeninin peşinde iken Rolex 50 yıllık tasarımlarla bu işi nasıl götürüyor? Bu sorunun cevabını verebilmem mümkün değil, ama konuyu çeşitli yönlerden ele alacağım. Diğer yandan da bu tasarımlar hakkındaki fikirlerimi paylaşacağım.

-Rolex bu işi nasıl götürüyor? 50 yıllık tasarımlarla nasıl ayakta duruyor?

Çok fikrim yok açıkçası. Aklıma iki olasılık geliyor.
1. Rolex bir pazarlama harikası: Bunu düşünen ilk insan ben değilim. Son insan da ben olmayacağım. Talep yüksek, bunu biliyorum. Ama arz düşük değil ki. Yılda 700.000'den fazla saat üretiyorlar ve buna karşın çoğu model zor bulunuyor. (Ya da zor bulunduğu söylenerek müşteriler uyutuluyor.)

2. Günümüz insanının Heritage düşkünlüğü: Bu bana daha makul bir gerekçe gibi geliyor. Hangi marka eski bir modelini günümüzde üretse (ki bu modeller hep limitli seriler olarak üretilir.) o model kıymete biniyor, hatta yok satılıyor. Alan da aldığı fiyatın üzerinde satıyor saatini. (JLC Memovox Polaris, PAM California vs)

Rolex'te ise sıfır saat alan da (sadece tasarım olarak olsa da) saatinde bir heritage tat alabiliyor. (Ama yıllık 700.000 adetten fazla üretim rakamına karşın çelik Daytona bulabilmek neden hala bu kadar zor anlayabilmiş değilim. Diyorlar ki, 700.000 saat üretiyor Rolex, ama kaçı çelik Daytona? Soru doğru ama, yılda 100 tane üretilmiyor ki bu saatten. Neyse, konu Daytona değil. Kalite olarak Daytona'ya lafım olamaz ama tasarım olarak hiç sevmem kendisini.) Heritage da saat dünyasında her zaman sevilmiştir, sevilmeye devam edilecektir diye de düşünüyorum.

-Rolex tasarımları demode mi, yoksa kült mü?

İşte bu çok zor bir soru. Herkesin kendi cevaplaması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Submariner en güzel dalgıç saati mi? Klasik saatlerin en güzelleri Day-Date ve Datejust mı? Bu sorulara başkası adına ne evet diyebilirim, ne de hayır. (Kendi adıma cevabım hayır olur.) Güncel Rolex'lerden Milgauss'u çok beğeniyorum, ama o da klasik Rolex çizgisinden farklı bir saat.

Kült Rolex modellerinden ise çok ama çok beğendiğim bir saat yok. Ancak, bu da çok çirkinmiş dediğim bir saat de yok. Ancak, objektif olarak bakıldığında şunu da unutmamak gerekir ki, Dünya'nın en çok lüks saat üreten ve satan markasının tasarımları, çoğu kişi için demode değil, aksine kült.

Rolex daha çok tartışılır saat dünyasında.

Polemik

Not: Dilimizde karşılığını tam olarak bulamadığım Heritage sözcüğünü kullanmaktan pek hoşlanmasam da, anlamı iyi karşıladığı için kullanmak zorunda kaldım. Eğer karşılığı varsa, lütfen bana e-posta yolu ile ulaşın ki hemen düzelteyim.

Önyargıya ve Rolex'e ilişkin bir yazı


Milgauss

Rolex saat dünyasının en çok tartışılan saatlerinden biri. Seveni, hatta fanatiği çoktur. (Fanatiği az olsa bir Paul Newman Daytona neden 100.000 Euro’dan başlayan fiyatlarla satılsın ki?) Sevmeyeni hatta nefret edeni de en az bir o kadar vardır. (En yaygın tez, saatten anlamayan bilimum mafya babalarının altın Rolex kullanmasıdır – ben ise hiç mafya babası görmediğimden, görsem bile onun mafya babası olduğunu bilmediğimden yorum yapamıyorum.)

Sevenleri ve sevmeyenleri dışında da kalitesi, tasarımları, ilkleri (aklıma ilk su geçirmez saati ürettikleri geldi, başkaca ilkleri de var ama şu anda hatırlayamıyorum) ve hakkında dönen şehir efsaneleri (Çelik Daytona için bekleme sırası) ile hep tartışılır. Hatta geçenlerde gitiğim Omega Butik’te “Rolex sizce nasıl bir marka?” sorusunu yönelttiğim satış temsilcisi belki bilgisizliğinden, belki de ticari kaygılarla “Rolex artık bitti.” şeklinde bir cevap verdi. Rolex hakkında tartışma bitmez. Benim de saatlere ilgim arttıkça Rolex hakkında farklılaşan düşüncelerim oldu. Bu düşüncelere kısaca göz atmak istedim.
- Saat merakımın sıfır (merak yanında, bilgi de sıfır) olduğu dönem: Rolex nedir abi? Gereksiz pahalı, zaten tüm hanzolar Rolex kullanıyor. (Dikkat: Rolex takan herkes hanzodur anlamı çıkmasın lütfen.) Bir saatte 10.000 TL ya da üzeri paraları vermek de delilik.
- Saat merakım başladı, ama Rolex ile henüz tanışmadım: Kalitesine saygı duymamak mümkün değil. Ancak işin diğer yönleri de var. Submariner, Sea-Dweller, Yacht-Master ve GMT-Master, alayı aynı bu saatlerin. Zaten 50 yıllık tasarımları kullanıyorlar. Day-Date ve Datejust da birbirlerinin neredeyse kopyası ama insanlar bunlar için deli oluyor. En özgün Rolex modeli Daytona, o da asla takmayacağım bir saat. Çok çirkin.
- Nihayet, Rolex ile tanışma: (Olay asıl burada başlıyor.) Rolex ile tanışmadan önce sevdiğim tek Rolex Submariner LV idi. (Submariner’ın 50. Yılı anısına üretilen yeşil bezelli model.) Yeşili çok severim, yeşil aynı zamanda Rolex’in rengidir ve Submariner’da da çok güzel bir yeşil kullanmışlar. Aynı zamanda, dalgıç saatleri de her zaman ilgimi çekmiştir. Omega Seamaster Professional ve Planet Ocean, IWC Aquatimer, JLC Master Compressor serileri daima kendime yakın bulduğum saatlerdir. Bu yüzden Submariner’a ısınmıştım, bir de yeşilin tonu beni çok etkilemişti. Bır fırsat olsa da şu saati incelesem diye fırsat kolluyordum açıkçası.
Akmerkez’de bir arkadaşımla (Efe) birlikte gezerken Rolex vitrini dikkatimizi çekti. Arkadaşım da Submariner LV dışındaki Rolex ürün gamından hiç de hazzetmiyordu. 2000’lere kadar Daytona’da Zenith El Primero kalibre kullanıldığını bilen ikimizin ortak fikri, “Rolex ile işimiz olmaz, o paralara kesinlikle Zenith alırız. Eğer o kadar çok para vermeyeceksek -ki vermemek daha mantıklı- en kralından bir Omega alırız. Omega ve Rolex arasında denk modellerde iki kat fiyat farkı var, bu fiyat farkına karşılık gelecek kalite farkı olamaz.” şeklindeydi. Neyse, mağazaya girdik. İşte o andan itibaren, saat dünyasına ilişkin pek çok fikrimiz yerle bir oldu.
Mağazadan içeri girdik. Çok nazik bir karşılama yapmadı Rhodium – Akmerkez çalışanları. Saygılı ve soğuk çalışanları var. (İleride saygılı kısmını da açmam gerekecek.) Submariner LV, Milgauss, GMT Master 2 ve Datejust 2 modellerini inceleme fırsatımız oldu.
Neyse, satış temsilcisi saatleri vitrinden çıkardı. Efe doğrudan Submariner LV’e yöneldi. Yüz ifadesinin saniye saniye değiştiğini takip etmek hiç de zor değildi. “Saati beğendiniz mi?” sorusunu yönelten satış temsilcisine “Fena değilmiş.” gibisinden cevaplar verse de, Efe’nin saate hayran kaldığını anlamam benim için çok da zor olmadı.



Ben de o sırada GMT Master 2 ve Milgauss ile ilgileniyordum. Milgauss genel Rolex çizgisinden çok farklı bir saat.( GMT Master 2 ve Submariner ise kasa, kordon ve kadran yapısı itibarıyla çok benzer saatler. Özellikle Basel ile yeni Sub gelince neredeyse aynı saatler oldular. Seramik bezel, büyük indeksli kadran, geniş boynuzlar, içi dolu baklalar, yeni tip klips vs. ) Ben de GMT Master 2 ve Milgauss’un genel kalitesine hayran olmakla meşguldüm. 904L çeliğin farkı kesinlikle hissediliyor. Bunun dışında, Rolex’lerin koldaki konforu cidden çok iyi. Kordon doğru ayarlanırsa (en azından kendi bileğimde) çok ama çok rahat duruyor.
Neyse, Efe Sub’ı yeterince inceledi. İnceleme sırası bana geldi. İzlenimlerim ise şöyle oldu:
-Saatin tasarımı çok tartışılıyor. 57 yıldır neredeyse aynı tasarımın kullanıldığı doğru. Kimisi çok seviyor. Kimisi de nefret ediyor. Benim fikrim ise, saatin tasarım olarak “iyi” olduğu yönünde. Beni benden alan bir tasarım değil, ama kötü, hiç değil.
-Maxi dial ve fat hands denilen değişiklik çok güzel olmuş.( 11660’deki küçük indeksler ve akrep-yelkovan ile 11660 LV’deki büyük indeksleri ve akrep-yelkovanı kıyaslarsanız farkı görürsünüz.)
-Yeşil bezelin harika olduğunu söyleyebilirim. Rolex Submariner’ın yavan denilebilecek bir tasarımının olduğu doğru, ama yeşil bezel saate bambaşka bir hava katmış.
-Saatin koldaki konforu inanılmaz: Bunun çok iddialı bir cümle olduğunun farkındayım, ama gerçekten de öyle.
Öncelikle, çelik ve 300 metre su geçirmezliğe sahip bir saat düşünüldüğünde oldukça hafif. Acaba titanyum mu diye düşünmekten alamadım kendimi. Hafifliğin gerekçesi ise satış temsilcisinin cevabı ile ortaya çıkıyor: kordondaki orta baklaların içleri boş. Bu da saati ciddi bir diyete sokmuş (Ben ise ağır saatleri severim.) ama daha da önemlisi, saatin inanılmaz konforlu olmasını sağlamış. Saati bileğinizde hissetmiyorsunuz. (Yeni Rolex’ler böylesine konforlu değil.)
-Kullanışlılık: Kadran, akrep, yelkovan, saniye ve büyüteçli tarih göstergeleri oldukça okunaklı. Luminova oldukça kuvvetli.
-Saatin helyum vanası yok: Bu tip saatlerin dalışta kullanılmadığı düşünülürse çok da önemli değil ama rakipleri helyum vanası sunuyor. Peki bu bir eksiklik mi? Bence olmasa da, başkası için eksiklik olarak değerlendirilebilir.
-Klips sistemi yeni Sub, GMT Master 2 ve Sea Dweller Deep Sea’de olduğu kadar “tok” değil: Bu durum yeni Sub ile ortadan kalktı.
Rolex hakkındaki objektif izlenimlerim: Benim gibi önyargılarınız varsa mutlaka incelemenizi öneririm. Gerçekten çok kaliteli saatler üretiyorlar. Bilekte duruşları da çok konforlu. Ayrıca, vitrinde beğenmediğiniz bir saat bileğinizde çok güzel durabilir, gerçi tam tersi de mümkün. (Bu durum sadece Rolex için değil, tüm markalar için geçerli.)
Kullanılan 904L çelik 316L çelikten 3 kat daha pahalı.
Tourbillon ya da minute repeater gibi çılgın işlere imza atmıyorlar. Bunun yerine günlük kullanım için uygun modeller üretiyorlar. (Tourbillon olmaması bence eksiklik, ama bu konu da çok tartışılır.)
Özellikle çelik Rolex’ler ikinci elde az değer kaybediyor.
Seveni de sevmeyeni de makinelerinin çok hassas olduğunu söylüyor.
Yaklaşık 60 yıllık tasarımlar kullanıyorlar. (Kült mü, demode mi?)
Özellikle çelik Daytona ve yeni çıkan çelik modelleri satın almak için elli takla atmak lazım.
Rolex hakkındaki subjektif izlenim ve düşüncelerim: Submariner, Milgauss, GMT Master 2 ve Sea Dweller beğendiğim Rolex modelleri.
Son zamanlarda çıkan modelleri dışında çoğu modelinin çapı çok ufak, 40 mm ve üzeri saatlerde rekabet edemiyorlardı. Son zamanlarda Milgauss, Day-Date 2 ve Datejust 2 ile bu sorunu çözdüler.
Çelik modellerdeki satış politikaları sinir bozucu.
Kullanıcı kitlesinden çok şikayet ediliyor: Bu konu üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünüyorum.
Rolex en çok üretim yapan, en çok bilinen, replikası yapılan lüks saat markası. Bunlar bir araya gelmesi de saatten anlamasa bile cebinde parası olan pek çok kişinin bir Rolex sahibi olması anlamına geliyor. Bu kötü bir şey mi? Bazılarını çok rahatsız eden bir durum bu. Rolex’e antipati besleyenlerin çoğu bu gerekçeden ötürü, yani kullanıcı kitlesinin kötü olmasından dolayı Rolex almayı reddediyorlar.
Bu makul bir gerekçe mi? Açık konuşmam gerekirse, bilmiyorum. Bir uyuşturucu kaçaksının kolunda Rolex var diye Rolex almayan biri, başka bir uyuşturucu kaçakçısının kolunda PP, VC, Breguet, Parmigiani, JLC, Blancpain, AP, GP hatta F.P. Journe, Harry Winston ya da Philippe Dufour görürse, bu saat markalarından saat edinmeyi de reddeder mi? Reddetmeli mi? Genel kullancı kitlesi marka seçiminde ne kadar etken olmalı? Bir saat severin cidden beğendiği bir markayı kullanıcı kitlesi kötü diye almaması, makul bir gerekçe midir?
Bu sorulara ben sadece ve sadece kendi adıma cevap verebilirim. Sadece ben değil, herkes kendi adına cevap verebilir. Tartışılması, ama kişiler bakımından varılan sonuçlarda da insanların birbirlerine saygı duyması gerekir. Şahsen ben Rolex almayı “Uyuşturucu kaçakçıları da Rolex kullanıyor.” gibi bir gerekçe ile reddederek bir JLC almaktansa, “Rolex yılda 700.000’den fazla saat üretirken JLC yılda 65.000 saat üretiyor. Lüks tüketim ürünü alırken de nadidelik çok önemlidir, ben saatimi çok az kişide görmek isterim, bu yüzden JLC alırım.” şeklinde bir gerekçe ile Rolex almayı reddetmeyi daha “makul” bulurum.
Bu yazıdan bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.
1. Önyargı kötü bir şeydir.

2. Rolex, sevenleri ve sevmeyenleri ile çok tartışılacak bir marka.
Rolex eminim ki daha pek çok platformda tartışılmaya devam edecek. Ben de elimden geldiğince Rolex hakkındaki izlenimlerimi ve düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Bunları yaparken de elimden geldiğince tarafsız olmaya çalıştım. Aslında yazıyı yazarken daha tartışılması gereken konular olduğunu fark ettim, ama hepsini tek yazıya sıkıştırmanın pek de iyi olmayacağını düşündüğümden diğer konuları başka yazılarımda ele alacağım.
Not: Blog sahibine büyük bir özür borcum var. Bu yazıyı benden çok zaman önce istemişti ancak şimdi yazabildim. Gecikme için özür dilerim. Ancak yazmak istediğim birkaç Rolex konusu daha var, onlar ise bu kadar gecikmeyecek.
Polemik


--------------------------------------------------------------------------------

Editörün Notu:

Ayrıca bkz. Watchuseek Rolex Forumu
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...