Bir Nevi Salvador Dali: Yvan Arpa
Salvador Dali'nin resim sanatının uçuk ama devrimci sayfalarında hatırı sayılır bir yeri vardır. Yvan Arpa da saatçilik sanatında benzeri bir konumda şimdi. Aslında Yvan Bey, Romain Jerome saatlerini tanıtırken Tim Burton ile anlaşıp garip şapkalar takmalı ve ilginç kostümler giymeli bence. Eleştirdiğim zannedilmesin, daha önce de yazmıştım RJ yenilikçilik ve kullandığı malzeme seçimiyle saatçilik dünyasının en ilginç kurumlarından biri.
Romain Jerome saatlerinde daha önce Titanic gemisinden alınmış paslanmış çelik ve ay tozu ile Apollo 11 ve Soyuz gemilerinden parçalar kullanılmıştı. Romain Jerome geçen sene tanıttığı ve küresel kriz ile alay ettiği saatin arkasından bu kez kimilerine göre haddini aşıp paleontolojide koprolit adı verilen türü tam olarak belirlenemeyen bir dinozora ait fosilleşmiş dışkı kullanarak saat üretmiş.
Saatin kadranını oluşturan turuncu ve gri damarlı sedef renkli bu maddenin saate yakıştığını düşünüyorum. Aklıma Chris Ofili'nin fil dışkısıyla yaptığı resimler geldi (Ofili'den daha önce de bir kavanoz vardı).
Bugünkü gazetelerde (Radikal, Hürriyet, Akşam, Birgün ve yanlış bir fotoğraf kullanan Bugün) bu saatle ilgili ayrıntılar okunabilir ama en güzel ayrıntı şu:
"Modern sanata yakın olduğunu ifade eden 45 yaşındaki Yvan Arpa, saat
sanayisinde yapılmayanları yaptığını ve "bu sanayinin karanlık tarafını temsil
ettiğini" savundu." (AFP/AA)
Ayrıca bundan 1 hafta önce de Louis Moinet markalı, dinozor kemiği parçaları kullanılmış bir saatin tanıtımı yapılmıştı. Adı çok fazla ortalıkta olmayan Louis Moinet de ilginç bir marka aslında, geçmişte Mars gezegeninden gelen meteorit parçalarının kullanıldığı bir saat üretmiş.
SAAT KÜLTÜRÜ OKYANUSUNDA TÜRKİYE
Evdeki kitapları dergileri düzenlerken katalogların çokluğuna şaşırdım. Hemen hepsi İsviçre saatçiliğinin meşhur markalarına ait katalogların yanında diğer kitaplar pek zavallı göründü gözüme, katalogları alt raflara indirdim ama düşünmeden edemedim:
Ülkemizde saatçilik sektörü sadece kendine dönük yaşadığından kültürü ve bilgiyi hiç önemsemiyor. Bunda İsviçre saatçiliğinin de payı var kuşkusuz, ancak her şeyi oluruna bırakmamak gerek. Kurumlar para kazandığı işe yatırım da yapmalı. Yatırım da sadece maddi anlamda olmaz, manevi yatırım da vardır, kültürüel ve sosyal yatırımlar da vardır. Küçük gibi görünen kıvılcımları önemsemeliyiz, dergiler bir adım, daha ilerisi kitaplardır, bir ötesi bir saat ansiklopedisidir, daha ötesi kütüphane ve ve bir sivil müze oluşturulmasıdır.
Ülkemizin yegâne saat müzesi olan Dolmabahçe Saat Müzesi devletin önemli bir adımıdır, bazıları devleti küçümser, oysa sivil birikimin akıl edemediğini yaparak daha önde olan devlet ile birlikte topluma daha büyük yatırımlar yapılabilir. Neden İzmir'de, Adana'da, Hakkari'de, Bursa'da, Edirne'de bir saat müzesi/kütüphanesi olmasın?
Oysa daha dünya saat kültürünün belli başlı klasik olmuş kitapları (David Landes) dahi ne yazık ki Türkçe'ye çevrilmemiş durumdadır, öylesine önemli kitaplar var ki, onlar olmadan bir saat kitaplığından söz edilemez, oysa bu tarz kitaplar ne yazık ki Türkçe olarak yoklar, görünmezler.
Almanca, Fransızca ve İngilizce kaynakların çokluğu yanında Türkçe'de olan tek tük kitaplar okyanusta damla sayılır.
Dünya saat kültürünü bir yana, daha ülkemizdeki Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi saatçiliği hakkında külliyat oluşturacak birikimi bırakın bir iki kitap hariç ve sergi kataloğunun (onlar da saat kuleleri ve güneş saatleri üzerinedir) dışında yayın yoktur.
Çeşitli dergilerde (İstanbul, Toplumsal Tarih, P, Atlas) yayımlanmış makaleler var elimizde ve biraz sevindirici olan bazı dergilerin özel sayıları var işte o kadar. İsimlere bakıyorum hep aynı kişiler, kahramanca bir şeyler anlatmaya çalışan araştırmacılar ki onların da sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor...
Demek istediğim, saatçilik dünyasındaki etkili yetkili bazı arkadaşlarımın "yok ben ETA'nın her ayrıntısını biliyorum", "replika saat aslında hakiki saate giden aydınlık ve pek mukaddes bir yoldur", "yok dinozor kemiği parçaları bulunan bir saat yapılmış, fiyatı da şu kadar", "Çin'de saat yaptırıyorum" diye hem yapay gündemi takip edip hem maddi dünyanın getirileriyle övünürken, mesela Mustafa Şem'i Pek üstadımızdan haberdar olmamalarını pek manidar buluyorum.
Açıkçası saat konusunda sohbet etmeyi, markaları çekiştirmeyi çok seviyoruz da, kalıcı işler üretmeyi pek düşünmüyoruz. Ben de İsviçre saatçiliğinin hakkını teslim etmek gerektiğinden yanayım (ancak eleştirilerim/itirazlarım var elbette) ve çok güzel saatler ürettikleri için onlara hayranlığım değişmez. "Ama meraklıların gayet iyi bildiği gibi Almanya'da, Fransa'da, Japonya'da da çok güzel saatler üretiliyor, bunların arasında Türkiye'nin de adı geçseydi hani hiç fena olmazdı" deyince hayalpererest olmakla itham ediliyorum. Oysa demek istediğim başka, saat bilgisinin kültürünün artması demek saatseverlerin çoğalması demektir diyorum, saat kültürü de insanlığın ortak miraslarından biridir, öyleyse memleketleri bir yerde geçmek, insan ve eşyanın tabiatını/kalitesini yükseltmek gerekir diyorum, bunun için ilk yapılacak şey kendi mirasımızı ve dünya mirasını bilmektir. Durum şu: Ne kendimizi biliyoruz ne de dünyayı hakkıyla tanıyoruz, gereksiz bilginin çokluğu ise korkunç miktarda, zihin bulandırıcı ayrıntıların çokluğu karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor doğrusu.
Bir de muhafazakar bir toplumda yaşadığımız söyleniyor, köklerimize bağlılık her fırsatta dile getiriliyor da Osmanlı saat ustalarının kadrini kıymetini bilen de yok bu şaşaalı meydanda, çok tuhaftır, en acı olan kısım da şudur aslında: Üniversitelerimiz de son derece ilgisizdir bu konulara. Cumhuriyet tarihimizde Osmanlı Saatçiliği ile ilgili yapılmış tezlerin sayısını yazarsam epeyce bir gülünür sanıyorum, o yüzden yazmamak daha iyi. Saatçiliğimiz konusundaki çalışmalar maalesef ciddiye alınacak oranda değil. Her şeyden önce bir zihniyet değişimi yaşamalıyız, değişimin ilk adımı farkındalıktır, yaşadığımız toprağın farkında değiliz, edebiyatımızın farkında değiliz, bu böyle daha gider...
Saat Dünyası Dergisi'nin 30. Sayısı çıktı...
Saat Dünyası'nın yeni sayısı saatçilerde görücüye çıktı, malum bu dergi Saatçiler Odası Yayını, o yüzden bayilerde, kitabevlerinde bulunmuyor bu nedenle en iyisi abone olmak.
Alan Hosman yazıyor
Gelelim dergiye, Alan Hosman'ın 110. sayfadaki "Otomatik saatler Kurmalı Saatlere Karşı" başlıklı yazısı enfes. Yazarın dergideki diğer yazısı ve önceki sayılardaki yazılarını yeniden yeniden okuyorum ve her defasında Alan Bey'in bilgisine hayran oluyorum. Hem bir müzisyen hem de bir mucit olan Hosman'ın ününü duymuş ama saatlere ilgisini Saat Dünyası dergileriyle karşılaşmadan önce bilmiyordum. Kendisinin dergideki yazıları bir araya getirilse ve kitap yapılsa keşke, çünkü mekanik saatlerin tarihine ve genel kültüre dair bir kaç tane kitap olsa da işleyişine ilişkin yayın yok maalesef. Alan Hosman bu açıdan eşine az rastlanır bir insan, kadrini kıymetini Saat Dünyası dergisi anlamış ancak bu yetmez, dergiler de iyi güzel ama daha kalıcı bir eser ile Alan Bey'in bilgisi, kültürü taçlandırılmalı ve böylesi değerlere sahip çıkılmalıdır.
Levent Kırca ve korsan saatler
Dergide ilgi alanlarıma dahil olmadığı için en sona bıraktığım bir röportaj vardı, dün akşam okudum ve çok şaşırdım. Levent Kırca korsan saatleri (replika, sahte) övüyor ve onların bir emek ürünü olduğunu iddia ediyor. Doğru elbette dolandırıcılar da bir emek harcar insanları kandırmak için. Lakin yılların oyuncusuna böyle sözler yakışmıyor. Saatleri sıradan tasarım ürünleri olarak baktığı da bu sözlerinden anlaşılıyor. Yazik ki Levent Kırca saatler konusunda yüzeysel bilgilere sahip. Ayrıca evindeki saatlerine baktım ve çok da zevk sahibi olmadığına karar verdim.
Yalnız tek bir doğrusu vardı, ışıklı bir duvar saati bulamadığını, bu tür bir saatin yaşlılar için, geceleri tuvalete gitmek isteyenler için çok iyi olacağını söylemesi doğru. Ancak böyle bir saati bulmak zor olsa da, bu durum böyle saatlerin üretilmediği anlamına gelmiyor. İnternet üzerinde herhangi bir arama motoruna "Işıklı duvar saati" veya "Night Light Wall Clock" yazması yeterli.
Saat Dünyası dergisinin Facebook sayfası da çok güzel, bakılmasını öneririm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)