Saat Dünyası Dergisi'nin 30. Sayısı çıktı...
Saat Dünyası'nın yeni sayısı saatçilerde görücüye çıktı, malum bu dergi Saatçiler Odası Yayını, o yüzden bayilerde, kitabevlerinde bulunmuyor bu nedenle en iyisi abone olmak.
Alan Hosman yazıyor
Gelelim dergiye, Alan Hosman'ın 110. sayfadaki "Otomatik saatler Kurmalı Saatlere Karşı" başlıklı yazısı enfes. Yazarın dergideki diğer yazısı ve önceki sayılardaki yazılarını yeniden yeniden okuyorum ve her defasında Alan Bey'in bilgisine hayran oluyorum. Hem bir müzisyen hem de bir mucit olan Hosman'ın ününü duymuş ama saatlere ilgisini Saat Dünyası dergileriyle karşılaşmadan önce bilmiyordum. Kendisinin dergideki yazıları bir araya getirilse ve kitap yapılsa keşke, çünkü mekanik saatlerin tarihine ve genel kültüre dair bir kaç tane kitap olsa da işleyişine ilişkin yayın yok maalesef. Alan Hosman bu açıdan eşine az rastlanır bir insan, kadrini kıymetini Saat Dünyası dergisi anlamış ancak bu yetmez, dergiler de iyi güzel ama daha kalıcı bir eser ile Alan Bey'in bilgisi, kültürü taçlandırılmalı ve böylesi değerlere sahip çıkılmalıdır.
Levent Kırca ve korsan saatler
Dergide ilgi alanlarıma dahil olmadığı için en sona bıraktığım bir röportaj vardı, dün akşam okudum ve çok şaşırdım. Levent Kırca korsan saatleri (replika, sahte) övüyor ve onların bir emek ürünü olduğunu iddia ediyor. Doğru elbette dolandırıcılar da bir emek harcar insanları kandırmak için. Lakin yılların oyuncusuna böyle sözler yakışmıyor. Saatleri sıradan tasarım ürünleri olarak baktığı da bu sözlerinden anlaşılıyor. Yazik ki Levent Kırca saatler konusunda yüzeysel bilgilere sahip. Ayrıca evindeki saatlerine baktım ve çok da zevk sahibi olmadığına karar verdim.
Yalnız tek bir doğrusu vardı, ışıklı bir duvar saati bulamadığını, bu tür bir saatin yaşlılar için, geceleri tuvalete gitmek isteyenler için çok iyi olacağını söylemesi doğru. Ancak böyle bir saati bulmak zor olsa da, bu durum böyle saatlerin üretilmediği anlamına gelmiyor. İnternet üzerinde herhangi bir arama motoruna "Işıklı duvar saati" veya "Night Light Wall Clock" yazması yeterli.
Saat Dünyası dergisinin Facebook sayfası da çok güzel, bakılmasını öneririm.
Zaman içinde Zamanı Algılama ve Zamanın Mekana Etkisi
santralistanbul şehirdeki en yaratıcı mekanlardan biri, İstanbul'un unutulmuş bir köşesine renk, yaratıcılık ve heyecan getirmesi takdire şayan. Ben santralistanbul yakınlarında oturduğum için kendimi şanslı sayanlardanım. Özellikle müzedeki sergileri kaçırmamaya çalışıyorum, Martin Parr sergisi unutulmazdı mesela, hem Martin Bey'le tanışmak ve tarzım olmadığı halde onun fotoğraflarını çok önemsediğim için fotoğraflarını sevdiğimi doğrudan ona söylemek harikaydı.
Neyse, söylemek istediğim başka; santralistanbul Yetişkin Atölyeleri Bahar Dönemi için eğitim programı 8 Nisan 2010 tarihinde başlıyormuş. Mine Dikbaş tarafından hazırlanan programda “Zaman içinde Zamanı Algılama ve Zamanın Mekana Etkisi” seminerleri bu konuları ustalarından öğrenmek isteyen meraklılar için biçilmiş kaftan sayılır.
"Zaman içinde Zamanı Algılama ve Zamanın Mekana Etkisi; 4 hafta boyunca Cumartesi günleri 14:00-17:00 arası santralatölye’de gerçekleşecek."
"Zaman içinde Zamanı algılama" ana başlığı içinde dört haftadan oluşan programda ilk iki hafta Dolmabahçe Sarayı Saat Atölyesi ve Sanat Koleksiyonu Sorumlusu Şule Gürbüz ile zaman algısı ve zaman algı aletleri üzerine bilgi verilecek:
"Zaman algısı, Toplumların zaman algısı, Zaman algı aletleri, güneş saatleri, usturlablar, rub’u tahtaları, Osmanlı’da zaman ve saat, Cumhuriyet’den günümüze zaman ve saat, Mekanik saatin ortaya çıkışı ve gelişmesi, Kule, Meydan, Cephe saatleri, Cep, masa, kol saatleri’nin anlatılacak."
Üçüncü hafta ise Recep Gürgen’in saat atölyesinde uygulama çalışması düzenlenmesi planlanmış.
“Hiçbir saat atılacak kadar kıymetsiz değildir. Her saat bir dönemi, bir aileyi, bir evi, bir tercihi yanısıtır. Saati kullanmayacaksanız bile, o saatin size hatırlatacağı bir şeyler mutlaka vardır” demiş olan Recep Gürgen’in 50 yıllık bilgi birikimiyle birbirinden değerli saatlerin bulunduğu atölyesinde katılımcılar artık neyi merak ediyorlarsa anlatılacak.
Recep Gürgen'in atölyesi zaten canlı bir müze, buradaki saatleri görmek ve o havayı solumak bile değerli, farkında olmadan nice şeyler öğreniyor insan.
Dördüncü hafta ise Feng-Shui felsefesine göre Zamanın mekana etkisini Işıl Güner Alfar ve Ferda Ünsal’dan öğrenilecekmiş.
Not: Bana gelen bu seminer davetiye metnini kırptım biraz ve kendimce eklemeler de yaptım. Sonuçta bu tür etkinlikler konu hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere yeni ufuklar açar mı bilinmez, fakat bir işi ustasından dinlemek, bir işin inceliklerini o işi en iyi yapanlardan duymak zor bulunur fırsatlardandır demek isterim.
İlgilenenler ayrıntılı bilgi ve kayıt için, Selime Büyükgöze'yi 0212 311 73 46 numaralı telefondan arayabilir ve info@santralatolye.com adresine e-posta gönderebilir.
Fotoğraflar (c) Muzaffer Kantarcıoğlu
Neyse, söylemek istediğim başka; santralistanbul Yetişkin Atölyeleri Bahar Dönemi için eğitim programı 8 Nisan 2010 tarihinde başlıyormuş. Mine Dikbaş tarafından hazırlanan programda “Zaman içinde Zamanı Algılama ve Zamanın Mekana Etkisi” seminerleri bu konuları ustalarından öğrenmek isteyen meraklılar için biçilmiş kaftan sayılır.
"Zaman içinde Zamanı Algılama ve Zamanın Mekana Etkisi; 4 hafta boyunca Cumartesi günleri 14:00-17:00 arası santralatölye’de gerçekleşecek."
"Zaman içinde Zamanı algılama" ana başlığı içinde dört haftadan oluşan programda ilk iki hafta Dolmabahçe Sarayı Saat Atölyesi ve Sanat Koleksiyonu Sorumlusu Şule Gürbüz ile zaman algısı ve zaman algı aletleri üzerine bilgi verilecek:
"Zaman algısı, Toplumların zaman algısı, Zaman algı aletleri, güneş saatleri, usturlablar, rub’u tahtaları, Osmanlı’da zaman ve saat, Cumhuriyet’den günümüze zaman ve saat, Mekanik saatin ortaya çıkışı ve gelişmesi, Kule, Meydan, Cephe saatleri, Cep, masa, kol saatleri’nin anlatılacak."
Üçüncü hafta ise Recep Gürgen’in saat atölyesinde uygulama çalışması düzenlenmesi planlanmış.
“Hiçbir saat atılacak kadar kıymetsiz değildir. Her saat bir dönemi, bir aileyi, bir evi, bir tercihi yanısıtır. Saati kullanmayacaksanız bile, o saatin size hatırlatacağı bir şeyler mutlaka vardır” demiş olan Recep Gürgen’in 50 yıllık bilgi birikimiyle birbirinden değerli saatlerin bulunduğu atölyesinde katılımcılar artık neyi merak ediyorlarsa anlatılacak.
Recep Gürgen'in atölyesi zaten canlı bir müze, buradaki saatleri görmek ve o havayı solumak bile değerli, farkında olmadan nice şeyler öğreniyor insan.
Dördüncü hafta ise Feng-Shui felsefesine göre Zamanın mekana etkisini Işıl Güner Alfar ve Ferda Ünsal’dan öğrenilecekmiş.
Not: Bana gelen bu seminer davetiye metnini kırptım biraz ve kendimce eklemeler de yaptım. Sonuçta bu tür etkinlikler konu hakkında bir şeyler öğrenmek isteyenlere yeni ufuklar açar mı bilinmez, fakat bir işi ustasından dinlemek, bir işin inceliklerini o işi en iyi yapanlardan duymak zor bulunur fırsatlardandır demek isterim.
İlgilenenler ayrıntılı bilgi ve kayıt için, Selime Büyükgöze'yi 0212 311 73 46 numaralı telefondan arayabilir ve info@santralatolye.com adresine e-posta gönderebilir.
Fotoğraflar (c) Muzaffer Kantarcıoğlu
AKŞAMLARI SAATLER...
Akşamları saatler hiç uyumaz gibi görünürler.
Bu görünüş aldatıcıdır.
Akşamları saatler yaşamış oldukları zamanları düşünürler.
Genç ve taze saatlerin düş görmeleri olanaksızdır, onları unutun. Henüz üzerlerinde bir iz kalmadığından, doğru dürüst dünya yüzü görmediklerinden, nabız atışı hissetmediklerinden, henüz sevmeyi bilmediklerinden bu saatlerin daha pişmeleri gerekmektedir.
Asıl düş görenler yaşlı ve münevver saatlerdir. Türlü kasvetli yahut menevişli anların ateşinde yanmış olan bu saatlere hakikat penceresinden bakınca, üzerlerindeki her iz belleğin bir aynası, her gölge hayatın bir merhalesi anlamına geldiğinden, kadir kıymet bilmezlik etmeden candan bakmalıyız, bu saatlerin gönlünü hoş tutmalıyız, "işe yaramaz bu artık" dememeliyiz.
Güngörmüş saatler başka bir zamanın izini sürer ve başka bir zamana doğru akarlar. kimi zaman Mesut Cemil Bey'in tanburunu duyar gibi olabilirsiniz, kimi zaman ise hangi millete ait olduğu belli olmayan ritimler, tınılar duyulur, incelikli renkler görünür olur, bazen hicazkâra geçiş taksimi işler gönül bahçenize, bazen de bir mevlevi ayini duyulur.
Uykunuzdan erken uyandıysanız bir saati düş görür halde bulabilirsiniz, çehrenizdeki kırışıklık sayısınca envai çeşit hatıraların denizinde yüzen saatleri hor görmeyiniz, incitmeyiniz ve gürültü etmeyiniz.
Mütevazı Saat, Kibirli Saat
Saatleri insanlara benzetince şöyle bir manzara belirginleşiyor: Her saat bir değil. Huysuz olanı var, bencil olanı var, çalışkan olanı da var, sahte olanı var, kaliteli olanı var, tembel olanı var, kalitesiz olanı, rüküş olanı da var. Küstah ve kibirli saatler de var şu uçsuz bucaksız saat dünyasında, alçakgönüllü ve elbette hayatın kıymetini bilen insanı zamanın akışına aşkla bağlayan saatler de var.
Üst düzey saatlerin bir kısmını yakından gördüğüm için bir ölçüde şaşırmış olarak söyleyebilirim ki aslında etiketteki fiyatını hak etmediğini düşündüğüm saatler de var. Üst düzey saatlerin sadece sayın bir mertebeye gelmiş bir bölümü kendi tarihlerini de üzerlerinde taşıyarak fiyatlarına rağmen hak ettiği saygıyı ve sevgiyi görüyor, çünkü zanaat ile sanat eserinin bir arada görülebildiği nadir örnekler bunlar.
Fakat mütevazı saatlerin gönüllerdeki yerleri ile bulundukları yerler arasında açıklanamayan bir fark mevcut. Bütün bunların dışında şov yıldızları gibi ışıltılı bir cazibeye sahip olup da çok tutulan, çok konuşulan saatlerin bir noktada kof ve şişirilmiş olduklarını söylemek de olası. Bir de fiyatını sahiden hak eden, büyük bir organizasyon ve planlama sonucu neredeyse rönesans dönemi sanat yapıtlarının eriştiği mükemmel ölçülere sahip olan saatlerin de üretiliyor olması ancak geniş kitlelerin gözünden uzak durmayı yeğledikleri de aşikar.
Benim her vakit şaşırdığım şey estetik olarak son derece çirkin olan bazı saatlerin çok sevildiğini görmek olmuştur. Bu tür saatler hangi ölçülere göre değerlendiriliyor bilemiyorum. Zevkler ve renkler deyip de geçmek gerekirse de reklamlar ve dayatmacı yüzeysel saat kültürünün etkisini bir kenara not etmeliyiz.
Ancak yine de içimdekileri söylemeden edememem, dönüp bakılmayacak saatler vardır benim için, resim, edebiyat, şiir, mimarlık ve fotoğraf sanatının iyi ve üstün örneklerini hafızaya aldıktan sonra bu tür çirkin ve her yanından kibir akan, görüntü kirliliği yaratan saatlerin böylesine allanıp pullanmasını, böylesine el üstünde tutulmasını hayretler içinde izliyorum.
Bu nokta para ile ilgili değil, salt zevkin kalitesiyle, estetik algının derinliğiyle de yakından ilgilidir. Zaten sanat sevgisinden, resim, heykel ve edebiyattan uzak olanların bileklerindeki saatler kimin ne derecede olduğunu göstermektedir.
Saatler dışında biraz önce sözünü ettiğim sanat türlerinde de bu geçerli aslında. Eski çağlarda yaşayan insanların mağara duvarlarına yaptığı resimlerin, binlerce yıl sonra bugün mesela çağdaş kimi sanatçının eserinden çok daha 'sanatçı ruhuyla' yapılmış işler olduğunu düşünüyorum.
Mesela 1950'lerde yapılmış saatlere bakıyorum, çoğu zamanın ruhunu yansıtan, dünya savaşlarından çıkmış bedbaht insanlığın, her şeye rağmen umutlarının yıkılmadığını gösteren örnekler görüyorum. Bir de bugün yapılmış kimi saatlere bakıyorum da aradaki farkı görmemek mümkün değil, ruh değişmiş, daha şımarık, daha bencil bir estetik beğeniyle tasarlanmış ürünler meydana çıkmış. Eski dönemlerde yapılmış çirkin eserler de var, yok değil, fakat bugünün saatlerine baktığımda ne amaçla yapıldığını anlayamadığım örneklerin çoğunlukta olduğunu görüyorum, geçmiş zamanların saatlerinde bu tür örneklerin sayısı az.
Belki de mesele kalıcı olan ile uçucu olan kültür arasındaki farktır, bilmiyorum. Fakat anlıyorum da, kibirli insan kendisi gibi kibirli bir saat istiyor aslında, şımarık insan kendi şımarık ruhunu görmek istiyor, sadece görünene odaklanan insan, sadece saatin yüzeyine bakıyor, içinde ne var bilmiyor, önemsemiyor da. Olmadığı biri gibi görünme heveslisi insan ise aynı kendi gibi sahte bir ruhun taklidini kolunda görmek istiyor.
İlerlemenin, teknolojinin her zaman çok daha ileriye gidildiği anlamına gelmediğini, "çağdaş" "yeni teknoloji" diye satılan bazı ürünler belki de kötünün, pişmemişliğin ve mutsuzluğun varlığını duyuruyor.
Olgun insan daha ince, mütevazı ve hep daha kederli saatleri istiyor, seviyor.
Üst düzey saatlerin bir kısmını yakından gördüğüm için bir ölçüde şaşırmış olarak söyleyebilirim ki aslında etiketteki fiyatını hak etmediğini düşündüğüm saatler de var. Üst düzey saatlerin sadece sayın bir mertebeye gelmiş bir bölümü kendi tarihlerini de üzerlerinde taşıyarak fiyatlarına rağmen hak ettiği saygıyı ve sevgiyi görüyor, çünkü zanaat ile sanat eserinin bir arada görülebildiği nadir örnekler bunlar.
Fakat mütevazı saatlerin gönüllerdeki yerleri ile bulundukları yerler arasında açıklanamayan bir fark mevcut. Bütün bunların dışında şov yıldızları gibi ışıltılı bir cazibeye sahip olup da çok tutulan, çok konuşulan saatlerin bir noktada kof ve şişirilmiş olduklarını söylemek de olası. Bir de fiyatını sahiden hak eden, büyük bir organizasyon ve planlama sonucu neredeyse rönesans dönemi sanat yapıtlarının eriştiği mükemmel ölçülere sahip olan saatlerin de üretiliyor olması ancak geniş kitlelerin gözünden uzak durmayı yeğledikleri de aşikar.
Benim her vakit şaşırdığım şey estetik olarak son derece çirkin olan bazı saatlerin çok sevildiğini görmek olmuştur. Bu tür saatler hangi ölçülere göre değerlendiriliyor bilemiyorum. Zevkler ve renkler deyip de geçmek gerekirse de reklamlar ve dayatmacı yüzeysel saat kültürünün etkisini bir kenara not etmeliyiz.
Ancak yine de içimdekileri söylemeden edememem, dönüp bakılmayacak saatler vardır benim için, resim, edebiyat, şiir, mimarlık ve fotoğraf sanatının iyi ve üstün örneklerini hafızaya aldıktan sonra bu tür çirkin ve her yanından kibir akan, görüntü kirliliği yaratan saatlerin böylesine allanıp pullanmasını, böylesine el üstünde tutulmasını hayretler içinde izliyorum.
Bu nokta para ile ilgili değil, salt zevkin kalitesiyle, estetik algının derinliğiyle de yakından ilgilidir. Zaten sanat sevgisinden, resim, heykel ve edebiyattan uzak olanların bileklerindeki saatler kimin ne derecede olduğunu göstermektedir.
Saatler dışında biraz önce sözünü ettiğim sanat türlerinde de bu geçerli aslında. Eski çağlarda yaşayan insanların mağara duvarlarına yaptığı resimlerin, binlerce yıl sonra bugün mesela çağdaş kimi sanatçının eserinden çok daha 'sanatçı ruhuyla' yapılmış işler olduğunu düşünüyorum.
Mesela 1950'lerde yapılmış saatlere bakıyorum, çoğu zamanın ruhunu yansıtan, dünya savaşlarından çıkmış bedbaht insanlığın, her şeye rağmen umutlarının yıkılmadığını gösteren örnekler görüyorum. Bir de bugün yapılmış kimi saatlere bakıyorum da aradaki farkı görmemek mümkün değil, ruh değişmiş, daha şımarık, daha bencil bir estetik beğeniyle tasarlanmış ürünler meydana çıkmış. Eski dönemlerde yapılmış çirkin eserler de var, yok değil, fakat bugünün saatlerine baktığımda ne amaçla yapıldığını anlayamadığım örneklerin çoğunlukta olduğunu görüyorum, geçmiş zamanların saatlerinde bu tür örneklerin sayısı az.
Belki de mesele kalıcı olan ile uçucu olan kültür arasındaki farktır, bilmiyorum. Fakat anlıyorum da, kibirli insan kendisi gibi kibirli bir saat istiyor aslında, şımarık insan kendi şımarık ruhunu görmek istiyor, sadece görünene odaklanan insan, sadece saatin yüzeyine bakıyor, içinde ne var bilmiyor, önemsemiyor da. Olmadığı biri gibi görünme heveslisi insan ise aynı kendi gibi sahte bir ruhun taklidini kolunda görmek istiyor.
İlerlemenin, teknolojinin her zaman çok daha ileriye gidildiği anlamına gelmediğini, "çağdaş" "yeni teknoloji" diye satılan bazı ürünler belki de kötünün, pişmemişliğin ve mutsuzluğun varlığını duyuruyor.
Olgun insan daha ince, mütevazı ve hep daha kederli saatleri istiyor, seviyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)