Zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sarı ve Zamansız

Jaeger-LeCoultre True Second mekanizması ve Gyrolab denge yayı

Lale Müldür'ün şiiri 'Sarı ve Zamansız Balad'ı okuduktan sonra böyle bir mekanizma ile karşılaşınca ister istemez mekanik saatlerin işleyişini, insanların kendi hayatlarındaki mekanizmaları ve zamanbilim'in şiirle bağını düşündüm:

Sarı ve Zamansız Balad

 

Sen yolun aydınlık tarafından
gideceksin
Ben gölge


Sen Van Morrison dinleyeceksin
Ben Peter Paul & Mary


Sen Madrid'e gitmek isteyeceksin
Ben Barselona


Sen ağaçları budayacaksın
Ben çayı


sen yağmur yağınca içeri
gireceksin
Ben kapıları


Sen yelpaze gibi açılan yaprakları
seveceksin
Ben kirazları


Sen köpekleri şımartacaksın
Ben kedileri


(Ben bir jet uçağında gideceğim
Ne zaman döneceğimi bilmeyeceğim)


Sen Ferrari'li beyefendi olacaksın
Ben karanlık bir münzevi
ta ki iyileşene kadar
ta ki iyileşene kadar


Sen bir ardıç kuşu olacaksın
Ben su


(Ben bir jet uçağında gideceğim
Ne zaman döneceğim bilmeyeceğim)


Yaşadığım hiçbir şey önemli olmayacak
yüzüğümü yeniden takana kadar
yüzüğümü yeniden takana kadar


ben aşkı mineraller, bitkiler
ve melekler olarak düşüneceğim
sen kozmik bir metin


sen Kanun eşliğinde vizyoner
resitalleri vereceksin
ben un çorbası ya da
kemanımla bir ses


sarı & zamansız
sarı & zamansız
sarı & zamansız balad


sen "kaderini uzayda ara"
ben karnabaharlara bakacağım



Lale Müldür

Ekinoks

Bugün, 23 Eylül 2015 günü, gecenin ve gündüzün eşit olduğu bir gün. Sonbaharın da başlangıcı sayılır, yaz bitti. Daha da önemlisi Turgut Uyar'ın bu isimde bir şiirinin olmasıdır. Bazı saatlerin şiirle bir bağı var bence.

EPOS 3390 Emotion 24h


EKİNOKS

yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı
safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı
sözde sevinç haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı

         "insan yaşlandıkça kurtulur" demiş birisi
korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi
akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik
kim düşünecekti bir kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

     "oysa" diyor birisi
     "sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı"
bana kalırsa "oysa" diyenlerden hep korkmalı
     "oysa ölüm var" da diyebilir aynı kişi

oysa ölüm yakın olmamalı
süzgün ve uzun şeylerden de korkmalı bana kalırsa
uzun süren devrimlerden süzgün aşklardan
ve bunlara benzeyen başka şeylerden
akasya hemen çürümeli tren birden hızlanmalı
şimdi ey kış diyorum
ne kadar sürersen sür
yaz güzeldi ve sapsarıydı
herkes doydu ve eylendi oyunlar oynandı
oteller ve sokaklar da sapsarıydı
kimler ne konuştu ne yitirdi ne kazandı

ama bir şey vardı eksilen ya da çoğalan
kumun altında mı denizin üstünde mi masalarda mı

     "dünya bir sanrıdır" diyor birisi
     "belki bir sancı"

ne bırakmıştım orda sahi
mor gibi soylu bir şey mi
bir eziklik mi yoksa

herkes ne kadar da mutluydu "oysa"
ne bıraktıysam o kadar kaldı orda

Büyük Saat, YKY, s. 577-578

“Parçalanmış Zaman”

Michal Rovner’ın 1 ton ağırlığındaki “Parçalanmış Zaman” isimli çalışması. (Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu, Yer: Rumeli Hisarı Perili Köşk)
Şule Gürbüz, Coşkuyla Ölmek kitabının 141. sayfasında; "Anlamak bir, sezmek bindir, anlamak bir müddet içinizde yürür, anladığınızda bir amorf da olsa şekil alırsınız. Sezmek şekilsiz ve hep sancılıdır, her gün yeni bir sancı doğurur." diye yazmış.

Saatlere baktığımızda saatin kaç olduğunu anlıyoruz, öğreniyoruz ama daha çok zamanın ne olduğuna ve nereye gittiğimize ilişkin biçimi olmayan, zehirli bir hisse de kapılıyoruz sanki.

Şimdi saat kaç?

Aynı kitabın 120. sayfasında ise şöyle bir cümle çıkıyor karşımıza: "Önümde sayısız zaman ve ben bütün perişanlığımla bu zamanların arasında vardım."


Ahtapot saati

Romain Jerome * The Octopus


Zamanın kollarına uzanmak mümkündür bazen.

Azıcık geri çekilmek gerekir, ki yavaşlayalım.

Bir tarih kitabı yeterlidir bazen. Kolundaki saat tıkır tıkır işlerken, aklına, kalbine akan zamanlar, kelimeler, isimler, yerler, ahtapotun karanlık sularda gezinmesine benzer.

Sevdiğini öpmek, ona sarılmak, elini tutmak yeterlidir bazen: Kolundaki saat, akrebin ağırbaşlı hüznünü taşırken, yelkovanın acele etmeden, kadifemsi ilerlemesi gibi, bütün güzel zamanlar, ahtapotun ışıklı sularda yıkanmasına benzer.

Kitapların, dergilerin uyukladığı bir odaya girmek gerekir bazen: Masanın üzerinde, Refik Halit Karay'ın gözlerinin gezindiği bir saat uyanır. Ahtapotun kollarından biri dokunmuştur, zaman uzayıp gider.

Bir şehre, başka bir şehirden bakmak gerekir bazen: Bir anne yaramaz çocuğunu çağırır. Kız kardeşinin saçlarını örgü yapar ablası. O zamanlar, ahtapotun kolları eskimiş bir şarkı gibidir, bazen duyulur, bazen duyulmaz olur şehrin loş sokaklarında.

Bazen saatin durması iyidir. Öfke, isyan damarlarında duramayan, geçtiği yerlerden hiç çıkmayan bir mürekkep gibi yayılır. Ahtapotun kolları devrimcidir, zamanı izlerken yumruğunu kaldırmak istersin, gökyüzündeki güneş, inançların toplamı gibi terletir insanı.

Saatini koparmak istersin bazen. Yahut ahtapot alır, denize götürür haksızlıklara dayanamayan saatini, karanlık sulara atar, sen de kaybolursun, birlikte yürüdüğün arkadaşların da.

Ne de olsa ölüm hakikattır.

Vakit geçer, gazetelerin sayfalarındaki mürekkep kurur, kağıt sararır.

Geriye kum kalır.

Saat gibi hüzünlü

Hand Watch, by Ralph Gibson
Zaman herkes için aynı şekilde geçmiyor. Kimine iyi, kimine kötü davranıyor. Bir yılın daha son günündeyiz. Belki bir şeylerin sonundayız, belki de başında. Belki de bugünün yarından bir farkı yok.

Sabahları kahve eşliğinde gazete okumak en büyük keyfim. Gazete, yaşadığımız zamanın göstergelerinden biri. Yarın sabah yine 3 gazete alacağım. Neler olacağını da biliyorum aslında. Ama her defasında beni şaşırtan bir haber mutlaka oluyor. Olmadığını zannettiğim zamanlarda bile oluyor, sonradan farkediyorum.

Bir günü kitap okumadan bitirmek, kurmalı bir saatin tacına dokunmadan olmaz. Öyle güzel kitaplar okudum ki bu sene, sanırım benden daha mutlusu azdır bu acılı dünyada. Hayatımızı incelikli cümleleriyle tamir eden saat ustası ve en sevdiğim yazar Şule Gürbüz'ün 'Zamanın Farkında' kitabı yılın en güzel armağanıydı. Beni Longines'in kronometreli bir saatiyle şahsen tanıştırdığı için, macerasını da anlattığı için kendisine müteşekkirim.

Ustaların ustası Recep Gürgen'e teşekkür etmeden geçemem. Bana İsviçre ve Rus saatlerini yeniden ve daha yakından tanıma fırsatı tanıdı. Ömer Aydın Bey'e de, hem  http://www.ustasaati.com/ isimli güzel bir site hazırladığı için hem de tanıdığım en bilgili, en efendi, en hoşsohbet ve kitap meraklısı saat satıcılarından biri olduğu için çok teşekkür ederim. Kosova Saat'ten Ali Aydın Ustaya da teşekkür ederim, akıllı ve bilgili torunlarına da. Hem sohbetleri hem pratik zekalarıyla bana çok yardımcı oldular. Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler, muhteşem fotoğraf kütüphanelerini benim 'Fotoğrafta insan, eşya ve zaman' araştırmam için açtılar, sofralarında bana da yer verdiler, filte kahveleriyle içimi ısıttılar, onlara da kalpten müteşekkirim.

Bu blogu okuyanlara da çok teşekkür ederim. Benim güzel okurlarımdan kimi sadece okumakla yetindi, kimileri de  bilgilerini, görgülerini ve fikirlerini paylaştı. Onlarla bazen hemfikir olduk, bazen farklı şeyler düşündük. Ama hep saatleri sevdik. Bu açıdan kendimi hiç yalnız hissetmedim. Hiç beklemediğim kadar e-posta geldi bu yıl. Elimden geldiğince hepsine cevap vermeye çalıştım. Cevap veremediklerim olduysa kusuruma bakılmasın lütfen.

Benim için de, yeryüzündeki bütün insanlar için de tezatlarla dolu bir yıl oldu sanıyorum. Hiç bu kadar çok yazmak isteyip de, böylesine az yazdığım bir yıl hatırlamıyorum. Hiç tahmin etmediğim kadar çok kitap okudum. (Kitaplığım hiç bu kadar genişlememişti.) Çok güzel, çok akıllı insanlarla tanıştım. Birbirinden muhteşem saatler ve mekanizmalar gördüm. Eski ve büyük saatleri hayranlıkla izledim. Yüzyıllık saatlere dokunma, onların sesini duyabilme onuruna da eriştim.


Fakat en güzeli insanın kendi kolundaki, kendi masasındaki saat galiba.

Ne demek istediğimi, büyük fotoğraf ustası Ralph Gibson, bir fotoğrafla anlatmış.

Zaman ellerimizde.

Bir saate baktığımızda gördüğümüz şey, belki de bir saatin bize baktığıdır.

İyi seneler.

Gizli Yüz



Bu sıralar eşelendiğim SürrealPisi blogundan yola çıkıp "Gizli Yüz" filmi ile ilgili bir şeyler ararken karşıma çıkan Ekşi Sözlük'ten bir madde çıktı, Atlantisten Gelen Zekiye'nin güzelim kaleminden dinleyelim:

"Ömer kavur'un nahif ve gerçeküstücü bir anlatımla perdahladığı bu film, belki de en bireysel çalışması olması hasebiyle estet dilinin sınırlarında gezinir bolca..

Filmin üzerine kurulmuş olan tema, vaktiyle Metin Erksan'ın pek latif filmi olan Sevmek Zamanı'nda da karşımıza çıktıydı: "Surete meftun olma ve bir suretin peşinden gitme"..

Kadın (Zuhal Olcay), bir fotoğrafçı (Fikret Kuşkan)nın Rum meyhanelerinde çektiği resimlerde, öteki'nin o hep peşinde olduğu yüzünü aramaya başlar.. Nihayetinde bulduğu yüz, bir saat tamircisinin yüzüdür (Rutkay Aziz'dir bu yüzün sahibi de)..

Ve bir arama serüveni başlar böylece; lakin saatçı, dükkanını da kapayıp sırra kadem basmıştır.. Kadın ve fotoğrafçı, zemberekler, pandüller, kuleler arası bir zamanın peşisıra aramaya devam ederler adamı ve yüzünü.. Nitekim kadın da, kum saatini ters çevirir ve ortadan kaybolur, saatçının yazgına ortak olarak..

Geriye kalan fotoğrafçının halini anlamak zor olmaz herhalde.. Bu üç suret, birbirlerinin "yok"luğuna aşık bir varlık olur çıkarlar işte velhasıl..

İnsanın sürgit arayışına bir güzelleme olan filmin, edebiyattaki muadilleri de aklıma gelmeden edemedi imdi.. Ne ise, daha fazla gözleri doldurmadan kapatalım bu bahsi Mümtaz.."

Ayrıca filmde geçen bir diyalog var, hidden lethe yazmış:

"Ne olmasını istersin en çok?"

"İnsanlara saatleri anlatmak isterdim.

mekanizmaların inceliğini...
yayların korkunçluğu...
çarkların karanlığını...

şimdi kimse
saatlerin farkında bile değil.

belki bunun için, insanlar kederli

belki bunun için,
kendi hikayelerini bile anlatamıyorlar

akreple yelkovanın arkasında nasıl bir can vardır
hissetmiyorlar bile.

İnsanlara
saatlerın sırrını anlatabilmek isterdim.

O zaman uykudan uyanır gibi dünyaya yeniden gözlerini açarken
kederlerinden kurtulurlar
belki
kendi hikayelerini bile anlatabilirler
."

[Desen: SürrealPisi blogundan alınmıştır.]

Çetin Altan ve saatler

Takvimler ve saatler

ÇETİN ALTAN

Elimde, Fethiye Ölüdeniz Belediyesi'nin bir kültür hizmeti olarak yayımladığı; her sayfası tarihsel yıldönümleri, ünlülerin doğum günleri, şiirler, fıkralar, biyografilerle zenginleştirilmiş duvar takvimi "Desti Takvim"in kartonundan kopmuş son sayfaları var.

Cüzdandaki tıknefes olduktan sonra "sıfır"ları da tükenmiş, son kalan kâğıt paraların parmak arasındaki cılızlığına bakar gibi; takvimin son yapraklarına bakıyorum.

Bu günden itibaren kala kala 5 yaprak kalmış.

***

2006 yılı da, takvimlerin son yapraklarından veda selamları göndermekte...

İnsanların aşırı ziyan olduğu "gelişmiş" sayılmayan ülkelerde de; keyfi yerinde görünen kesimler vardır.

Bitmekte olan yılın son günleriyle, yeni yılın ilk günlerinde bir gevşeklik sarmaya başlar keyfi yerinde kesimi.

Günlük işler ortak bir "yalapşap"çılığın bulaşıkları arasına dökülüp gider. Verilen sözler savsaklanır, önceden yapılmış planlar ertelenir, telefonlara "suyuna tirit" yanıtlar verilir.

O kesimden bir yığın insan, şimdiden başlamıştır tatil yolculuğuna.

***

Geçen zaman, biten yıllar...

Zamanın ölçülüp biçilme gereksinmesinin duyulması; takvimlerle saatlerin tarihçesi...

Bugün kullandığımız Gregoryen takvimin ilk kökeninin, eski Roma'nın kuruluşuna, yani 2800 yıl öncesine dayandığı söylenmede. Bugünkü biçimini ise, 400 yıl önce Papa 13'üncü Gregorius zamanında almış.

***

Bendeniz takvimlerle ilgilenmeye kaç yaşımda başladığımı hatırlamıyorum. Herhalde okula başladıktan sonra, tatil günlerini özlediğim yaşlarda olmalı.

***

Saatlere gelince...

Saatler; her takvim yaprağının bir günlük ömrü içindeki saatleri, dakikaları, saniyeleri gösteren bir mekanizma...

Ve saatlerin tarihi de, çeşitleri de, değeri de; takvimlerinkinden çok değişik...

İlk güneş saatinin, günümüzden 5500 yıl önce gerçekleştirildiği sanılmakta...

***

Saatler, ah saatler; akrepler, yelkovanlar...

Henüz daha ilkokula başlamadan, saatin kaçı gösterdiğini annem öğretmeye kalkmıştı bendenize...

1'den 12'ye saati çemberleyen sayılar; küçük kuyruk akrep neyi gösteriyor, büyük kuyruk yelkovan neyi gösteriyor?..

***

Babamın, bir yelek cebinden ötekine, incecik bir zincirle uzanmış, kapaklı cep saati...

Babaannemin, bayramlarda boynuna taktığı altın zincirli, altın kaplama kapaklı, küçücük "Longines" marka saati...

Annemin, sadece misafirliklere giderken koluna taktığı; kendisine düğün hediyesi olarak gelmiş, altın küçük kol saati...

Ve dedemin her gün minderin üstüne çıkarak kurduğu, sallangaçlı kocaman duvar saati...

***

Bendenize de, ilkokul 4'üncü sınıfın bitimindeki tatilde, sünnet düğünümde gelmişti ilk kol saatleri ve bir tanesi en pahalı saatlerdendi. Annem onu, büyüyünce takacağımı söylemişti. Sanırım liseyi bitirdikten sonra başlamıştım takmaya.

O arada bana gelen hediyelerin bir kısmı da, başka sünnet düğünlerine hediye olarak götürülmüştü.

***

Bizim kuşağın gaz lambalı gecelerden kalma çocukları; genellikle ailece bir lokantaya gitme anısından da yoksun yetiştiler; babaların, özel günlerde eve bir buket çiçekle gelmesinden ve yaş günlerinde hediyeler alınmasından da...

Eski büyük göçlerden kalma bir yoksullukla köylülüğün, ola ki gizli tozları hâlâ kalmıştır üzerimizde...

***

Öteden beri hep düşünürüm; ilk güneş saatinden bu yana, değişik dönemlerin bin bir çeşit saat modellerinden bir "Saat Müzesi" yapılsa...

Meydan saatlerinin, kule saatlerinin maketleriyle; istasyon saatlerinin, ev saatlerinin, cep saatlerinin, kol saatlerinin çeşitleri doldursa müzenin salonlarıyla vitrinlerini...

***

Ve zamanla ilgili ünlü şiirlerden mısralar da süslese saat vitrinlerini.

Örneğin, Lamartine'in, Yaşar Nabi çevirisiyle "Göl" şiirinden şu mısralar:

Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler siz

Akmaz olunuz artık.

En güzel günümüzün tadalım o süreksiz

Hazlarını azıcık

Ne kadar talihsizler size yalvarır her gün,

Hep onlar için akın;

Günleriyle birlikte dertlerini götürün,

Mesutları bırakın.

Nafile isteyişim geçen saniyeleri;

Akıp gidiyor zaman.

Geceye "daha yavaş" deyişim boş; tan yeri

Ağaracak birazdan.

Sevişmek, hep sevişmek... Akıp giden saatin

Kadrini bilmeliyiz.

İnsan için liman yok, sahil yok zaman için,

O geçer biz göçeriz.

***

Vaktiyle eski meydan saatleriyle, katedral saatlerinin üstünde de Latince şu topsöz yazarmış: "Vulnerant omnes, ultima necat"

Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür; anlamına...

c.altan@prizma.net.tr

Yayın Adı: MİLLİYET Yayın Tarihi: 27.12.2006 Sayfa No: 4
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...