Louis Erard ve Maurice Lacroix



Bu sabah gazeteleri okurken, ilk önce Zaman gazetesinde Rotap'ın yayınlattığı bir Louis Erard ilanı gördüm. Son derece şık üç saat ve arkada bir saatin mekanizması görünüyordu. Doğrusu güzel reklamdı. Arkasından Türkiye gazetesi daha büyük bir sürpriz yaptı: 2 tam sayfa Maurice Lacroix reklamı! (LPI) görünce bir süre gözlerime inanamadım. Hele 2. sayfadaki saate (Masterpiece Lune Retrograde) bittim:

Olağanüstü güzellikte bir saat.

Bu güzel reklamların hepsi de İngilizce ne yazık ki. Olduğu gibi alınıp kullanılmış. Türkçe olsaydı daha hoş olurdu bence. Ama ne düşündüler bilemem, daha kolay olduğu için bu yöntemi seçtiklerini düşünüyorum. Daha önce yine bu gazetelerde Tag Heuer ve Omega reklamları görmüştüm. Onlar da çok güzeldi (ve elbette İngilizce) tabii.

Milliyet, Radikal, Vatan, Cumhuriyet filan gibi gazetelerde böyle ilanlar göremiyorum. Neden acaba?

Saatin, zamanı göstermekten öte bir nesne olduğunu keşfettim



Figen BATUR

Nerede kalmıştık?

Geçen hafta üç günlüğüne gittiğimiz İsviçre’deki ilk günümüzü ve sıcakkanlılıklarıyla beni hayrete düşüren İşviçreli üç Piaget yöneticisini anlatmış, ertesi gün üretim tesisinin bulunduğu Cotes aux Fees adlı köye yaptığımız geziden söz etmiştim.

Köy, natürmort gibiydi.

Müthiş güzel ve ölü.

Yazıyı iki de fotoğraf süslüyordu.

Birinde Piaget kurucusu Eduard Georges Piaget’nin evinin önünde grup halinde poza durmuşuz, hayli büyük olan ikincisinde de gözüme monokl gibi bir nesne tutmuşum.

Plastik bir torbada durduğundan pek anlaşılmıyor ama gözüme tuttuğum nesne fabrikada yapımı henüz tamamlanmış özel üretim bir saatti.

Çinli bir milyaderin siparişi üzerine kırmızı altın ve mine kullanılarak yapılmış, yan çeperine gözetleme kuleleriyle Çin seddinin, kadrandaki akreple yelkovanın birleştiği noktanın tam altına da kıvrım kuyruklu bir ejderha motifinin nakşedildiği hayli çirkin bir saat.

Dünyada tekmiş.

Fiyatı henüz belirlenmemiş ama İstanbul’un orta halli bir semtinde değil daire, sokak satın alabilecek bir meblağ olduğu kesin.

Aynı bölümde üretilen tek saat o da değildi üstelik.

Biri milyarder bir New York’lu, diğeri milyarder bir Rus, sonuncusu ise elbette gene milyarder bir Paris’li için, sipariş üzerine üretilen üç ayrı saat daha vardı.

Her biri farklı renk altından ve farklı renk mineyle işli, her biri sipariş sahiplerinin yaşadıkları şehirlerin sembolleriyle süslü, zevkten muaf üç saat.

New York’luya tipik bir Manhattan manzarası, Rus’a soğan kubbeleriyle Kremlin Meydanı, ne menem bir Fransız olduğunu kestiremediğim Parisli’ye de kesişen bulvaların ortasında yükselen Zafer Takı uygun görülmüş.

Kitsch desen kitsch değil, güzel desen haşa, bu saatleri ısmarlayanlar kimdir neyin nesidir, içinden çıkmak zor.

Hadi Çinli ile Rus paraya yeni kavuştular diyelim, New York’luyu da özel bir vaka olarak addedelim de, gerçekten Parisliyi kestiremiyorum.

Böyle bir saati kim takar Allah aşkına?

Kim böyle bir saate servet harcar?

Gözümün önüne, yıllar önce Moskova’da gördüğüm kaportası boyalı Ferrari geliyor.

Ferrari’nin sahibine Ferrari sahibi olmak yetmemişti ki anlaşılan, kırmızı arabanın her köşesini yeşilin bütün tonlarını barındıran bir cangıl resmiyle kaplatmış, cangılın ortasına da Tarzan ile Ceyn’i kondurtmuştu.

Daldan sarkan Çita’yı unutmadan.

Önümden geçen bu garabete ağzım açık bakakalmış, sonradan servetleri elli milyon dolardan başladığı söylenen ve kendilerine yeni Ruslar denen zevatın az bulunan pahalı arabalara bayıldıklarını, onları daha da özel kılmak için olsa gerek siparişlerini ’resimli’ verdiklerini öğrenmiştim.

Tarzanlı Ferrari’nin yanında Çin sedli Piaget elbette sudan çıkma ak kaşık.

Gene de zarafeti kendine şiar etmiş Piaget’nin nasıl olup da bu özel siparişleri kabul ettiğini anlayamıyorum.

Anlamayacak ne var oysa.

Para ve düdük ilişkisidir olsa olsa.

Yaklaşık üç saattir Cotes Aux Fees’deki fabrikayı turluyoruz. Dağıtılan beyaz önlüklerimizi özenle giymiş, bize her bölümde kimlerin çalıştığını, neler yapıldığını açıklayan Yves’in peşi sıra dolaşıyoruz.

Başlarına özel ışıklar takmış, gözleri mikroskop lamellerine mıhlı, ellerindeki kıl gibi aletlerle vida çeviren, hafif hipermetrop birinin asla göremeyeceği küçüklükteki yakutları mekanizmanın çıplak gözle görülmeyen deliklerine yerleştiren, sonra çıkartan sonra yeniden yerleştiren, yerine yerleşip yerleşmediğini önündeki bilgisayar ekranına bakarak kontrol eden, ya da buna benzer zahmetli başka işler yapmakta olan gençlerin çalıştığı salonların her birinde saatlerin özel bir parçası üretiliyor ve Yves bize bu kılı kırk yarma işinin bütün merhalelerini anlatıyor.

Anlatmasına anlatıyor ama gel de anla.

Arada başımı onaylar gibi sallıyor, zaman zaman çenemi sıvazlayarak bir iki soru soruyorum ama ne kadar çabalarsam çabalayayım, işin teknik bölümü beni aşıyor.

Üç saat süren gezme, görme ve dinlemenin sonunda anladığımsa şu:

Piaget saatlerinin yapımında kullanılan her parçanın üretimi fena halde meşakkatli ve fena halde uzun sürüyor.

Üstelik bu kum zerresi parçalar yüzlerce kez kontrolden geçiyor.

Bu da imalatın sınırlı olması anlamına geliyor.

Üretimde kullanılan teknoloji, Piaget için çalışan mühendislerin geliştirdikleri özel bir teknoloji.

Kullanılan malzeme dünyada bulunanların en iyisi.

Kısaca sınırlı ve pahalı bir üretimden söz ediyoruz ki, bu da dünyanın her dilinde ’nadide’in karşılığı demek değil mi?

Ayrıca pek de altını çizmedikleri, zaten saat düşkünü herkesin bildiğini varsaydıkları bir husus var ki, duyunca şaşırdım.

Meğer dünyada sadece Piaget ve Rolex markaları, saatlerini A’dan Z’ye kendi tesislerinde üretir ve saatin kalbi diye adlandırılabilecek mekanizmayı kendileri yaparlarmış.

Diğer bütün ama bütün saat üreticileri saatlerinin kalbini dışarıdan alırlarmış.

Kimi ondan kimi bundan yüzde doksanı da Swatch’dan.

*

Kartpostal manzaraya bakarak yediğimiz öğle yemeğinin ardından Cenevre’ye dönüyoruz.

Bu saat hikayesinin on dokuzuncu yüzyıl başlarında neden başka bir yerde değil de bu ıssız köyde başladığını da dönüş yolunda uğradığımız Saint Croix adlı kasabada öğreniyoruz.

Köye yakın bu kasaba yüzlerce yıldır müzik kutuları üreten bir kasaba.

Hani kapağını açtığınızda içinden bir balerinin fırladığı ve bilinen bir ezgi eşliğinde dönmeye başladığı kutular vardır ya, işte o kutular ve çok daha gelişkin olanları meğer burada, Saint Croix’da üretilirmiş.

Bu dağlardaki kışlar da malum.

Kar yağdı mı kalkmaz, yollar kapanır, bahar gelene dek çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan yöre ahalisi evlerine kapanırmış.

İşte bugün dünyanın en iyi saatlerinden biri addedilen Piaget’nin öyküsü de böyle başlamış.

Büyük büyük büyük dede Piaget, müzik kutusu yapmaktan eli zaten ince işlere yatkın kişileri uzun kış gecelerinde boş oturacaklarına saat mekanizmaları yapmaları için teşvik etmiş.

Ediş o ediş...

*

Üçüncü gün Piaget’nin Cenevre yakınındaki ikinci üretim tesisini gezeceğiz.

Kaba bir deyişle Cotes Aux Fees’de saatlerin içi yapılıyorsa burada süsü yapılıyor.

Tasarım ekibi ve tasarım ekibinin tasarladığı modelleri üretilebilir kılacak teknik ekip de burada.

İlkine oranla hayli büyük bir fabrika bu.

Çevrede başlarına ışıklar takılı gözleri lamellere çakılı saat yapımcılarından ziyade işlerinin ehli kuyumcular, sadekarlar, nakkaşlar, mıhçılar var. Ve mebzul miktarda altın, zümrüt, pırlanta...

Her bir nakkaşın, her bir mıhçının, her bir sadekarın önünde duraklayarak gezmeye başlamadan önce Carole bize toplantı odasında slayt gösterisi yapıp kısa bir Piaget tarihi anlatıyor. İlk kuşağın ne kadar azimli, ikincinin sağlamcı, üçüncünün yenilikçi, dördüncünün kurumsallaşmaya inanan insanlar olduğunu göz önüne seren kısa bir Piaget tarihi.

İşte Polo. Şık.

İşte Jacqueline Kennedy’ye hediye edilen zümrütlü altın saat. Zarif.

İşte dünyanın en ince saatlerini yapmakla övünen firmanın mekanizmayı bir doların içine bile yerleştirebilirim inadıyla ürettiği saat. İddialı.

İşte bir başkası. Gösterişli.

Bir diğeri daha. Fiyakalı.

Çin Seddi’ni çoktan affettim.

Olur da Cenevre’ye yolu düşecek olanlar olursa da, saatin zamanı göstermekten öte bir nesne olduğunu keşfetmeleri için Rue du Rhone’daki Piaget galerisini gezmelerini hararetle tavsiye ederim.

Benim saatlerle olan ilişkime gelince...

Nereeeden nereye derim.

Hürriyet Cumartesi, 04.10.2008, sayfa 4.

"İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"



Melis Alphan
Fotoğraf: Garbis Özatay

Ünlü İsviçre saatlerinin Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ:
"Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu birinin hemen algılaması zor. Ancak ilgilenen anlayabilir. İlgilenenlerin sayısı da giderek artıyor"


Saat aslında insana dair sanıldığından çok daha fazla bilgi veriyor. Birinin saatine bakarak onun kişiliğini ve sosyal konumunu üç aşağı beş yukarı anlamak mümkün. Tabii artık saat bir ihtiyaç olmaktan çıktı ve giysileri tamamlayan bir aksesuvar halini aldı. Durum bu olunca, tek bir saatle yetinmek de zor oldu. Artık insanlar iş kıyafetleriyle ayrı, gündelik kıyafetleriyle ayrı, bir davete giderken ayrı, plajda ayrı saat takıyor. Her ne kadar rakamlar erkeklerin daha çok saat aldığını doğrulasa da burada da bir yanılsama var. Büyük saat her daim moda olduğu için birçok kadın erkek saatlerini tercih ediyor. İsviçreli saat markalarının Türkiye mümessilliğini yapan LPI firmasının genel müdürü Cent Uğurdağ şöyle diyor: "Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla. Değerli derken, erkekler genelde taşlı, pırlantalı saat almıyor. Onların aldığı değerli saatler gerek malzemesi gerek içindeki mekanizmasından dolayı pahalı oluyor. Erkekler bu konuya daha çok özen gösteriyor."

LPI ne zaman kuruldu?

1993'ten beri bazı İsviçre saatlerinin Türkiye'deki mümessilliğini yapıyoruz. 13 yıl önce ilk markamız Tissot ile bu işe başladık. 1994'te Maurice Lacroix'nın, 1996'da ise TAGHeuer'in Türkiye mümessilliğini aldık. 2004'te yeni markalarla görüşmelerimiz başladı. Önce Baume&Mercier ve Cartier, ardından da geçen yılın sonunda Glashütte ve Blancpain'in Türkiye mümessili olduk.

"Saat bugün ciddi bir aksesuvar"

Bu işe girmeden önce de saatlere meraklıydınız herhalde.

İlk başta değildim. 1993'te tesadüfen saat işi yapmaya başladım. Sonradan ilgim arttı. Saat değişik bir ürün. Tekstil işiyle uğraşan biri her gördüğü kıyafete o kadar detaylı bakıyor mu bilmiyorum ama dünyanın her yanında saat işiyle uğraşanlar saate konsantre oluyor ve sevmeye başlıyorlar.

İnsanların genellikle tek bir saati mi var?

Bu biraz gelişmişlikle ilgili bir şey. Örneğin, Almanya'da insanların sahip oldukları yüz do- ların üzerindeki saat sayısı dört-beş yıl önce kişi başına 4,3'tü. Türkiye'de bununla ilgili bir araştırma yok ama saat 1970'lere kadar saat sa- dece fonksiyonundan dolayı alınan bir üründü.

1980'den sonra saat sadece fonksiyonuyla ön planda olan bir ürün olmaktan çıktı. Bugün ciddi bir aksesuvar. Modayla da çok bağlantılı. Farklı versiyonlarda saatler var. O yüzden de artık insanlar tek bir saatle idare etmiyor.

Saat kişinin kıyafetine mi uygun olmalıdır?

Sizde ne ön plandaysa, saat de ona uygun olmalıdır. Bir erkek çok iddialı bir ayakkabı giyiyor, çok iddialı bir kemer takıyorsa, takım elbisesi de buna uygun- dur. Saatin de bütün kıyafete uygun olması beklenir. Kadınlarda kıyafetin yanında kullanılan diğer aksesuvarlarla uyumlu olması önemli.

Bir de fonksiyonellik var. Deniz kenarında deri kayışlı bir saat kullanmanız çok mantıklı değil. Gece çok şık bir davete giderken spor saat takmanız da uygun değil, biraz daha abiye bir saat takmanız gerekir.

Hem kılık kıyafetiniz hem de içinde bulunduğunuz ortam hangi saatin takılmasının doğru olacağıyla ilgili ipuçları verir.

Saatin bir modası var mı?

Kısmen var, kısmen yok. Aslında saat çok klasik bir ürün. Otomobiller, binalar 50 yıl öncesinden çok farklı, teknolojinin bundaki etkisi büyük. Bugün saat üretiminde de teknoloji kullanılıyor ama prensibinde geçmişe göre çok büyük farklılıklar yok.

Biz ilk bu işe başladığımız yıllarda bayiler saate yandan bakıp inceliğiyle onun güzelliğini değerlendiriyordu. Bugün tekrar yandan bakıyor, inceyse "Bu ince" diyorlar, o kadar.

Kaba, biraz büyük saatler, özellikle yaz aylarında renkli saatler ilgi çekiyor. Ama genel olarak belirli bir fiyatın üzerinde saat alan erkekler deri kayışlı saatleri tercih ediyor.

Son dönemde pembe altın saatler rağbet görüyor. Koyu renkli kadranlar moda. Bütün moda markalarının da saatleri var. Bu yıl erkeklerin ceket kolu boyları kısa tutulmuş ki saatler gözüksün.



Müşterilerinizin çoğunluğu erkekler mi?

Bütün dünyada saat tüketicilerinin yüzde 60'ı erkekler, yüzde 40'ı ise kadınlar. Fakat bu oran son dönemde biraz yanlışlık içermeye başladı.

Kadınlar da çok iri, büyük erkek saatlerini alıyorlar. O yüzden bu konuda çok net bir şey söylemek mümkün değil ama erkekler daha çok saat kullanıyor. Değerli ve özel saatlere erkeklerin ilgisi daha fazla.

"Osmanlı saate meraklıydı"

Siz daha önce "Bizde saat kültürü yok" gibi bir açıklama yapmıştınız.

Bu biraz abartıldı. Saate gelişmiş ülkelerde olduğu kadar özen göstermiyoruz. İnsanlar maddi durumları iyileştikçe oturdukları evi, mobilyalarını, arabalarını, cep telefonlarını değiştiriyorlar ama çoğunluk saate bu özeni göstermiyor. Yoksa bunu kültür eksikliği olarak algılayamayız.

Sonuç olarak Türkiye'de 1983-84 yılına kadar resmi ve ciddi bir ithalat yapılması mümkün değildi. Halbuki Avrupa, Japonya ya da ABD'de yıllardır saatçilik sektörü gelişmiş vaziyette. Bizde hem insanlara bu sunulmamış hem insanların bunu alma imkanı çok küçük bir zümreyle sınırlı kalmış. Öyle olunca da insanların alışkanlıkları, ilgileri gelişmemiş.

Başka bir nokta daha var. Yeni bir ev, araba ya da cep telefonu aldığınızda çok daha çabuk algılanabiliyor. Ama şu anda sizin benim kolumdaki saatin nasıl bir saat olduğunu hemen algılamanız mümkün değil. Ancak çok ilgilenen birisi anlayabilir. Bilenlerin sayısı giderek arttığı için artık insanlar da saati yavaş yavaş bir statü sembolü olarak görmeye başlıyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda da saat prestij unsuruymuş. Hatta İsviçre'nin saat konusunda bu kadar güçlenmesinin nedeni de Osmanlı'ymış.

Osmanlı İmparatorluğu 1800'lerin başına kadar zenginliğin olduğu bir dönem. Avrupa ise o zamanlar çok iyi bir durumda değil. Daha sosyal bir yapıyla gelişiyor. O yüzden İsviçreliler o dönemde padişahın çevresine çok servis vermişler.

Hatta birçok saat markası yaptıkları özel modelleri önce getirip padişahlara göstermiş. Padişahlar da birçok saat ustasını çağırıp İstanbul'da misafir etmiş ve kendilerine özel saatler yaptırmışlar.

Saat kulelerine de çok özen gösterilmiş o dönemde. Dini faktör de var. Örneğin Teşvikiye Camii'nin yanındaki Teşvikiye kafe eskiden saat merkeziymiş. Orada saatlerin ayarları yapılıp halkın vaktinde camide olması sağlanırmış. Topkapı sarayında da çok değerli saatler var.

Saat alırken nelere dikkat etmek lazım?

Kullanma şartlarınıza uygun olmalı. Örneğin, devamlı denize giriyorsanız deri kayışlı bir saat almamalısınız. Bütün takılarınız beyaz altınsa sarı renkli, altın veya altın kaplama bir saat almanız çok tavsiye edilen bir şey değil.

***

Kişiye özel kadran

Yedi İsviçre markasının mümessilliğini yapıyorsunuz. Bu markalardan biraz bahseder misiniz?

Tissot en uygun fiyatlı markamız. Fiyatlar 150-200 YTL'den başlıyor, 1000 YTL'ye kadar çıkıyor. Tissot'nun fiyat avantajına rağmen çok teknolojik saatleri var. Maurice Lacroix ağırlıklı olarak mekanik saatler yapıyor. Fiyatları 500-20 bin YTL arasında değişiyor. TAG Heuer dünyanın en prestijli spor saat markası. Hem şık hem spor saatleri var. Fiyatlar 1000- 5 bin YTL arasında. Baume&Mercierlüks ve kısmen mücevher saatler üretiyor. Fiyatları ortalama 3-4 bin YTL civarında. Cartier'nin kalem ve çakmaklarını satışa sunuyoruz. Glashütte ve Blancpain İsviçre'nin üst düzey ve pahalı saat markaları. El işçiliği söz konusu, özel malzemeler kullanılıyor. Bu markalardan saat alan kişilere özel kadranlar yapılabiliyor, makinesinin üzerine isim yazdırılabiliyor. Fiyatları 4-20 bin YTL arasında değişiyor.

Şimdiye kadar hep toptancılık yaparken kısa süre önce ilk mağazanızı açtınız.

Yedi-sekiz ay konsept üzerinde çalıştık. Mağazada saat ve çikolatayı kombine ettik. Başka yerlerde de, hatta yurtdışında da şubeler açacağız. "İnsanlar saati statü sembolü olarak görmeye başladı"

Milliyet Moda, 21.09.2006, sayfa: 6.

Atina'da Osmanlı saatleri




Yorgo Kırbaki

Vakit nakit olduğuna göre, vaktin tartışılmaz kanıtı bir saatin değeri nedir?

Eğer bu saat 19. yüzyılın sonlarından bir Vacheron Constantin, 18. yüzyılın ikinci yarısından bir Jean Broquet Savmur ya da aynı yüzyılın ikinci yarısından bir George Charlie ise ne paha biçilmeli?

Atina'da, tarihi Akropolis mabedinin eteklerinde üç katlı neoklasik bir binada barınan Lalaunis Müzesi'nde sergilenen 340 cep saati bu sorulara yanıt arıyor.

Böyle bir serginin açılması fikri üç yıl önce doğdu. Önce slogan belirlendi: "Ninenin sandığını aç ve o saati bulup bize getir." Sonra slogan kulaktan kulağa yayıldı. Kısa bir süre içinde üç binden fazla cep saati toplandı. Ardından uzmanlar bu saatleri tarihi, sosyal ve ticari kriterlerle mercek altına aldılar. Sonuç göz kamaştırıcıydı.

Lalaunis Müzesi'ndeki sergide "Osmanlı pazarı" için imal edilmiş cep saatleri ayrı bir yer tutuyor. Sözgelimi üzerinde İstanbul'daki mümessilinin adı yazılı 19. yüzyıldan kalma bir Longines, ya da 18. yüzyılın ikinci yarısından kalma üç ayrı kasalı Amalric Freres... Anlaşılan o ki 18. ve 19. yüzyıllarda İstanbul piyasası için İsviçreli ile İngiliz saat üreticileri arasında epey rekabet yaşanmış.

İsviçrelilerin saat imalatında "ayıp şeyler" yaptıklarını hiç duymamıştım ama 19. yüzyılda İsviçre'de imal edilmiş üzerinde ise "Dent, London" yazan cep saati pek de masum değildi.

Şeyhülislam'ın ipek cep saati kılıfı ve TCDD'nin çalışanlarına yeniden dağıtacağını duyduğum Serkisof'lar ise serginin hoş sürprizleriydi.

Sergilenen cep saatlerinin değeri 50 ile 100 bin euro arasında değişiyor.

Yaklaşık iki saat kaldığım sergiden ayrılırken İstanbul'dan, İzmir'den, Anadolu'dan bu diyara göç eden insanların beraberlerinde getirdikleri onca güzellikleri düşündüm.

Hürriyet Cumartesi, 4 Mart 2006, Sayfa: 7
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...