ZAMANIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ: HATIRALAR (1)

"Zamanın görünen yüzü: Saatler" sergisinin açılış gününü heyecanla bekliyordum, nihayet 12 Mart günü geldi ve daha bir gün öncesinden başlayan telefon trafiği gün içinde iyice arttı. Hem çizgi romanlardan hem de hâlden anlayan Nurtap Hanım'ın Anabala Pasajı'ndaki dükkanında kadim dostum bb'yi bekledim. Nihayet geldiğinde yanında bir de sürpriz taşıyordu. 19 yıllık bu dünya güzeli arkadaşım, rahmetli babasına ait olan saati çıkartıp hediye etti, gözlerim dolmuş bir halde çok sevdiğim Yavuz Bey'in saatini hürmetle sağ koluma taktım, artık 2 saatle yaşayacağım. Bu saat öyle alengirli markalardan değil, yorgun kadranıyla tam da sevdiğim gibi, tarzıyla da mütevazı bir saat, saate ilişkin düşüncelerimi ayrı bir yazıya saklayayım da konu dağılmasın. Vakit dolunca Vedat Nedim Tör Müzesi'ne gitmek üzere Nurtap Hanım'a ve dağ gibi yığılan çizgi romanları arkamızda bırakarak ayrıldık pasajdan. Gitmeden önce Nurtap Hanım'a "içinde zamanla ilgili, saatlerle ilgili bir çizgi roman varsa ayırmasını" tembih etmeyi unutmadım. Umarım saatlere, zamana ve takvimlere ayırdığım kitaplığımın en sevdiğim köşelerinden birini şenlendirecek bir şeyler çıkar. Martin Mystere'dan çok umutluyum, bir de hayranı olduğum Ken Parker'lardan birinde benim şimdi hatırlamadığım veya okuyamadığım bir öyküsünden belki bir ganimet çıkar, bilinmez böyle şeyler. Yapı Kredi'nın Tünel ile Taksim'i bağlayan hattın tam ortasında bir mabet gibi duran binasına yürüdük. Önce sergi kataloğunun editörü olan Selahattin Özpalabıyıklar'a uğradık. Kendisi en sevdiğim çevirmenlerden, en sevdiğim fotoğrafçılardan ve en sevdiğim dilbazlardan bir insandır. Kitaplığım yarısının YKY kitaplarından olmasının müsebbiplerinden biridir kendisi. Saatlerden, şiirden, edebiyatın kokulu bahçelerinde dolanan tadına doyulmayan sohbetimize bir süre sonra Robb Report dergisinden Burcu Sever hanımefendi de katıldı. Bir insanı yazdıklarından tanımak mümkün müdür bilmem, daha tanımadan sadece yazdıklarından yola çıkarak şahane bir kadın olduğuna karar vermiştim ve yanılmadığımı görünce çok sevindim. Üstüne bir de çok sevdiğimiz ortak bir arkadaşımız da çıkınca bu tanışma daha bir güzel oldu. Söyleşimizi fazla uzatmadan saat 18 sularında artık zamanın görünen yüzüne bakalım dedik. Davetlilerin çoktan geldiğini görünce şaşırdım biraz, tenha bir sergi açılışı olacak gibi düşündüydüm nedense. Aralardan sıyrılarak bir o saatten bir bu saate koşturduk. Selahattin Bey'den beni Şule Gürbüz ve Recep Gürgen ile tanıştırmasını rica etmiştim. Fakat Şule Hanım'ı yalnız yakalamak mümkün olamadı bir süre. Ya telaşla salonun bir ucuna koşturuyordu, ya da bir davetli ile sonunun bir türlü gelmeyeceğini düşündüğüm bir sohbete başlıyordu. Bir aralık nasıl oldu bilmiyorum Recep Gürgen bizden tarafa gelince Selahattin Bey fırsatı kaçırmayıp tanıştırdı bizi. Pek fazla konuşamadık ancak zaten dükkanına uğramak için bir bahanem daha olmuş oldu elimde. Nihayet Şule Gürbüz ile tanışmak kısmet oldu. Ben onun Dolmabahçe ve Topkapı Sarayı'ndaki saatleri tamir edenlerden biri olduğunu bilmiyordum bir vakitler. Benim için unutulmaz bir kitap olan Kambur'un yazarıydı ('ağrıyınca kar yağıyor'u da unutmayalım). Kendisinden yeni bir kitap beklerken -yazarları beklemenin zamanı yoktur- bir pazar günü Milliyet'in ekinde Şule Gürbüz adını görünce, acaba deyip dikkatle okumuştum fakat yazarlığından söz bir cümleyi bırakın bir kelime dahi yoktu. Aynı adı taşıyan bir başka Şule Gürbüz diye düşünmüştüm çoğu edebiyatsever gibi. Kambur'dan, bu kitabı ne kadar çok sevdiğimden söz edince "gençlik heyecanıyla ve cahil cesaretiyle yazılmış" bir kitap olduğunu söyleyip kalbimi kırıverdi Şule Hanım, bu yanıttan başka bir şey yazmayayacağı gibi bir sonuç çıkarmak istemiyorum aslında, ancak konuyu bir kez daha düşünmesini istedim kendisinden. Elbette benim dememle olacak işler değil bunlar, yine de zihnimden geçen bu dileği söylemeden geçemezdim. Bu arada çektiğim çoğu fotoğrafın iyi olmadığını farkettim, gündüz çekim yaptığım zamanki ayarda bırakınca makineyi açılışta çekilen fotoğrafların bir kısmının bulanık çıkması da kaçınılmaz oldu, fakat yine de arada bazı güzel fotoğraflar çektiğimi gururla söyleyebilirim: Sergiye gelince harika bir sergi olmuş bence. Sergi salonunda gezinirken "Bazı saatler niye çalışmıyor?" dendiğini de duydum ama hiç aldırmıyorum, elbette saatin çalışanı makbuldur, fakat bunca saat, onca badireyi atlatıp ayağıma kadar gelmiş güzelim saatlere hiç nankörlük etmem. Bence Topkapı ve Dolmabahçe Sarayı'ndaki saatleri bilenler dahi şaşıracaklardır. Seçilmiş güzel örneklerden oluşan böyle bir koleksiyonu ailecek bir arada görmek meraklı gözlere her zaman nasip olmaz, saraylar dışında Vakıflar'dan ve özel koleksiyonlardan gelen saatler var ki hepsi muhteşem ve benzersiz eserler. Cep saatlerine rahat rahat bakamadım, buna karşın büyük saatlerin bir kısmının mekanizması açık olduğu için çarkların dönüşü çok rahat gözlemlenebiliyor, aslında çoluk çocuk maaile gitmek lazım. Beni asıl ilgilendiren şey bunca saatin ardındaki fikirler ve emek. Sadece saatler yok orada, o saatleri yapan insanlar, eski zamanların hatıraları da var. Ne yazık ki fotoğraf makineleri bu tür şeyleri kaydedemediği için özellikle bazı saatleri zihnime kaydetmek üzere 28 Haziran'a kadar defalarca gitmem gerekecek sergiye. Saat 19:00 sıralarında ayrılma zamanının geldiğine kanaat getirince vedalaşıp yola çıktık. Yapı Kredi Kitabevine uğradık. Gonca Özmen'in "Belki Sessiz" kitabını bb için aradık, bulamadık, sorunca da "kalmadı" dediler önce, sonra güzel görevlilerden biri gidip ücra köşelerden birinden -galiba vitrinden- kitabı getirdi. Şair, 20 Mart Cuma günü okuma etkinliğinde kendi şiirlerinden örnekler okuyacakmış, bu bilgiyi de bir kenara yazdım. Ben de bu arada ilk sayılarından itibaren biriktirdiğim kitap-lık dergisinin Mart sayısına gecikmeli de olsa kavuştum. 'Ağaca Tüneyen Baron'un resimli güzel kağıda basılmış çok özen gösterilmiş bir nüshasına da sahip olma arzusuna daha fazla dayanamayıp onu da edindim (eve gidene kadar da kitabı sevip durdum). Gümüşsuyu yakınlarına gelince yağmur, artık yetti bu kadar hafif yağmak deyip iyice hızlanıverdi. Bu yazı "Zamanın görünen yüzü: Saatler" sergisi izlenimleriyle ilgili -ve ilgisiz konulara da değinen- ilk yazı, çok uzun olmamıştır umarım, günün son görüntüsüyle 2. yazıya kadar veda edeyim şimdilik.

MEISTER TEVFİK AYDIN



Çektiğim fotoğraf filmlerini banyo yaptırmak, cd'ye kaydettirmek veya karta bastırmak için Sirkeci'ye ne zaman uğrasam hayranı olduğum Meistersinger'leri, Oris'leri görmek için Tevfik Aydın'ın vitrinine uğramadan geçmiyorum.

Eskiden burada sadece Oris'lere bakardım (yine Oris var, fakat vitrinin başka bir köşesine konuk olmuş) daha doğrusu bakardım yerine bakmaya doyamazdım demem gerekli. Oris Artelier Skeleton özellikle kendine dönüp dönüp baktıran güzellikte bir saat.

Bu sefer ellerinde Meistersinger kataloğu var mı acaba diye sormak için içeriye girdim ve Tevfik Aydın ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi olan Ömer Fatih Aydın ile tanıştım. Çalışanları zaten biliyordum, çok kibar ve efendi adamlar, sabırla dinleyip satın almasanız bile saatlerin özelliklerini anlatıyorlar (Kapalıçarşı'da bir saate bakmak istediğimde beni içeriye almayıp daha kapıdan yolcu ettiklerini hatırladıkça iyi satıcı ile kötü satıcı arasındaki farkı daha bir anlar oldum artık.

Ömer Bey de çok bilgili ve hoşsohbet bir insan. İstediğim kataloğu verdiği gibi üstüne 2-3 katalog daha ekledi, böylece marka katalogları kütüphanem daha bir genişlemiş oldu. Akşam Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'ndeki sergi açılışına gidecekmiş, ben "Orada görüşürüz" dedim. Hakikaten akşam onu Recep Gürgen ile konuşurken gördüm uzaktan. Tam o sırada biz arkadaşlarla başka bir bölgedeydik. Sonra kaybettim kendisini. Neyse günün güzelliği aşağıda, vitrindeki bu notu çok beğendim. Ömer Bey'e notu kimin yazdığını soracaktım, gündüz konuşurken aklıma gelmedi, akşama sorarım diyordum, kısmet değilmiş. Soğuk vitrinlerden sonra böyle küçük notlar insana iyi geliyor:

KUZEYİN ÇELİK YONTUCUSU: STEPAN SARPANEVA



Stepan Sarpaneva'nın yaptığı saatlerini ilk olarak Flick'da gezinirken mingthein adlı üyenin çektiği fotoğrafları görüp hayran olmuştum. Sonra biraz daha araştırınca Sarpaneva'nın saatleri aklımdan çıkmaz oldu. Sarpaneva'nın ürettiği saatler sadece sağlam değil aynı zamanda ay ışığı gibi gizemli bir yanı da var. Sarpaneva'nın bağımsız saatçilerin ve Finlandiya saat kültürünün gururu olduğunu düşünüyorum:

Babası bir mücevher tasarımcısı olan günümüzün bağımsız saat yapımcısı Stepan Sarpaneva’nın daha küçüklüğünde saatçiliğe eğilimi vardı. 1970 yılında doğan Stepan Finlandiya'da bulunan Tapiola’daki saatçilik okulundan 1992 yılında mezun oldu ve kendisini geliştirmek için İsviçre’ye gitti. Bir yandan okurken bir yandan Piaget’de çalıştı. Piaget’nin ardından Parmigiani’de çalışmaya başlayan Sarpaneva, burada -daha sonra bağımsız saatçiliği seçecek olan- bir başka Finlandiyalı Kari Voutilainen ile tanıştı. Sarpaneva 2003 yılında Finlandiya’ya geri döndü. Helsinki'nin batı bölgesindeki Ruoholahti’deki bir zamanlar Nokia şirketine ait kablo fabrikası iken şehir belediyesi tarafından kültür ve çağdaş sanat merkezine dönüştürülen (içinde bir fotoğraf müzesi de barındıran) devasa yapıda kendi atölyesini kuran Stepan Sarpaneva sağlam İsviçre mekanizmalarını kendine özgü yöntemlerle çeşitli biçimlere dönüştürüp güçlü çizgilere sahip, içinde teknik yenilikler de barındıran özgün heykelimsi saatler tasarlıyor ve üretiyor. Sarpaneva'nın atölyesinde çalışan Hanna Karen ve Jarmo Pellikka isimli çalışanları da unutmayalım. Sarpaneva'nın ilham kaynakları ise çok sevdiği motosikletler ve ay.

















Linkler:

A watchmaker in Helsinki: Stepan Sarpaneva

Stepan Sarpaneva Korona K1, K2, and K3

An introduction to the Man and his Watches

Sarpaneva'nın 2009 modeli Black Moon için yapılan tören.

Sınırlı sayıda üretilen Black Moon. (Bu siteye dikkat, çok çok iyi bence: Monochrome)

İlk cep saatinin 1763, ilk kronometre'nin 1912 yılında yapıldığı Finlandiya'daki saatçilik geleneği için bakınız:

Finnish Museum of Horology

Fotoğraflar için çok yararlandığım Stepan Sarpaneva'nın resmi sitesi dışında teşekkür etmek istediğim isimler:

aptrnoynm'in Flick sayfası

Ming Thein'in Flickr sayfası

Son olarak:

Flickr'da zaman zaman bakıp insanların beğenilerine ilişkin fikir aldığım kol saati fotoğrafları havuzu.

BAĞIMSIZ VE ÖZGÜN: PETER SPEAKE-MARIN

1968 doğumlu olan yaratıcı zekasıyla olağanüstü güzellikte saatlere imza atan Peter Speake-Marin Londra'da Hackney Teknik Üniversitesi'nde saatçilik okudu ve İsviçre saatçilik okulu WOSTEP'te eğitimine devam etti. 7 yıl boyunca Londra'da çalıştıktan sonra tekrar İsviçre'ye döndü. 2000 yılında bir rüyasını gerçekleştirdi ve işletmeciliğini eşinin yaptığı üst sınıf saatler ürettiği atölyesini kurdu. Halen kendi atölyesini yönetmekte ve çalışmakta. Aynı zamanda bağımsız tavrından ödün vermeden diğer üst düzey saatler üreten şirketlerle ortak projeler de yapmaktadır. Yaptığı saatlerin yüksek kasaları ve dış uçta büyüyen konik kurma kolları dışında en göze çarpan özelliklerden biri de akrep ucunun kalp biçiminde olması.

Peter Speake-Marin'in bağımsız ve özgür bir tasarımcı/üretici olarak emek verdiği saatlerden örnekler:








Konuyla ilgili linkler:

Mr. Peter Speake-Marin

A Visit With Peter Speake-Marin

An Introduction to Peter Speake-Marin

Peter Speake-Marin

A 12-month Review of Peter Speake-Marin's Piccadilly

Interview Peter Speake-Marin

Speake-Marin: Creating something people want!

Peter Speake-Marin, dream merchant

PuristSPro interviews Peter Speake-Marin

Peter Speake-Marin gives time to time

Master Watchmaker and AHCI Member Peter Speake-Marin

ZAMANA HÜKMEDENLER



Watch Plus dergisinin bir türlü raflardaki yerini almayışına üzülürken yurtdışında çok başarılı bir dergi olduğu için haklı bir ünü olan Robb Report'un Türkiye'de Doğuş Yayın Grubu'nun geçtiğimiz yılın Mayıs ayından beri yayımladığı Robb Report son sayısı ilaç gibi yetişti. Robb Report Mart 2009 sayısının kapak konusu "Zamana Hükmedenler". Bu başlık altında dergide 2009'un en yeni saat modelleri tanıtılıyor. İnsanın gözlerini kamaştıran tasarımları görmek doğrusu gönülleri de şenlendiriyor.

Ama bence bu konu o kadar da önemli değil, dergideki en dikkate değer konu ülkemizin en büyük saat koleksiyoncularından biri olan Hayrettin Akpınar'ın saat koleksiyonunun tanıtıldığı sayfalar. Burcu Sever'in yazdığı, Barış Üstel'in de güzel fotoğraflarıyla bezediği bu yazıdan da öğreniyoruz ki Hayrettin Akpınar bir saatçilik müzesi için mekan arayışlarını sürdürüyormuş.

Bu güzel ve önemli yazıyı saatseverlerin mutlaka okuması gerekli diye düşünüyorum.

Dergide ayrıca saatçiliğin sanat, bilim ve tasarımda geldiği noktanın çok güzel örnekleri de mevcut:



Konuyla ilgili diğer haberler:

* ‘Saatleri ayarlama enstitüsü’nü kurmak istiyor

Yeni bir saat markası


Aslında bir mücevherci olan Michael Beaudry ile bir saat emektarı olan Bob Siragusa'nın ortaklığından yeni bir saat markası doğmuş: Beaudry Time. İlk ürünler de sınırlı sayıda (The Air Time 1937 koleksiyonu 8 adet mesela) üretilmiş.



İnternet siteleri ise bu sıralar inşaat halinde, ancak yakında hizmete girecekmiş.

Bu arada Beaudry Time'ın logosunun saatçilik tarihinin efsanelerinden Breguet ile benzerliği de kayıtlara geçsin:

Okur Mektubu 2: Seiko 5 Automatic düşünüyorum

"iyi akşamlar,

ben saat önerisi istemiştim geçende hala kafam karışsa da son olarak otomatik bir saat almaya karar verdim. Seiko 5 Automatic düşünüyorum. şimdilik bir öğrenci olarak bütçem 200 tl'ye kadar çıkıyor.

benim sizden istediğim bu otomatik saatle herhangi bir sorun yaşar mıyım? bir arkadaşım çabuk bozuluyor dedi(saat konusunda bir bilgisi olmadığını bilsem de içime kurt düşürdü bir kere).

bir de sanırım ben kayışı gittiği kadar kullanırım ama ardından deri kayış alırım diye düşünüyorum. deri kayışın dezavantajları nelerdir, bu saatle uyar mı? kayış olarak sizin tavsiyeniz nedir; metal,deri,naylon..vs"




Otomatik saatler de diğer mekanik araçlar gibidir, bakımı yapıldığı sürece herhangi bir sorun yaşamazsınız. Evvela şunu bilmelisiniz: Otomatik saatleri çalıştıran insandır. Bu saatler pille değil sadece sizin günlük hareketlerinizle çalışır (elbette bütün gün evde oturup tv seyrederseniz çalışmaz, durabilir orası ayrı ;)

Zaten otomatik saatlerin güzelliği de budur, sizi zamanı izlemeye teşvik eder. "Acaba bugün kaç dakika ileri veya geri kaldı?" diye cep telefonunun saatiyle veya bilgisayarınızın saatiyle uyumlu çalışması için ayarlamanız gerekir, işin güzelliği de budur...

Bazı insanlar zamanın akışını fazla umursamazken, otomatik saati olanlar için zamanın akışı önemlidir, hatırlanmalıdır, düzenlenmelidir, kontrol edilmelidir, konu ile bilgisi olmayanların sözlerine aldırmayın, kaliteli otomatik saatler en az 150 sene çalışmak üzere yapılırlar yani kolay kolay bozulmazlar...

Deri kayış bu saate uyar bence, saatle verilen metal kordonu varsa alın ve paketleyip saklayın, ileride satmak isterseniz takıp satarsınız. Ancak benim tavsiyem günlük hayatınızda deri kayış kullanın, hem daha estetiktir hem de daha kullanışlıdır, kullandıkça anlayacaksınız, metal kordonlar uzaktan şıkır şıkır görünür, bu tarz kordonlar kadınlara yakışıyor fakat bana kalırsa erkekler için uygun değil, metal kordonlarla epey sıkıntı çektikten sonra geç de olsa benim de aklım başıma geldi, deri kayış kullanıyorum şimdi ve şimdi çok rahatım.

Deri veya metal kordonlardan hoşlanmayanlar nato kordonları denesin derim.

Zamanınız bol olsun

Zamanın görünen yüzü: Saatler



Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde 13 Mart–28 Haziran 2009 tarihleri arasında görülebilecek bir sergi var: ''Zamanın Görünen Yüzü: Saatler''

AA tarafından duyurulan basın bülteni şöyle:

Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi'nde açılacak ''Zamanın Görünen Yüzü: Saatler'' sergisi, 13 Mart–28 Haziran 2009 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek.

Türkiye'nin önemli müze ve özel koleksiyonlarındaki eserlerden derlenerek hazırlanan sergi, insanoğlunun günü, saat dilimlerine ayıran matematiksel sistemi ve bunu hesaplayan objeyi bulmasından 1950'li yıllara kadar geçen tarihi süreci anlatıyor. Güneş saati, kum saati, silindirik saatler, kule saatleri, gemici saatleri, cami ve meydan saatleri ele alınan eserlerden bazıları arasında yer alıyor.

Sergide, Mustafa Şemi, Mehmet Şükrü, Ahmet Eflaki Dede, Derviş Yahya ve Şeyh Dede gibi eski Türk saat ustalarının yaptığı ve çok azı günümüze ulaşabilmiş saatler yitip giden ustalarıyla anılıyor. Bu nadide saatler, Dolmabahçe Sarayı saat uzmanı Şule Gürbüz ile saat ustası Recep Gürgen'in değerlendirmeleriyle sergileniyor.

KOÇ VE SABANCI'NIN SAATLERİ

Sergide ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk'ün saatinin yanı sıra Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı gibi ünlü sanayici ve iş adamlarının saatleri de sergilenecek. Ünlü yazar ve düşünürlerin saat ve zaman konusunda bir ikon haline gelmiş yazıları, serginin küratör ve editörü tarafından arşivler taranarak derlendi.

Ziyaretçiler, bu metinleri duvarlardaki panolardan okuyabilecek. (AA)


Sergide Mustafa Kemal Atatürk'ün saati ile birlikte Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı gibi ünlülerin saatleri de sergilenecek olması önemli. Aslında Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkemizin de kaderini değiştiren (sonra Liman von Sanders Paşa'ya hediye ettiği) şarapnel parçasını engelleyerek bir kişinin değil aynı zamanda bir milletin hayatını da kurtaran cep saati bulunsa -bildiğim kadarıyla kayıp- ve Atatürk'ün diğer müzelerdeki saatleriyle birlikte sergilense başlıbaşına bir olay olurdu.

Müzelerden ve özel koleksiyonlardan alınan eserlerle düzenlenen sergiyi kaçırmayın derim.

Neden geri kaldık?



18. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere'de 700.000 kişi cep saati taşıyordu. Yaklaşık 1,5 milyon kişiyse evinde sarkaçlı bir saat bulunduruyordu.

(Kaynak: Axis 2000)

"Ünlü reklamcıdan Rolex kriteri"

Dün gazetelerde ve internet sitelerinde Rolex ile ilgili bir haber vardı. Özetle ülkemizde daha çok reklamcıların başucu kitabı olan "Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor" adlı eseriyle tanınan Fransızların efsane reklamcısı Jacques Seguéla bir tv programında kendisine, Sarkozy’nin değerli nesnelere olan zaafı sorulunca, “Ne olmuş Rolex’i varsa, onu kınayamayız. Herkesin Rolex’i var. Zaten 50’sinde Rolex’iniz yoksa, hayatta başaramamışsınız demektir” diye konuşmuş.

Bence ülkemizde yayımlanan haberlerin en iyisi Milliyet gazetesininin 4. sayfasındaki "Ünlü reklamcıdan Rolex krititeri" başlıklı haberdi. Diğer gazeteler daha düz bir bakış açısıyla haberi vermiş:

Hürriyet "50’sinde Rolex takmayan başarısız", Posta "50'sinde Rolex'in yoksa başarısızsın", Vatan "Sarkozy'nin kankası Fransa'yı karıştırdı" Akşam "50 yaşında Rolex'in yoksa boşuna yaşadın!" vb.

Elbette Jacques Seguéla'nın söyledikleri Fransa'yı epeyce karıştırmış, orada tartışmalar daha bir hararetli bir şekilde sürüyor.

Patek Philippe Arşivi

'Arşivlemek', 'kayıt tutmak' bilindiği gibi ülkemizde kıymeti pek bilinen bir kavram değil. Hatta "arşiv" demek aslında kanayan bir yara demektir ülkemiz için.

Tarihimizin Osmanlıya dair kısmından bir bölümünü "çöp bunlar" diyerek trenlerle vagon vagon belgeyi komşu bir ülkeye satmışlığımız dahi vardır. Vaktiyle güzel ve yalnız memleketimizin bir kurumu kurumsal tarihini yazdırmak istediğinde kuruluşuyla ilgili evrakın Anadoluda bir depoda Seka'ya gönderilmek üzere çuvallar içinde bekletildiği anlaşılmıştı! Sonra bu çuvallar içerisinde Mustafa Kemal Atatürk'ün kurumun kuruluş aşamasındaki katkısının ispatlandığı yazışmalar hazırlanan kitabın ilk sayfalarına konulmuştu. Nereden nereye...

Gelelim Patek Philippe şirketine: 1839 yılından beri sadece kendileriyle ilgili kayıtları değil, sattıkları her saat ile ilgili müşteri bilgilerini dahi arşivlemişler ve bu arşivle gurur duyuyorlar.

Gurur duymakta haklılar da: Arşiv geçmişe sahip çıkmak, onu korumak ve ondan gelen bilgiyle daha sağlam olmak anlamına geliyor.

Mahatma Gandhi'nin cep saati



Bazı insanların saatlerini çok merak ederim. Mesela Turgut Uyar'ın nasıl bir saati vardı acaba? Aynı şekilde Edip Cansever'in, Cemal Süreya'nın saatlerini de merak ederim. Listeyi herkes kendi zevkine göre uzatabilir (müzisyenler, matematikçiler, mimarlar, sporcular, mühendisler...) Müzayedeleri takip etmek insanın merak duyduğu pek çok konuyu açığa kavuşturabilir.

Mahatma Gandi'nin cep saatini merak eden var mıdır acaba? Uzun yıllar süren bir özgürlük mücadelesinin ve taş gibi bir sabrın izlerini taşıyan bir saati görüyoruz burada. Saat Zenith marka. Ancak bu saate bakıldığında özgür Hindistan'ı görmek de mümkün.

Gandhi'den söz etmişken onun ahlaki bir çözüm olarak şiddetsiz direnişi hakkında güzel bir kitaptan söz etmek isterim. Meraklılarının okumasında büyük fayda var: EFENDİLİĞİN REDDİ, Sivil İtaatsizlik ve Doğrudan Eylem, Tarık Aygün, Versus Yayınları, 2006.

Konuyla ilgili haberler:

Gandi’nin mirası Hindistan’ın oldu... - 7.3.2009

Hindistan, ‘Gandi’ teklifini kabul etmedi - 6.3.2009

‘Gözlükleri sattırmayız’ - 1.3.2009

Cogito saatleri



Perşembe günü Kitap-lık dergisinin son sayısını almak için YKY'nin Galatasaray'daki Kültür Merkezi'nin altında bulunan kitabevine gittim. Orada kitaplara filan bakarken Cogito'nun 50. sayısını gördüm, çok güzel bir kapağı vardır 50. sayının, zaten şahane bir dergidir bilen bilir. İlginçtir dost meclislerinde ne zaman Cogito'nun lafı edilse bazı arkadaşlarım ağır yazılar olduğundan dolayı okumadıklarını söylerler, bence Cogito'daki yazılar kitap, gazete ve dergi okuma kültürünü almış biri için ağır değildir. Benim de sıkıntılarımdan biridir, ilk okumada bazı makaleleri anlaşılmaz bulurum, fakat ikinci bir kez daha okumak gerektiğini düşünürüm, o da olmuyorsa üçüncü kez okurum. Neticede İzafiyet teorisi değil bu dergide olan makaleler.

Bir de Zaman'ı inceleyen 11. sayısı vardır Cogito'nun onun da kapağı saatseverlerin zihinlerinden çıkmayacak bir çalışmadır:

KARIŞIK SAATLER'e

Soyluluğumu anımsıyorum. Bir gece farkettim
sinemada mıydı bir şehirde mi bilmiyorum

Önce her şeyi ben hazırlıyorum sonra geliyorlar
Saat ikide mi, içkide mi, on birde mi bilmiyorum

Karışıklık! Keçileri seviyorum tuz gibi
Susuzlukta mı, şöyle akşamlarda mı bilmiyorum

Her şey bozuktur bir öğle yürüyüşünde
günlerin akıttığı ırmaklardan mı bilmiyorum

Ben tutunurum saatsiz bir yelkovana
Saat ikide mi, kırılmada mı, on birde mi bilmiyorum

Adın bir güzelliğe yakışır elbet yakışır
Bir intiharda mı, bir şiirde mi bilmiyorum


Turgut Uyar, Karışık Saatler'e, Türk Dili dergisi, Mart 1968

Bu şiirin bende kitabı olsa da ilk yayımlandığı halini merak ediyordum. İnternet üzerinde bozuk, aslına uygun olmayan ve yazım yanlışlarıyla dolu örneklerinden bolca var. Nihayet Türk Dil Kurumu'nun sitesinde buldum. Türk Dil Kurumu hayırlı bir yapmış ve
TDK Süreli Yayınlar Veri Tabanı
oluşturmuş. Buradan Türk Dili dergisinde yayımlanan eserleri PDF biçiminde görüntüleyebilirsonuz. Sadece günde 5 adet PDF görüntüleme hakkı verilmiş olsa da iyi bir hizmet bence.

Turgut Uyar şiirimizin babalarından biri. Bütün eserlerinin toplandığı kitabın -bir hayat bir kitap halinde!- adının "Büyük Saat" olması şairin zaman üzerine çok düşündüğünü gösteren önemli bir gösterge bence. İleride zamana ilişkin şiirlerinden bazı örnekleri de aktarmayı düşünüyorum. Ama bu örnekler ağza çalınan bal gibidir, tadını sahiden almak isteyenler mutlaka YKY'den çıkmış olan "Büyük Saat" kitabını kaçırmasınlar derim naçizane. Turgut Uyar iyidir, sağlam bir saat gibi tıkır tıkır kalbinize işleyen bir sesi vardır.

Kozmik saat



Saatler bebek gibidir. Kolunuzdaki saat yeni de olsa daha önce bir başkası tarafından kullanılmış da olsa sizinle birlikte yeniden öğrenir, hayatınıza tanık olur, yardım eder, düşünmenize olanak tanır, hayatınızı paylaşır ve düzenler.

Bilindiği gibi zamanın saate ihtiyacı yoktur fakat insanın zamanı öğrenmeye ihtiyacı vardır. Acıklı olan hiç bir saatin ama bugüne dek yapılmış olan hiç bir saatin zamanı doğru olarak gösteremediği gerçeğidir. Atom saatleri, sezyum saatleri bile sapma payına sahiptir, bu yüzyıllar içinde saniyelerle ifade edilse ve bu da kimi insan için önemsiz de olsa benim için önemli mesela, demek ki zamanı tam olarak öğrenemiyoruz diyorum, sürekli düzeltmeye ihtiyaç duyuyoruz.

Zaman bizim zamanımız, ancak saatim ne diyor acaba diye düşünüyorum bazen, kulağıma götürüp sesini dinlediğim vakit, "az kaldı" diyor, "biraz daha acele etmelisin, hadi kaç zamandır çantanda taşıdığın şu kitabını bitir, çocuğuna niçin darıldın? git onu sev, gönlünü al, kokla evde pişen yemeği, hayatın tadını çıkar, yeni aldığın bilgisayar dergisinin daha kapağını açmadın, hani kitaplığındaki şiir kitaplarını, deneme kitaplarını düzenleyecektin? hani Enis Batur'un kitaplarını bir rafta toplayacaktın? hani "Su tüyün üzerinde bekler" kitabındaki "Zaman nereden gelir, kaydırağımı onarabilir mi?" başlıklı yazı için düşüncelerini yazacaktın? hani Birhan Keskin'in "Delilirikler" kitabını bulacaktın? yapılacaklar listesine bakmayı da unutuyorsun sürekli(...)

Biliyorsunuz artık, benim saatim çok geveze.

okur mektubu 1




(...)tarih: 26 Ocak 2009 Pazartesi 10:14
konu: yardım

merhaba, otomatik bir saatim var (Omega), saatimi seviyorum, ancak power reserv 2 gün olmasina ragmen saat bazen duruyor, moralimi bozuyor.. satici kol hareketiyle calisir demisti azicik sallamak yeterliymis, hareketli bir yasantim yok belki ondan, bilmem. Gun icinde fazla yurumem bilgisayardan rapor okumak imza atmak disinda kollarim pek calismaz, spor yapacagim zaman saati cikartirim saate bir sey olur korkusundan. pilli saatlerden hoslanmam acaba bu saati satip yerine kurmali bir saat mi alsam? ne dersiniz? yardim ederseniz sevinirim.tesekkur


Merhaba,

Yeni bir saat almanıza gerek yok. Aslında hemen her otomatik saat temelde kurmalı bir saattir. Yani kurmaya razı iseniz elinizdeki saati kurabilirsiniz, kurma kolunu ileri geri hareket ettirin, dikkat etmeniz gereken tek şey çevirirken aşırı güç kullanıp fazla zorlamamak sadece. :)

Saatler strese karşı

Bugünkü Zaman gazetesinin ekinde (CumaErtesi) yayımlanan habere gözüm takıldı ve okudum:

Philip Stein Tasler'in içindeki 8 hertzlik elektromanyetik frekanslı çip, vücudun elektromanyetik dalgalarını dengeliyor. Bu çip zamanla vücutta oluşan elektronik kirlenme (cep telefonu, bilgisayar, baz istasyonları, x-ray cihazları...) günlük stres ve hatta hastalıklar sebebiyle oluşacak değişikliklere karşı harekete geçiyor. Teslar çipi, bu sırada renk değiştiriyor. Genellikle morumsu bir renge dönüşüyor.


Aslında bu yeni bir haber değil Philip Stein saatleriyle ilgili daha evvel Star gazetesinde (2 Ocak 2006) benzer bir haber çıkmıştı:

Philip Stein Teslar şirketi tarafından özel bir saat geliştirildi. Şimdiden 26 milletvekilinin takmaya başladığı söz konusu saat Londra’da, Chiron Clinic tarafından test edilerek onaylandı. Elektro-manyetik çipi bulunan saat sayesinde, tansiyon düşürülüyor, strese bağlı baş ağrısı önleniyor ve geceleri derin uykuya geçiş sağlanıyor. Elektronik aletlerin yarattığı manyetik kirliliği de minimuma indiren saati kullanan milletvekilleri, geceleri rahatça uyuduğu için Avam Kamarası’nda uyuklamak zorunda kalmıyor.


Daha daha da öncesine gidersek 2005 senesinde Sabah gazetesinde bir haber var, bir bukle de ondan okuyalım şimdi:

Saat devi Philip Stein Teslar, stres yüzünden yaşanan baş ağrılarına ve uykusuz gecelere son verecek elektro-manyetik saat üretti. Gece derin uyku sayesinde gündüz şekerlemelerin de önüne geçen saati, 26 İngiliz milletvekili test edip onayladı! Başkent Londra'daki Chiron Clinic, bu özel saatin işe yaradığını araştırmayla kanıtladı. Saatin içindeki 8 hertzlik elektromanyetik frekanslı çip, özellikle elektronik eşyalar yüzünden ortaya çıkan negatif dalgaları yok ediyor. Dalgaların yol açtığı baş ağrısı, kalp ritmi bozuklukları ve uykusuzluk ortadan kalkıyor. Klinik bir aylık denemeler boyunca vekillerin yarısına elektro-manyetik saat, diğer yarısına ise şirketin sıradan bir başka saati takıldı. Özel uyku saatini takan vekiller kullanmaya başladıktan sonra çok daha rahat uyuduklarını, kalp rahatsızlıkları yaşamadıklarını belirtti. Muhafazakâr Parti milletvekili Justine Greening, saatin bürodaki bilgisayar, televizyon ve elektronik eşyalardan yayılan manyetik alanların kırılmasını sağladığını belirtti. Saat 600 dolardan piyasaya çıkarıldı.


Kendi saatini kendin tasarla



Bazen istediğiniz saati bulamazsınız. Bir yerini beğenirsiniz, bir başka yeri hoşunuza gitmez, keşke şöyle olsaydı dersiniz.

Blancier firması da zor beğenen saat meraklılarını düşünerek çok hayırlı bir iş yapmış. Satın almak istediğiniz saatin mekanizmasından kadran tipine varıncaya değin çeşitli özelliklerine kadar kendiniz belirleyip, ekranda görüyorsunuz, saate arkadan yandan bakıp görerek sipariş verebiliyorsunuz.

Satın alınmasa da bakılması ve beğeniye göre bir saat tasarlanması çok eğlenceli bir uygulama.


Başka bir kendi saatini kendin tasarla sitesi

Ayrıca 121time.com adresinde de kendi İsviçre saatinizi tasarlayabiliyorsunuz.

Duvar Saatleri / Julio Cortazar



Bir Famanın duvar saati vardı ve her sabah onu ÖZENLE kurardı. Bunu gören Cronopio gülmeye başladı, evine dönüp enginar-saati ya da cynara icat etti - her iki türlü de söylenebilir.

Cronopionun enginar-saati, duvarda bir deliğe sapından tutturulmuş çok iri cins bir enginardır. Enginarın sayısız yaprağı hem şimdiki saati, hem de aynı zamanda bütün saatleri gösterir, öyle ki saatin kaç olduğunu öğrenmesi için Cronopionun yapraklardan birini koparması yeterli olur. Soldan sağa doğru kopardığından, yaprak hep doğru zamanı gösterir ve her gün yeni bir yaprak dizisini koparır. Tam ortasına geldiğinde zamanı ölçmek artık olanaksızdır ve merkezdeki sonsuz mor gülde uçsuz bir mutluluğu keşfeder Cronopio. Daha sonra onu sirkeli sosla yer ve deliğe başka bir saat yerleştirir.


Kaynak 1, Kaynak 2

SIHH 2009 notları 1

1. Cartier "Salon International de la Haute Horlogerie" fuarında Santos 100 Squelette modelini tanıttı:

Hollanda saat kardeşliği

Heyecanla beklenen ve açılışı bugün yapılan SIHH (Le Salon International de la Haute Horlogerie) öncesi saatseverlerin gündemine düşen Hollandalı kardeşlerin başarısı hâlâ konuşuluyor:

Her ikisi de saat ustası olan Tim ve Bart Grönefeld kardeşler 4 yıl uğraşıp Hollanda damgalı ilk büyük komplike saati üretmeyi başarmışlar. Grönefeld GTM-06 isimli tourbillon mekanizmalı saat İsviçre-Alman estetiğinden biraz uzak olsa da kendisine has ilginç yapısından dolayı övgüyü hak eden önemli bir yapıt.



Tabii Hollandalı Grönefeld kardeşlerin başarısının temelinde İsviçre'de eğitim görmüş olmaları gibi önemli ayrıntılar da var. Fakat İsviçre saatçilik okullarından mezun olan her öğrenci daha sonra özgün tourbillon mekanizma icat edemiyor elbette.







Kaynaklar: 1, 2, 3

Saatçinin Richard Mille olarak portresi



Vacheron Constantin’in arkasındaki dolu dolu 250 yıllık birikimle geldiği nokta olan Quai de l’Ile kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt. Fakat 2001 doğumlu bir şirket olarak henüz 10. yılını bile doldurmayan Richard Mille saatlerinin ulaştığı mertebe ise diğer saat şirketlerinin bilgelik dolu yüzyıllarını bir çırpıda aşan ve en üst sınıf (haute horlogerie) mekanik saatçilikteki sınırı fersah fersah geçen bir öneme sahip bence. Bazı tutucu saat çevrelerinin eleştirilerine maruz kalsa da başarısıyla ve teknik çözümleriyle örnek de oluyor aslında.



Bir başka açıdan bakarsak Rolex efsanesinin doğumuna tanık olmak gibi bir şey bu aslında. 1931 yılında Rolex ilk 360 derece dönebilen (tek yönlü de olsa) otomatik sistemi icat ettiğinde yeni bir çağ başlamıştı. Buluşun doğal sonucu olarak bugün bütün otomatik saatlerin yapısında Rolex’in icat ettiği sistem kullanılıyor (elbette çok geliştirildi, artık rotor tek yönlü dönmüyor, IWC gibi A.Lange&Sohne gibi saat şirketlerinin değişik buluşlarıyla güç birikimi çoktan 1 haftayı geçip 1 ay gibi mekanik bir saat için inanılmaz gelişmelere dayandı vesaire). Şimdiden örnekleri görüldüğüne göre RM saatlerinin getirdiği teknik yenilikler dalga dalga yayılacak ve bütün şirketleri olumlu olarak etkileyecek diyebiliriz.

RM saatleri hafiflikleri ile de insanı şaşırtıyor: RM006 43 gram, RM007-1 ise sadece 29 gram. Kullanılan malzemeler deniz uçaklarında ve üst sınıf otomobillerde kullanılan karbon nanofiber başta olmak üzere değerli madenlerden titanyum, altın vesaire. Hemen bütün saatlerinde tonoz biçimli yapı üzerine inşa edilen RM saatlerinin bir değer özelliği de darbe emici yapısıyla yenilikçi kasa tasarımı. RM saatlerinin bazılarının ilham kaynağı Formula 1 yarış otomobilleri (RM001-1, bazılarının ise mimari yapılar (RM0012), bazıları da yelkenli tekneler (RM014).

Aslında Richard Mille kendini bir ressam gibi görüyor ve şöyle söylüyor: “Saat kasası benim için boş bir tuval. Orada istediğim her şeyi yaratabilirim.” Ayrıca saat koleksiyonu yapanların üç temel kavramına (kalite, özgün tasarım, sınırlı sayıda üretim) bir de yaratıcılığı eklemiş olması bile tek başına övgüye değer.

RM saatlerinin çarpıcı güzelliğini ve yaratıcı bir zihnin ürettiği yapısal mekanizmanın insanı heyecanlandırmaması olanaksız diye düşünmekteyim. Hiç abartmadan söylemem gerek: Richard Mille yaşayan en önemli saat ustası, dahi bir tasarımcı ve yönetici.

Özetin özeti: Richard Mille saat üretim ve tasarım tarihinde yeni bir çağı başlatmıştır diyebiliriz.

Saat kültürü güçlü bir toplumuz

Bugün (13.01.2009) Referans gazetesinin 2. sayfasında ACY Saat şirketi ile ilgili bir haber var. Hem zaten ne zamandır ACY Saat hakkında yeni bir haber çıkmıyordu, bu sıralar bir haber bekliyordum doğrusu çünkü ACY çok başarılı ve hiperaktif bir şirket. (Gerçi ben ACY'nin temsil ettiği markalardan sadece U-Boat ve Boegli müzikli cep saatlerini beğeniyorum (hoş görünümlü ve neşeli saatler bunlar), ancak bu markalar dışındaki diğer saatleri de beğenen çok elbette.)

Derya Karayağız isimli hanımefendinin yaptığı haberin başlığını hiç beğenmedim, büyük ihtimalle lükse vurgu yapma gereğini duyan yazı işleri yapmıştır diye düşündüm ve ara başlıklardan birini yukarıya aldım. Zaten gazetelerde habis ur gibi yayılan "x kriz dinlemiyor" gibi başlık atma modası var, burada x'e konu neyse onu yazın benzer haberleri göreceksiniz.

Haberin sonlarına doğru Türkiye ile Yunanistan'ı karşılaştıran Fatih Yaman ise şu bilgiyi veriyor: "12 milyonluk Yunanistan'ın saat satışlarını yakalayamıyoruz belki ama aslında saat kültürümüz konusunda geçmişimiz çok güçlü."

Lüksten vazgeçmeyen Acy Saat, yenilikçi ürünlerine güveniyor

Derya Karayağız

Krizden etkilenmesine rağmen lüks segmentten vazgeçmeyen Acy Saat, farklı ve yenilikçi ürünlerine güveniyor. Acy Saat bu yıl gençlere özel iki yeni markanın yanı sıra mekanik ve özel dizaynlı cep saatleri de satacak.

Fenerbahçe'nin 100. yılı için özel yaptırdığı ve 12 bin euro fiyata sahip 100 adet Jacques Lemans marka saati, 3 gün içinde Fenerbahçeli ünlü isimlere satmasıyla tanınan Acy Saat, krizden etkilenmesine rağmen lüks segmentten vazgeçmiyor. 2008'de 16 bin adet saat satışıyla 3.5 milyon euro ciro hedefleyen firma, kriz nedeniyle yılsonu hedefinin yüzde 24 altında kaldı. Ancak krize rağmen lüks segmentten vazgeçmeyeceklerini ve bu yıl 25 bin saat satmayı hedeflediklerini vurgulayan Acy Saat'in sahibi Fatih Yaman, farklı ve yenilikçi ürünlerle gençlere hitap ederek hedeflerini gerçekleştireceklerine inandığını söyledi. Fatih Yaman, bu amaçla Black Dice ve The One adlı 2 yeni markayı daha Türkiye'ye getirdiklerini kaydetti.
2006 yılında başladığı saat satışını lüks segmentte sürdüren Acy Saat'in ürün segmenti içinde 50-70 bin euroluk saatler bulunuyor.

2009 hedefi 25 bin saat

2008 yılı hedefini 16 bin saat satışı ve 3.5 milyon euro ciro olarak belirlediklerini ancak kriz nedeniyle yıl sonunda bu hedefin yüzde 24 altında kaldıklarını anlatan Fatih Yaman, "Bu yıl önce geçen sene kaybettiğimiz yüzde 24'ü geri alacağız. Sonra bunun üstüne yüzde 20 büyüme hedefliyoruz. Bu yıl 25 bin saat satmayı planlıyoruz" dedi. Mevcut ürünleriyle büyüme hedeflerini yakalamanın zor olduğunu belirten Yaman, kriz döneminde yeni ve sıra dışı ürünlerle bu farkı kapatmaya çalışacaklarını ifade etti. Fatih Yaman, bunun için saat fiyatları 115 ile 225 euro arasında değişen ve özellikle gençlere hitap eden Black Dice ve The One markalarını Türkiye'ye getirdiklerini anlattı.

Bu yıl ayrıca mekanik ve özel dizaynlı cep saatlerini getirdiklerini, 2009 projeksiyonunda bu ürünlere çok önem verdiklerini dile getiren Yaman, "Fiyatları bin 500-5 bin 500 TL arasında değişen cep saatlerinin içine bir de mekanik müzik kutusu yerleştirilmiş. İçindeki müzik kutusu sayesinde Mozart ya da Vivaldi dinlebilen cep saatleri, özel bir aparatla masa saatine de dönüşebiliyor. Bu saatlerden yıl içinde 50 ile 350 arasında satmayı hedefliyoruz" diye konuştu.

Saat kültürü güçlü bir toplumuz

Ürünlerinin ağırlıklı olarak büyükşehirlerde olsa da Türkiye'nin 120 noktasında satıldığını kaydeden Yaman, ekonomik kriz yaşansa da Türkler'in yeniliklere açık bir toplum olduğunu vurguladı. Yaman, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu durum bizi rahatlatıyor. 2009 yılı için çok olumlu beklentilerimiz var. Çünkü biz Türkiye'de yaşıyoruz. Türkiye çok genç nüfusa sahip, dinamik bir pazar. 12 milyonluk Yunanistan'ın saat satışlarını yakalayamıyoruz belki ama aslında saat kültürümüz konusunda geçmişimiz çok güçlü. Son birkaç yıldır bu saat kültürünü tekrar kazanmaya başlıyoruz. Bunun potansiyelini düşündüğünüzde oldukça yüksek. Bu potansiyeli gördüğümüz için geleceğe daha güvenle bakıyoruz."

2008 yılının zirvedeki 15 saati

Luxist.com sitesinin seçtiği 2008 yılının en ilginç (elbette yükte hafif pahada ağır olan) bu saatlerin her birinin ayrı bir özelliği var, kimi aslında saat değil sadece geceyle gündüzü gösteriyor, kiminde yüzlerce elmas var, kimi Pekin Olimpiyat Stadyumu'ndan esinlenmiş, kimi seneler önce ABD Başkanı John F. Kennedy için yapılmış bir saatin yeniden üretimi, kimi de ancak Paris'te iseniz gece görebileceğiniz yıldızların konumlarını gösteriyor, her halükarda ilginç saatler.

Görmekte fayda var: Top 15 Watches of 2008

Omega Replica JFK Watch

Van Cleef & Arpels Midnight in Paris Watch

Saatini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim



Milliyet, 24.11.1992, sayfa 7.

Belleğin azmi




Bunca acının ve sıkıntının yaşandığı bir dünyada benim saatlerden söz etmem tuhaf olabilir. Saatlerle ilgilenmek tıpkı şiir gibi, resim gibi, fotoğraf gibi hayata tutunmanın yollarından biri.

Ayrıca saatlerin insanı avutan bir yanı da vardır. "Bu da geçer" diye mırıldanır gibidir saatler, nitekim geçer de, zaman acı veya tatlı bir ilaç gibidir.

Her an hayatla ölüm arasındaki çizgiyi koşan saniyeler, arkasına yelkovanı, akrebi alıp, geçmişin yükünü bırakarak hep ileriye gider.

Böyle zamanlarda Salvador Dali'nin eriyen cep saatlerini çizdiği resim gelir aklıma. Resmin adı da çağrışımlara ve yorumlara açıktır: Belleğin azmi (La persistencia de la memoria)

Bu resim biraz da 'matematik'le ilgili olmalı. Değişmeyen bir dil matematik, dünyanın neresine giderseniz gidin farklı ülkelerden farklı kültürlerden insanların üzerinde mutabık kalacakları çözümler içerir ve üretir. Saat bilimi de böyledir, zamanı ölçmek için giderek hassaslaşan bir teknoloji ürünüdür, günümüzde sezyum püskürtmeli atom saatleri kullanılıyor mesela.

Peki ama resimdeki saatler neden eriyor? Matematik eğilip bükülebir mi? Zamanın göstergeleri değişebilir mi? Sert görünümlü, asık suratlı dakikalar pelteye dönüp yumuşayabilir mi? İşte bence bu noktada resimde olmayan ancak varlığını hissettiğimiz bir etken devreye giriyor: İnsan.

Resmin adının "Belleğin azmi" olması düşündürücü. İnsan belleği aslında saatlerle ve matematikle zıt yapıda. Zaten dinsel, pratik ve ekonomik ihtiyaçları bir tarafa bırakırsak saatlere olan ihtiyacımızın kökeninde belleğimizin eriyebilmesi, zamanı olduğundan farklı algılayabilmesi, bunun da hemen hemen her insanda farklı düzeylerde tezahür etmesi yatıyor.

Kolumuzdaki saatler bizi ortak bir zamanda buluşturuyor belki, ancak kolumuzu çevirip baktığımızda hissettiklerimiz farklı.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...